BİR MEZAR TAŞININ YENİDEN GÜN
YÜZÜNE ÇIKMASI VESİLESİYLE “HAND/HOND, HANDİ/HONDİ/HUNDİ” İSMİ ÜZERİNE…
Ali IŞIK
Beş altı
yıl kadar önceydi. Konya mezar taşları çalışmam kapsamında Musalla Mezarlığı’nı
taradığım bir gün, buradaki Gömeç Hatun Türbesi’nin güneybatısında ve hemen
yanı başında yer alan gök mermerden dönemindeki dikey taşlara göre oldukça
heybetli taşı gördüğümde, hele kitabesinin ikinci satırındaki ismi okuduğumda
bir hazine bulmuşçasına sevinmiştim. Önden Selçuklu kemerli şahidelerini
andıran, arka tarafı nazarıitibara alındığında ise beşgen yapılı taşın,
kitabesinin ilk üç satırından gerisi toprağa gömülmüş hâldeydi. Hemen ellerimle
toprağı eşelemeye başladım. Tırnaklarımı acıtma pahasına ancak bir satırını
daha gün yüzüne çıkarabildim. Bu taşın sahibesi Hond Hatun, Türkiye (Anadolu)
Selçukluları Döneminde yaşamış Hond hatunlardan birine ait olmalıydı. Bunlardan
hangisine ait olduğu da ancak taşın tamamının gün yüzüyle buluşmasından sonra
tespit edilebilirdi. Hiç vakit kaybetmeden hemen yakındaki Mezarlıklar
Müdürlüğüne koşturdum.
Konya
Büyükşehir Belediyesinin çalışmalarıyla takdire şayan Mezarlıklar Şube Müdürü Ayhan
Tongar’ı makamında buldum. Arşimetvari bir haletiruhiye içinde odasına girdiğim
Ayhan Bey’le hâl hatır faslını dahi boş verip soluk soluğa arzumu arz ettim. Bu
durumum karşısında düştüğü şaşkınlıktan çabuk kurtulan Ayhan Bey, hemen gerekli
talimatları verdi.
Dört
mezarlık hizmetlisinin bir saati aşkın çalışması sonucu bir metreyi aşkın bir
derinlikte tamamı meydana çıkan ve kalın bir insan gövdesi kadar olan taşı dört
genç hizmetli kaldırmak bir yana ancak azıcık sağa sola oynatabiliyorlardı.
Oysa Ayhan Bey, taşın zemin seviyesine yükseltilip öyle sabitlenmesini
istiyordu. Uzun sürecek bu iş için vaktim olmadığından hizmetlilere taşı mümkün
olduğunca yatırıp güzelce bir yıkamalarını rica ettim. Taşı fotoğraf çekimi
için en uygun şekle getirebilmek için epeyce bir güç sarf eden gençler, onu bol
suyla güzelce yıkayıp temizlediler. 120x35x20 cm (beşgenin tepe kalınlığı yaklaşık
30 cm) ölçülerindeki taşı çeşitli cephelerden fotoğrafladık.
Ertesi
günü, Mevlâna Kültür Merkezi’ndeki Konya Ansiklopedisi Ofisinde, taşın
kitabesini Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi Müdürü ve ansiklopedi yayın kurulu
üyesi Hasan Yaşar Bey ile birlikte çözdüğümüzde üzülmedim dersem, yalan olur.
Zira ölüm tarihi itibariyle Mevlâna’dan daha yaşlı olan bu hatun, Mevlâna’nın
müridesi ve pek çok hayır eserinin sahibi olan Hand/Hond Fatma Hatun olamazdı.
Ancak dikildiği günkü gibi duran gök mermerden bu heybetli taş da sahibesinin dönemindeki
önemini gözler önüne sermekteydi. Güzel bir Selçuklu sülüsüyle hakkedilmiş
Arapça kitabesinde şunlar yazıyordu:
Hazâ
kabri’l-merhûme
Hond
el-fakîre el-Hâciyye
el-muhâcire
ilâ afvi’l-llah
dâri’l-mülki’s-sa’îd
nevvere’l-lahü
darîhaha
fî yevmi’s-sebt es-sâdise
ve’l-ışrîn
rebîü’l-evvel sene erba’un ve sitte mie
[Türkçesi:
Bu kabir, rahmetli fakire Hacı Hond (Hanım’ındır). (O,) mutluluk ve Allah’ın
nurunun hâkim olduğu âleme (ve) Allah’ın bağışlamasına muhacire olmuştur. Allah
kabrini nurlandırsın. Yirmi altı Rebiü’l-âhir altı yüz dört Cumartesi günü (20
Ekim 1207-Cumartesi).]
Bu Hond
Hatun, Türkiye (Anadolu) Selçukluları Döneminde II. Kılıçaslan (1156-1192)’dan
başlayarak I. Alâeddin Keykubat (1220-1237)’a kadar en az altı Türkiye Selçuklu
sultanıyla yakınlığı olabilecek bir asil hatun olmalıydı [diğer sultanlar: I.
Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1196; 1205-1211), II. Rükneddin Süleyman Şah
(1196-1204), III. Kılıçaslan (1204-1205), I. İzzeddin Keykavus (1211-1220)].
Günler
sonra bir vesile ile karıştırdığım Konya Tarihi’nde de merhum Konyalı’nın
bu taşı söz konusu ettiğini gördüm (Konyalı 1997: 605. Konyalı, bu taşın
kitabesini okurken sadece üçüncü satırdaki “el-muhâcire” kelimesini
“el-muhtâce” olarak görmüş). Konyalı’nın bu taşı en fazla 1940-50’li yıllarda
okuduğunu varsayarsak, aradan geçen altmış yetmiş yıllık zaman zarfında bu
taşın bir metre kadar toprağa gömülmüş olması da ayrıca düşündürücü bir
husustur.
Türkiye
Selçukluları ve Karamanoğulları dönemlerinde yaşadığı bilinen pek çok Hondi
Hatun vardır. I. Alâeddin Keykubat’ın, Kalanoros (Alaiye beyi) Hıristiyan
Kirvard’ın kızı olan ve Müslüman olduktan sonra Mahperi Hand Hatun adını alan
hanımı (Konyalı, Konya Tarihi, 1997, 1087), II. İzzeddin Keykavus’un,
Ferhuniye Süt Tekkesi’nin banisi ve sakinesi kızı Hand Fatma Hatun (Konyalı
1997: 595, 596, 597, 598, 599, 600, 758), Sahip Ata’nın kızı tarafından
torunlarından Seyid Eseddullah’ın kızı Hand Hatun (Konyalı 1997: 512, 933, 1069);
Karamanoğullarından Kasım Çelebi’nin annesi ve Mahmut Çelebi’nin hanımı Hondi
Hatun (Konyalı 1997: 774) ile Turgutoğulları hanedanından üç Hondi Hatun: Ömer
Bey’in kızı Paşa Hondi Hatun, Ahmet Bey’in kızı Hondi Hatun ve Alâeddin Paşa’nın
kızı Paşa Hondi Hatun (Konyalı 1997: 775, 776, 1016) bunların en
tanınmışlarıdır.
Hand/Hond;
Handi/Hondi/Hundi Kelimesinin Etimolojisi
خواند = Hand/Hond, hudâvend demek olup, hudâvendgâr ile aynı anlamı taşımaktadır. Ayrıca Hudavend ile aynı anlama gelen ve aynı kelimenin muhaffefleri olan hâvend (خند) ve hudîvend (خديوند), (çend vezninde) şeklinde kullanıldığı da görülmektedir. Yine Hudavend unvanının eşanlamlısı olarak Farsçada hem hond (خوند) hem de konuşma dilinde hund (خوند) şeklindeki okunuşlarına rastlamaktayız. Görüldüğü gibi her iki farklı okunuşun yazılışı da aynıdır.
Buraya
kadar detaylandırmaya çalıştığımız örnekleri özetlemeye çalışırsak; Hand, Hond,
Hund; Handi, Hondi, Hundi; Havend ve Hudivend formlarının hepsi, Hudavend’in
farklı şekillerdeki kullanımları olup onunla aynı anlamı taşımaktadırlar ve
hepsi birbirlerinin yerine kullanılabilmektedir.
Gözden
kaçırmamamız gereken ikinci önemli noktaysa, tarihi seyir içerisinde bu
kelimelerin hem unvan, hem özel isim olarak iki değişik fonksiyonu yerine getirecek
biçimde çok yaygın olarak kullanılmış olmasıdır. Genel bir kural olmamakla
beraber bu kelimeler, unvan olarak kullanıldığı zaman kendilerinden sonra bir
isim getirildiği hâlde, özel isim olarak geçtikleri yerlerde tabii olarak yalnız
kullanılırlar. Kelime XIV ve XV. yüzyıllarda Mısır Memlukları arasında da yaygın
olarak kullanılmıştır (Gürbüz 2004: 148-150).
Hülasa,
Hand/Hond ya da Handi/Hondi/Hundi… nasıl yazılıp, nasıl telaffuz edilirse
edilsin Türk tarihinin belli bir döneminde bu coğrafyada önemli/asil kadınlara
verilen bir addır. Tabiatıyla mezar taşını tekrar gün yüzüne çıkardığımız
mezkûre Hond Hatun da böyle önemli hatunlardan biri idi. Onun bir Selçuklu melikesi
veya bir sultan hanımı olması kuvvetle muhtemeldir.
KAYNAKÇA:
ÇETİN,
Atilla, “Hudâvendigâr”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul
1999, c. XVIII, s. 285.
ETİK,
Arif, Ferheng-i Fârisî (Farsça-Türkçe Lûgat), İstanbul 1968, s. 158-159.
GÜRBÜZ,
Osman, “Erzurum Çifte Minareli Medrese’nin Yapım Tarihi ve Banisi Hakkında Yeni
Bir Yaklaşım”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi,
Erzurum 2004, sy. 25, s. 145-160.
KONYALI,
İ. Hakkı, Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Ankara 1997.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder