5 Ekim 2017 Perşembe

Konyalı Hond Hatun

BİR MEZAR TAŞININ YENİDEN GÜN YÜZÜNE ÇIKMASI VESİLESİYLE “HAND/HOND, HANDİ/HONDİ/HUNDİ” İSMİ ÜZERİNE…
Ali IŞIK


Beş altı yıl kadar önceydi. Konya mezar taşları çalışmam kapsamında Musalla Mezarlığı’nı taradığım bir gün, buradaki Gömeç Hatun Türbesi’nin güneybatısında ve hemen yanı başında yer alan gök mermerden dönemindeki dikey taşlara göre oldukça heybetli taşı gördüğümde, hele kitabesinin ikinci satırındaki ismi okuduğumda bir hazine bulmuşçasına sevinmiştim. Önden Selçuklu kemerli şahidelerini andıran, arka tarafı nazarıitibara alındığında ise beşgen yapılı taşın, kitabesinin ilk üç satırından gerisi toprağa gömülmüş hâldeydi. Hemen ellerimle toprağı eşelemeye başladım. Tırnaklarımı acıtma pahasına ancak bir satırını daha gün yüzüne çıkarabildim. Bu taşın sahibesi Hond Hatun, Türkiye (Anadolu) Selçukluları Döneminde yaşamış Hond hatunlardan birine ait olmalıydı. Bunlardan hangisine ait olduğu da ancak taşın tamamının gün yüzüyle buluşmasından sonra tespit edilebilirdi. Hiç vakit kaybetmeden hemen yakındaki Mezarlıklar Müdürlüğüne koşturdum.
Konya Büyükşehir Belediyesinin çalışmalarıyla takdire şayan Mezarlıklar Şube Müdürü Ayhan Tongar’ı makamında buldum. Arşimetvari bir haletiruhiye içinde odasına girdiğim Ayhan Bey’le hâl hatır faslını dahi boş verip soluk soluğa arzumu arz ettim. Bu durumum karşısında düştüğü şaşkınlıktan çabuk kurtulan Ayhan Bey, hemen gerekli talimatları verdi.
Dört mezarlık hizmetlisinin bir saati aşkın çalışması sonucu bir metreyi aşkın bir derinlikte tamamı meydana çıkan ve kalın bir insan gövdesi kadar olan taşı dört genç hizmetli kaldırmak bir yana ancak azıcık sağa sola oynatabiliyorlardı. Oysa Ayhan Bey, taşın zemin seviyesine yükseltilip öyle sabitlenmesini istiyordu. Uzun sürecek bu iş için vaktim olmadığından hizmetlilere taşı mümkün olduğunca yatırıp güzelce bir yıkamalarını rica ettim. Taşı fotoğraf çekimi için en uygun şekle getirebilmek için epeyce bir güç sarf eden gençler, onu bol suyla güzelce yıkayıp temizlediler. 120x35x20 cm (beşgenin tepe kalınlığı yaklaşık 30 cm) ölçülerindeki taşı çeşitli cephelerden fotoğrafladık.
Ertesi günü, Mevlâna Kültür Merkezi’ndeki Konya Ansiklopedisi Ofisinde, taşın kitabesini Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi Müdürü ve ansiklopedi yayın kurulu üyesi Hasan Yaşar Bey ile birlikte çözdüğümüzde üzülmedim dersem, yalan olur. Zira ölüm tarihi itibariyle Mevlâna’dan daha yaşlı olan bu hatun, Mevlâna’nın müridesi ve pek çok hayır eserinin sahibi olan Hand/Hond Fatma Hatun olamazdı. Ancak dikildiği günkü gibi duran gök mermerden bu heybetli taş da sahibesinin dönemindeki önemini gözler önüne sermekteydi. Güzel bir Selçuklu sülüsüyle hakkedilmiş Arapça kitabesinde şunlar yazıyordu:

Hazâ kabri’l-merhûme
Hond el-fakîre el-Hâciyye
el-muhâcire ilâ afvi’l-llah
dâri’l-mülki’s-sa’îd nevvere’l-lahü
darîhaha fî yevmi’s-sebt es-sâdise
ve’l-ışrîn rebîü’l-evvel sene erba’un ve sitte mie

[Türkçesi: Bu kabir, rahmetli fakire Hacı Hond (Hanım’ındır). (O,) mutluluk ve Allah’ın nurunun hâkim olduğu âleme (ve) Allah’ın bağışlamasına muhacire olmuştur. Allah kabrini nurlandırsın. Yirmi altı Rebiü’l-âhir altı yüz dört Cumartesi günü (20 Ekim 1207-Cumartesi).]
Bu Hond Hatun, Türkiye (Anadolu) Selçukluları Döneminde II. Kılıçaslan (1156-1192)’dan başlayarak I. Alâeddin Keykubat (1220-1237)’a kadar en az altı Türkiye Selçuklu sultanıyla yakınlığı olabilecek bir asil hatun olmalıydı [diğer sultanlar: I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1196; 1205-1211), II. Rükneddin Süleyman Şah (1196-1204), III. Kılıçaslan (1204-1205), I. İzzeddin Keykavus (1211-1220)].
Günler sonra bir vesile ile karıştırdığım Konya Tarihi’nde de merhum Konyalı’nın bu taşı söz konusu ettiğini gördüm (Konyalı 1997: 605. Konyalı, bu taşın kitabesini okurken sadece üçüncü satırdaki “el-muhâcire” kelimesini “el-muhtâce” olarak görmüş). Konyalı’nın bu taşı en fazla 1940-50’li yıllarda okuduğunu varsayarsak, aradan geçen altmış yetmiş yıllık zaman zarfında bu taşın bir metre kadar toprağa gömülmüş olması da ayrıca düşündürücü bir husustur.
Türkiye Selçukluları ve Karamanoğulları dönemlerinde yaşadığı bilinen pek çok Hondi Hatun vardır. I. Alâeddin Keykubat’ın, Kalanoros (Alaiye beyi) Hıristiyan Kirvard’ın kızı olan ve Müslüman olduktan sonra Mahperi Hand Hatun adını alan hanımı (Konyalı, Konya Tarihi, 1997, 1087), II. İzzeddin Keykavus’un, Ferhuniye Süt Tekkesi’nin banisi ve sakinesi kızı Hand Fatma Hatun (Konyalı 1997: 595, 596, 597, 598, 599, 600, 758), Sahip Ata’nın kızı tarafından torunlarından Seyid Eseddullah’ın kızı Hand Hatun (Konyalı 1997: 512, 933, 1069); Karamanoğullarından Kasım Çelebi’nin annesi ve Mahmut Çelebi’nin hanımı Hondi Hatun (Konyalı 1997: 774) ile Turgutoğulları hanedanından üç Hondi Hatun: Ömer Bey’in kızı Paşa Hondi Hatun, Ahmet Bey’in kızı Hondi Hatun ve Alâeddin Paşa’nın kızı Paşa Hondi Hatun (Konyalı 1997: 775, 776, 1016) bunların en tanınmışlarıdır.
Hand/Hond; Handi/Hondi/Hundi Kelimesinin Etimolojisi
Farsça “hudâ (خدا)” (Tanrı) kelimesine mülkiyet ve benzerlik ifade eden “-vend (وند)” ile yine benzerlik, nispet ve mübalağa ifade eden “-gâr (كار)” eklerinin getirilmesiyle oluşturulan hudâvendigâr (خداوندكار) “Tanrı, hâkim, hükümdar, âmir, efendi, sahip, bey” gibi manalara gelmektedir. Hudâvend (خداوند) de bu anlamları ifade etmekte olup bazılarına göre “-gâr” eki zaittir. Eski ve Orta Farsçada rastlanmayan bu kelimenin Gazneliler tarafından “hudâvend-i cihan” şeklinde “efendi, hükümdar” anlamlarında kullanıldığı bilinmektedir. Selçuklu ve Hârizmşahlara ait belge ve mektuplarda ise “hudâyegân-ı âlem” (dünyanın sahibi) tabiri geçer. Daha çok hükümdarlar için kullanılan kelime, sivil ve askerî memurların yanı sıra ilim ve sanat koruyucuları için de “veliyy-i niam” sıfatıyla birlikte yer almıştır. Celâyirli, Akkoyunlu ve Karakoyunlularda bu tabire “hudâvend-i a’zam, hudâyegân-ı âlem” şeklinde rastlanır. Osmanlılarda ise “padişah” karşılığı olarak hudâvendigâr şekli kullanılmıştır. Fakat hudâvendigâr denince genellikle Sultan I. Murat akla gelir (Çetin 1999: 285).

 خواند = Hand/Hond, hudâvend demek olup, hudâvendgâr ile aynı anlamı taşımaktadır. Ayrıca Hudavend ile aynı anlama gelen ve aynı kelimenin muhaffefleri olan hâvend (خند) ve hudîvend (خديوند), (çend vezninde) şeklinde kullanıldığı da görülmektedir. Yine Hudavend unvanının eşanlamlısı olarak Farsçada hem hond (خوند) hem de konuşma dilinde hund (خوند) şeklindeki okunuşlarına rastlamaktayız. Görüldüğü gibi her iki farklı okunuşun yazılışı da aynıdır.
Buraya kadar detaylandırmaya çalıştığımız örnekleri özetlemeye çalışırsak; Hand, Hond, Hund; Handi, Hondi, Hundi; Havend ve Hudivend formlarının hepsi, Hudavend’in farklı şekillerdeki kullanımları olup onunla aynı anlamı taşımaktadırlar ve hepsi birbirlerinin yerine kullanılabilmektedir.
Gözden kaçırmamamız gereken ikinci önemli noktaysa, tarihi seyir içerisinde bu kelimelerin hem unvan, hem özel isim olarak iki değişik fonksiyonu yerine getirecek biçimde çok yaygın olarak kullanılmış olmasıdır. Genel bir kural olmamakla beraber bu kelimeler, unvan olarak kullanıldığı zaman kendilerinden sonra bir isim getirildiği hâlde, özel isim olarak geçtikleri yerlerde tabii olarak yalnız kullanılırlar. Kelime XIV ve XV. yüzyıllarda Mısır Memlukları arasında da yaygın olarak kullanılmıştır (Gürbüz 2004: 148-150).
Hülasa, Hand/Hond ya da Handi/Hondi/Hundi… nasıl yazılıp, nasıl telaffuz edilirse edilsin Türk tarihinin belli bir döneminde bu coğrafyada önemli/asil kadınlara verilen bir addır. Tabiatıyla mezar taşını tekrar gün yüzüne çıkardığımız mezkûre Hond Hatun da böyle önemli hatunlardan biri idi. Onun bir Selçuklu melikesi veya bir sultan hanımı olması kuvvetle muhtemeldir.

KAYNAKÇA:
ÇETİN, Atilla, “Hudâvendigâr”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 1999, c. XVIII, s. 285.
ETİK, Arif, Ferheng-i Fârisî (Farsça-Türkçe Lûgat), İstanbul 1968, s. 158-159.
GÜRBÜZ, Osman, “Erzurum Çifte Minareli Medrese’nin Yapım Tarihi ve Banisi Hakkında Yeni Bir Yaklaşım”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum 2004, sy. 25, s. 145-160.
KONYALI, İ. Hakkı, Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Ankara 1997.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder