KONYA TARİHİNDE
SELLER
Ali IŞIK
Belgelerle
takip edilebilen tarihi boyunca sık sık kuraklıklar yaşayan Konya, zaman zaman
da korkunç sellere maruz kalmıştır. Bu sellerin sıklığından olsa gerek ki,
Konya halkının: “Konya selden, Niğde yelden…” (Odabaşı, s. 42), “Konya beş
aslanın ağzında: 1. Keçili Deresi, 2. Meram Deresi, 3. Buzluk Deresi, 4. Sille
Deresi, 5. Apa Deresi…” (Odabaşı, s. 43), “Konya’nın ölümü sudan” gibi
serzenişleri zamanla darbımeseller hâline dönüşmüş; Meram’ın güneydoğusuna
düşen ve Lalebahçe’nin aşağı taraflarından başlayıp ta Karaman yoluna kadar
uzanan yöre, Meram Deresi’nin taşkınları sebebiyle “Selbasan” adını almıştır. 1961
yılında Sille Deresi’nin Sille Barajı’yla, 1967 yılında da Meram Deresi’nin Altınapa
Barajı’yla dizginlenmesinden sonra Konya’da önemli bir sel afeti yaşanmasa da
yaşlı Konyalıların, Konya’nın sonunun yine sudan olacağı inancı kaybolmamıştır.
Esasen yaklaşık olarak günümüzden iki
buçuk milyon yıl öncesindeki Buzul Çağının (Pleistosen) etkisiyle Konya, Çumra,
Karaman, Ereğli ve Karapınar ovaları tamamen sularla kaplanmıştır. Eski Konya
Gölü olarak bilinen bu gölün ortalama derinliği 15-20 metre civarındadır. Bundan
on-on dört bin yıl önce buzul çağlarının sona ermesiyle (Holosen) iklimde
başlayan kuraklaşma sebebiyle Konya Gölü tedrici olarak çekilmeye başlamıştır.
Bu gölün bakiyelerinden Aslım Bataklığı iklim şartlarının yanı sıra insanların
da çabasıyla kurumuş, son bakiyeleri olan Hotamış ve Akgöl bataklıkları ise can
çekiştirmektedirler.
Konya’nın
geçmişindeki bu durumu adının etrafında oluşan bir efsaneye de yansımıştır. Bu
efsaneye göre Horasan illerinden Anadolu’ya göçen iki veli zat yurt tutmak
üzere bir yer aramağa çıkmışlar. Her ikisi de bu seyahati uçarak yapıyor imiş.
Yukarıdan sulak, yeşillik bir yer görmüşler, dağların yamacında güzel bir
düzlük... Hoşlarına gitmiş. Havada iken biri diğerine seslenmiş: “Konalım mı?”.
Diğeri cevap vermiş: “Kon ya!”. Yere inmişler ve burayı yurt edinmişler. Ondan
sonra burada kurulan şehrin adı “Konya” olmuş (Önder, s. 8).
Konya
Gölü’nün yok oluşuyla ilgili eski bir Konya efsanesini de Kâtip Çelebi rivayet
eder. Çelebi’nin ifadeleriyle bu rivayet şöyledir (Noktalama işaretleri
tarafımızdan konulmuştur): “… İsmil karşusında olan dağlara Fodul Baba Dağları
dirler imiş. Ahâlî-i İsmil anlara (onlara) kusfendüsi (koyununu) sayd itmek
(avlanmak) olmaz; Fodul Baba sürüsü dirler ve anın (onun) himayesindedir
dirler. Destûr ile taleb idüb iki üç kusfend (koyun) saydına (avına) cür’et
idüb üçden ziyâdesin sayda cür’et etmezler ve anlar da meşhûrdur eğer ziyâde
olursa elbette ol âdeme ukûbetler (azap, ceza) ve siyâsetler gelür hatta
ba’zısı helâk olmuşdur hatta bir asırda Konya paşası ol koyunlara taarruz
etmişdir ve azîm ukûbetlere uğradı ve bu koyunların sürüsü iki bin kadar dahi
ziyadedir ve hâlâ buna ol dağda ne ağaç ne su vardır; ancak bir küçük havz
vardır. Suyu ne artar ve ne eksilür. Ol semtde olan hayvanât bu sudan içerler
ve Konya buhayrası (gölü) taşub ta İsmil kurbuna gelmekle ol kazâ hemvar derya
gibi olmağın ahâlî-i vilâyet-i Konya sahrası bir zamânda deryâ imiş Eflâtûn
tedbîr idüb bir tarîk ile (yolla) mahv eylemiş, derler…” (Kâtip Çelebi, s.
616). Başlı başına bir yazı konusu olan “Eflâtûn (-ı ilâhî)”, Sultan Alâeddin
ile birlikte Konya (İç) Kalesi’nde yatmaktadır (Kâtip Çelebi, s. 615).
Ayakta
olduğu dönemde Konya Dış Kalesi’nin on iki kapısı vardır. Bu kapılardan sadece
ikisinin kitabesi günümüzde bellidir. Sultan I. Alâeddin Keykubat (1192-1237) tarafından
konan kitabelerden birisi eldedir. Diğerinin de vaktiyle kitaplara bir örneği
geçirilmiştir. Ötekiler bugün ortada yoktur. Örneği elde bulunan ikinci kitabenin
Arapça metninin Türkçe çevirisi şöyledir: “Bu çevrilmiş bir kaledir ki,
fışkıran selleri ve sıçrayan süvarileri durdurur ve karanlık gecede felakete
uğrayan düşmanın çığlıklarına da karşı durur”. Bu kitabeden Konya şehrinin eski
zamanlarda da sel tehlikeleri geçirdiği anlaşılmaktadır. Mesela 1110/1698-99 yılında
Konya’yı bir sel bastığı bilinmektedir. O zaman yedi gün yedi gece yağan
yağmurlardan Meram, Sille, Akyokuş dereleri coşmuş; camiler, çarşı, Devle ve
Çifte Merdiven mahalleleri su içinde yüzmüştür. 1807 yılında da Meram’dan gelen
korkunç bir selden de Güherçile Fabrikası (Baruthane, eski matbaacılar) civarındaki
evler çok etkilenmiştir. İşte Konya Kalesi’nin bu kitabesi, Konya’nın daha
birçok sel afeti yaşadığını da anlatmış oluyor. Buna göre düz ve alçak bir
arazi üzerinde kurulan Konya şehrinin etrafını çeviren yaklaşık yirmi metre
yüksekliğindeki surlar ile içindeki ve önündeki derin hendekler, şehri hem düşman
taarruzundan hem de sel tecavüzünden korumaktadır. Diğer taraftan eski devirlerde
Konya’nın birçok mahallesinde yer yer göller bırakılmıştı. O semtlerin yağmur
suları o göllere akar, yıllarca göllerin suları çekilmeyerek yemyeşil olup
kokardı (Erdoğan, s. 223-224).
Konya’nın
gördüğü son büyük sellere gelince… Bunların en şiddetlisi 28 Kasım 1937 Pazar
günü sabahına doğru meydana gelmiştir. 26 Kasım Cuma günü akşamüzeri yağmaya
başlayan yağmur aralıksız otuz altı saat devam ettikten sonra, cumartesi gecesi
saat 24.00’te şiddetini artırmış, bu yüzden pazar günü sabaha karşı şehri sel
basmıştır.
Meram
Deresi’nden taşan sel bütün şiddetiyle şehir merkezine doğru ilerlemeye
başlamış; şehirde görevli zabıta, asker ve jandarma harekete geçirilerek
tedbirler alınmaya çalışılmıştır.
Meram’dan
gelen sel iki kola ayrılıp bir kısmı demiryolunun Meram geçidinden aşarak
Söylemezin Konağı’ndan muhacir pazarının cenup kısmını, Larende Caddesi’ni
takiben Sahipata Camii ile eski mezbahaya kadar gelmiş, bu aradaki bazı evleri
basmış, yolları geçilmez hâle getirmiştir. Bu sırada kerpiç evlerden birkaçı
yıkılmış, ev sahiplerinden ekserisi hiçbir eşya kurtaramadan kendilerini sokağa
atmışlardır.
Selin
ikinci kolu da Havzan bağlarından inerek İstasyonun arka taraflarını takiben
Havzan geçidinden itibaren Beyşehir yolu geçidine kadar olan kısmı Akyokuş
Deresi’nden gelen selle birleşerek kaplamış ve demiryolunu aşarak Askerî Orta
Mektep Caddesi’nden Zindankale’ye ve Hastane Caddesi’nden de genelevleri
(Kültür Park’ın kuzey kesimi) geçip hastane önüne gelmiş, burada vaktinde
alınan tedbirler sonucu şehir merkezine girmesine meydan verilmemiş, büyük bir
setle Musalla’ya çevrilmiştir.
Sel,
bu kesimde de önemli tahribat yapmıştır. Askerî Orta Mektep karşısında yeni
yapılmakta olan iki ev, Zindankale’nin güney kısmında üç ev, kuzeyinde de altı
ev tamamen yıkılmıştır. Genelevlerin alt katını su bastığı için binalar tahliye
edilmiş, evlerden bir kısmı da yıkılmıştır. Santral binasını su bastığından,
yanı sıra şebekeyi tahrip ettiğinden şehirde elektrikler kesilmiştir.
Şehirde
selin yaptığı maddi zarar 70-80 bin lira olarak tahmin edilmekte, açıkta
kalanlara Vilayet, Parti (CHP), Belediye ve Kızılay’ca yardım yapılmaktadır.
Şehirde yıkılan evlerin sayısı yirmi ikiyi bulmuş, elli kadar ev ise kısmen
hasar görmüştür. Dere’de iki, Tömek’te ise dört ev yıkılmıştır. Şehir merkezinde
bir at, Dere’de de iki koyun selde telef olmuştur. Demiryolu hattının bozulması
sonucu İstanbul treni şehre girememiş, hat tamirine kadar Horozluhan’da
bekletilmiştir. Afetin sevindirici tarafı ise hiç can kaybı olmamasıdır (Ekekon,
29 İkinciteşrin 1937, s. 1, 4).
Bu
selden sonra Konya’da büyük çaplı bir yardım kampanyası başlatılmış; bu
kampanyaya küçük de olsa maddi destek verenlerin listesi günlerce Ekekon
gazetesinde yayımlanmıştır.
30
Mayıs 1945 Çarşamba günü öğleden sonra Loras ve civarında başlayan yağmur
gittikçe şiddetini artırmış, yağmur sularının kısa sürede ırmaklara dönüşerek
Meram Deresi’ne dökülmesi sonucu dere yatağı azgın suları zapt edemediğinden
1930 yazından bu yana görülmeyen bir sel meydana gelmiştir. Sel, saat 19.00’da
şiddetini artırmış, 20.30’da ise son haddini bularak Meram Köprüsü’nün bütün
gözlerini kapatmıştır.
Taş
köprü ile değirmen arasındaki bazı evler su ortasında kalmış ve iki çay
birleşerek arada kalan bütün tarlaları basmıştır. Sular bir aralık yeni Meram
yolunu da aşarak Köyceğiz istikametinde sokakları kaplamıştır. Meram
çarşısındaki dükkân duvarlarına, cadde üzerindeki bazı evlerin ve Vali
Konağı’nın bahçe duvarlarına kadar yükselerek önün kattığı ağaç, direk ve
kütükleri sürükleyen sular Meramlıları iki saat korku ve heyecan içinde
yaşattıysa da, saat 21.00’de küçülmeye başlamış, bilahare Meram Deresi yatağına
çekilmeye başlamıştır. Meram’ın Selam, Cirit, Kirazlı ve Server yörelerinde
birçok bağ ve tarla sular altında kalmıştır.
Sel
sebebiyle can kaybı olmamış; ancak zirai zararın yanı sıra Elektrik
Fabrikasının baraj kapağının kırılması sonucu fabrika içine dolan sular
sebebiyle fabrikanın elektrik üretimi kesintiye uğramıştır (Ekekon, 31
Mayıs 1945, s. 1).
Bu
sel sonrası Ekekon gazetesinde müteaddit kereler Konya sellerini
önleyecek çözüm tekliflerinin yer aldığı yazılar yayımlanıp, Hükümeti muhatap
alan ve acil çözüm isteyen açık mektuplara yer verilmiştir. Nihayet Konya
aydınlarının bu çığlıkları Ankara’da duyulmuş; Bayındırlık Bakanı C. Kerim
İncedayı’nın: “Konya ne sudan, ne susuzluktan batacak!” vaadi 14 Temmuz 1947
Pazartesi tarihli Ekokon’un manşetine çekilmiştir (Lakin bu vaat ancak
çeyrek asır sonra gerçekleşecektir).
1951
yılı Haziranında sel bu kez Sille’yi vurmuştur. 23 Haziran Cumartesi günü saat
15.30’da ani olarak başlayan şiddetli yağmurun yol açtığı sel Sille’yi
basmıştır. Sel, beşi kerpiç olmak üzere altı evi tamamen, bir evle iki dükkânı
da kısmen yıkmıştır. Çay kenarındaki fırın, dükkân ve evlere giren selin
yaptığı zarar oldukça büyüktür. Sille’nin ana caddesiyle içme suyu şebekesi
tamamen tahrip olmuştur (Yeni Meram, 25 Haziran 1951, s. 1).
Sille’deki
sel vukuunda Karaman’da bulunan Konya Valisi Kemal Hadimli, Pazar akşamı
Konya’ya döner dönmez ilgili bürokratlarıyla derhal Sille’ye geçerek durumu
tetkikle alınması gerekli tedbirlere dair direktiflerini vermiştir. Sille’nin
yanı sıra Keçimuhsine, Değirmen ve Tatköy köylerinde de etkili olan selin ev,
işyeri, tarla ve bahçelerde verdiği zararın maddi boyutu Vali tarafından 150
bin lira olarak açıklanmıştır (Yeni Meram, 27 Haziran, s. 1). Sille ve
civarının bu zararına karşılık Bayındırlık Bakanlığından acil yardım olarak 5
bin lira gönderilmiştir (Yeni Meram, 1 Temmuz 1951, s. 1, 2).
Bu
yazımızı bizzat tanığı olduğumuz bir sel hadisesi ile bitirmek istiyoruz. Galiba
1982 acı baharıydı. O zamanlar Karapınar’a, günümüzde ise Ereğli’ye bağlı
Belkaya’da (eski adı Arısama) görev yapıyordum. O günün ikindi üzeriydi. Ders
bitimine doğru başlayan sağanak bizi okulumuzda mahsur bırakmıştı. Bir müddet
sonra duran yağmurun ardından güneşin olanca parlaklığıyla bulutlar arasından
yüzünü göstermesi üzerine kendimizi dışarı atmıştık. Belediyeye ait sosyal
tesisin beş dükkânından oluşan okulumuzdan dışarı adım attığımızda kendimizi
kasaba meydanında bulurduk. Kasabanın eli boşları belediye binası, -sözüm ona-
okul binası, kahve hâline getirilmiş kara örtülü eski bir oda ve eski okul
binasını ihata eden avlu ile çevrili kasaba meydanında toplaşırlardı. Öğretmen
arkadaşlar ve sohbetimizden hoşlanan birkaç kasabalı gençle eski okul binasının
bahçe duvarına sırtımızı vermiş, dereden tepeden lakırdılarla bir günü daha
savmaya çalışıyorduk. Birden patlak veren bir uğultu lakırdıları kesivermişti.
Gittikçe artan uğultu kendini fazla aratmadı. Kasabanın kuzeybatısına düşen Arısama
Dağı’nın kasaba istikametindeki koyağı azgın bir nehre dönüşmüştü. Boz bulanık
çamur bulamacını andıran, zaman zaman kükremeye dönüşen yürek hoplatıcı
uğultularla tozu dumana katarak kasabaya doğru atağa geçen seli bir belgesel takip
eder gibi seyretmeye başlamıştık. Bir ara içimizden birinin bir hamle ile bahçe
duvarının üzerine atlamasıyla aklımızı başımıza getirdi. Hepimiz onu takip
ettik. Bahçe duvarı üzerine çıkmamızın üzerinden birkaç dakika sonrası sel,
Moğol çapulcuları gibi bir anda kasaba meydanını istila edip okul binasının
ardındaki çöküntü alanına yol buldu.
Şaşkınlığımızın
geçişi ile selin bitişi bir olmuştu. Lakin okul arkasındaki oluşan gölcüğün bir
yakası evimin eşiğinde nihayetleniyordu. O gün akşama doğru evime bir traktörle
ulaşabildim. Evimin önündeki gölcük üç beş gün sonra çekilip gitti. Ancak küçük
çaplı bu selin Arısama Dağı’ndan kasabaya doğru akını ve bir anda kasabayı
istila edişi o gün bugündür bir felaket tablosu olarak aklımda mıh gibi çakılı
kaldı.
KAYNAKÇA:
BİLDİRİCİ,
Mehmet, Tarihi Su Yapıları Konya Karaman Niğde Aksaray Yalvaç Side Mut
Silifke, Ankara 2009.
DOĞAN,
M. Sabri, Konya Su Tarihi, KOSKİ Yay., Konya 2003.
KÂTİP
ÇELEBİ, Kitâb-ı Cihân-nümâ, Matbaa-i Âmire (İbrahim Müteferrika
baskısı), İstanbul 1632.
ÖNDER,
Mehmet, Konya Efsaneleri, Konya 1963.
ODABAŞI,
A. Sefa, Geçmişten Günümüze Konya Kültürü, Selçuklu Be. Yay., Konya 1999.
TAPUR,
Tahsin, “Eski Konya Gölü’nün İlk Yerleşmelere Etkileri”, Karadeniz
Araştırmaları, C. VI, S. 23, Güz 2009, s. 99-115.
ERDOĞAN,
Abdülkadir, “Kitabelerin Değeri ve Konya”, Konya, Konya 1936, S. 4, s.
221-225.
Ekekon, 29 İkinciteşrin
1937; 31 Mayıs 1945.
Yeni
Meram,
25 Haziran 1951; 27 Haziran, 1951; 1 Temmuz 1951.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder