5 Ekim 2017 Perşembe

Bozkır Baybağanlı Âşık Kul Mustafa'nın Bir Ağıtı

ÂŞIK BAYBAĞANLI KUL MUSTAFA VE AHMET HÂDİMÎ EFENDİ’NİN ŞEHADETİ ÜZERİNE ONA YAKTIĞI AĞIT

Ali IŞIK[1]

ÖZET

XVIII. yüzyılın son çeyreği ile XIX. yüzyılın son çeyreği arasında yaklaşık bir asır ömür süren Baybağanlı Âşık Kul Mustafa, yaşadığı dönemden günümüze Bozkır-Hadim merkezli Orta Toroslar’ın önemli âşıklarındandır. Terennüm ettiği şiirlerinde yansıttığı duygu ve düşüncelerinin yanı sıra yaşadığı/bulunduğu coğrafyaların coğrafi özelliklerine ve birtakım tarihî olaylarına dair bilgiler de aktarmıştır. Kul Mustafa’nın, bildirimizin ana konusunu teşkil eden Hadimî hazretlerinin torunu Ahmet Hadimî Efendi’nin şehadeti üzerine yaktığı ağıt da bu önemli kişiye ve katline dair ayrıntılı bilgileri ihtiva etmektedir.

Anahtar Kelimeler

Bozkır, Baybağan, Baybağanlı Âşık Kul Mustafa, Şehit Ahmet Hadimî Efendi, ağıt.

Giriş
Âşık edebiyatı, bağımsız bir sosyo-kültürel kurum kimliğiyle ortaya çıktığı XVI. yüzyıldan günümüze kadar, Türk kültür hayatı içinde yer alan bütün öğeleri bünyesinde barındırır. Önemli bir bölümünü âşıkların oluşturduğu bu edebiyat temsilcilerinin –çoğunlukla sonradan yazıyla kaydedilmiş- sözlü ürünleri de edebî metinler kapsamındadır.
Edebî metinler, her ne kadar estetik hazları tatmin eden özellikleri öncelenirse de, aynı zamanda tarihî ve sosyal hadiselere ışık tutan önemli belgelerdir. Âşıklar, şiirlerinde salt güzeli ve güzellikleri terennüm etmemişlerdir. Bunlar, bir ferdi oldukları toplumu derinden etkileyen tabii afet, savaş, kıtlık, göç gibi tarihî/sosyal olgularla kendilerinin maruz kaldığı/tanık olduğu bir haksızlık ya da –bildirimizde söz konusu edeceğimiz- acı bir cinayet gibi ferdî olayları da şiirlerinde ele alarak tarihe ışık tutmuşlardır.
1. Baybağanlı Âşık Kul Mustafa
Âşık Kul Mustafa, Bozkır ilçesinin Baybağan[2] köyünde dünyaya gelmiştir. Sadeddin Nüzhet [Ergun] ile Mehmed Ferid [Uğur]’un birlikte yazdıkları Konya Vilâyeti Halkiyyât ve Harsiyyâtı’nda doğum ve ölüm tarihleri “H 1270 - 1320” (M 1853-54 – 1902-03) olarak gösterilmekte ise de ([Ergun]-[Uğur] 1926: 238; 2002: 129); Âşık Mustafa’nın “H 1275”te yazdığı “Memleket” adlı bir destanında:

Sene bin iki yüz yetmiş beşinde
Seyyah olub iller tobana[3] seyret
Zikr eyleyen altmış dokuz yaşında
Cihanı dolanup gezene seyret

demektedir.
Âşık Mustafa, bu destana göre “H 1275/M 1858”de altmış dokuz yaşında bulunuyordu ki; Konya Vilâyeti Halkiyyât ve Harsiyyâtı müellifleri bu tarihi, doğum yılı olarak, göstermektedirler. Hâlbuki Âşık Mustafa’nın bu malûmata göre “1202/1787”[4] yılında Konya - Bozkır kasabasının bir saat[5] güneyine düşen “Baybağan” köyünde doğmuş bulunduğu anlaşılmaktadır (Akça 1945: 7). Son zamanlarında ihtiyarlık tesiriyle gözleri az görmeye başladığından kendisine Kör Mustafa lâkabı da verilmiştir[6]. Bu bilgiyi de kendi yazma divanının baş tarafındaki hayatını anlatan bir kaç satır içinde göstermektedir. (…) Divanın içindeki şiirler tasavvufi tarzında yazılmıştır. Ekserisinde Kul Mustafa mahlasını kullanmıştır. Halk arasına yayılan koşma, türkü ve destanlarında tabiatın güzelliklerini, sosyetenin ahlâk ve telâkkilerini natürel, lirik ve rindâne bir şekilde terennüm etmektedir (Akça 1945: 7).
Baybağanlı Âşık Mustafa, gençliğinde birçok beldeleri dolaşmış, her uğrak verdiği yerin tarihî, coğrafî, tabiî ve iktisadî durumunu şiirlerinde belirtmekle beraber, halkının da umumî karakteri hakkında destanlar, hicivler ve methiyeler de yazmıştır.
Âşık Mustafa, son zamanlarında Nakşî tarikatına intisap etmiş, şeyhinin dinî umdelerini halka yaymaya çalışmış ve bu arada hoşlanmadığı dervişleri taşlamaktan da geri kalmamıştır.
Âşık Mustafa Bozkır, Hâdim ve Konyalı hemşehrileri tarafından çok sevilmiş ve bugün bile onun koşmaları, türküleri hafızalardan silinmemiştir.
Âşık Mustafa, “1297 H. - 1879 M.” yılında Baybağan köyünde doksan iki yaşında piri fani bir ihtiyar olarak gözlerini hayata kapamıştır. Kabri belirsiz bir hâldedir (Akça 1945: 8).
Bir şiirinde yer alan şu dörtlüğüne göre Kul Mustafa’nın şiirlerini saz eşliğinde söylediğini zannediyoruz.

Adular kimlik edenler
Daim noksanın güderler
Âleme dellal ederler
Sazım hey medet hey medet (Odabaşı 1998: 11)

Baybağanlı Âşık Mustafa’nın halk arasında yayılmış olan koşma, türkü ve destanları henüz toplanmamıştır. Buna ait bir cönk de mevcut değildir. Konya bölgesinde Âşık Mustafa’dan sonra yetişen bazı halk şairleri Baybağanlı Âşık Kör veya Kul Mustafa’nın şiirlerini kendilerine mal etmişlerdir. Yahut da derleyenler tarafından başka mahlaslar altında neşredilmişlerdir (Akça 1945: 8).
Merhum İbrahim Aczi Kendi (1883-1965), Konya Halkevi’nin çıkardığı Konya dergisinde Kul Mustafa mahlaslı üç şiir yayımlamış; hayatı hakkında hiçbir malumat aktarmadığı bu şiirlerin sahibinin de “Anadolu’da Aydın, Menteşe, Bolu’da cevlan etmiş bir âşık” tahmininde bulunmuştur (Kendi 1942: 49). Merhum Kemal Akça (Ali Kemal Akça: 1908-1977) ise Kendi’nin yayımladığı bu şiirlerin Baybağanlı Kul Mustafa’ya ait olduğu kanaatindedir. Bu kanaate varmasının sebebi de Bu şiirlerin arasındaki bir türkünün, Bozkır ve Hadim bölgesinde uzun hava olarak söylenmesidir (Akça 1945: 7).
2. Şehit Ahmet Hadimî Efendi ve Kul Mustafa’nın Ona Yaktığı Ağıt
Ahmet Hadimî Efendi, nisbesinden de belli olduğu üzere, Hadim’de doğmuştur. “Hâdimî” lakabıyla meşhur Said Mehmet Hadimî Efendi’nin torunu, Sarı Müftü namıyla maruf Abdullah Efendi’nin de oğludur. Annesi de, büyük bilgin Ebu Naim Ahmet Hadimî’nin kızı Mediha Hanım’dır.
İlk tahsilini Hadim’de yaptıktan sonra, 1808 yılında tahsilini tamamlamak için İstanbul’a gitmiştir. 1820 yılına kadar on bir yıl kaldığı İstanbul’da, icazetini Ayaklı Kütüphane namıyla maruf Antakî Mehmet Efendi’den almıştır.
Konya’ya döndüğünde Ziyaiye, İrfaniye ve Kadızade medreselerinde müderrislik yapmış; bu arada Konya Müftüsü Bağlıcalı İbrahim Efendi’nin kızı ile evlenmiştir. Döneminde Konya’nın, İslami ilimler merkezi hâline gelmesinde hizmeti geçen ulemanın başında gelen Ahmet Efendi, H 1225 (M 1810) yılında getirildiği Konya Müftülüğü görevini H 1238 (M 1822) [7] yılına kadar sürdürmüştür (Uyar 1949: 31). Ağabeyi, Hadim Müftüsü Hacı Mehmet Efendi’nin vefatı üzerine Konya Müftülüğünü bırakarak Hadim’e müftü olarak gitmiştir.
Hadim’de Konya’da olduğu gibi, talebe yetiştirmeye devam ederek pek çok talebeye icazet vermiştir. Türkiye’nin dört bir yanından gelen öğrencilerini yetiştirmekle kalmamış, onların yatılı olarak bütün ihtiyaçlarını da karşılamıştır.
Hakkında fetva verdiği bir şahıs tarafından H 1248 (M 1832) yılında öldürülen Ahmet Efendi’nin “Şehit” lakabıyla anılması bu olay sebebiyledir (Uz 2013: 331).
Ahmet Efendi’nin katli sırasında Hadim’de bulunan veya bir şekilde onu tanımış olan Kul Mustafa, Ahmet Efendi’nin katlinin oluşturduğu infiale bigâne kalmayarak ona bir ağıt yakmıştır. Bu ağıt ortaya çıkıncaya değin Ahmet Efendi’nin şehit edildiğine dair tek yazılı belge Vehbî (1270/1853-54 – ?)’nin yazdığı mezar taşı kitabesidir[8]. Kul Mustafa’nın bu ağıtı ile Ahmet Efendi’nin şehadeti kesinlik kazandığı gibi; Ahmet Efendi’nin ufak yapılı biri olduğu, sayısı bin beş yüz ile ifade edilen pek çok öğrenci okuttuğu, yatsı namazına giderken üç bıçak darbesiyle hayatını kaybettiği gibi ayrıntıları da bu şiirden öğrenmiş oluyoruz. Sözü edilen ağıt şudur (Metninde tarafımızdan bazı düzeltmeler yapılmıştır):

Sene bin iki yüz kırk sekizde tamam
Hakkı hak eyleyin ahrete koyman
Hak nasip eylesin din ile iman
Gülü açılmadan soldu Hadim’in

Rum’dan Acem’e dek Ahmet Efendi
Dünyanın evveli ahire döndü
Bu gün de Hadim’in ol şevki söndü
Gülü açılmadan soldu Hadim’in

Nahv ü sarf okudur âyetü’l-kürsi
Bin beş yüz talebe okurdu dersi
Dersane melûl ağlıyor kürsü
Dersanesi melûl kaldı Hadim’in

Hadim arzu çeker Hind ile Yemen
Bu âlemde misli bulunmaz hemen
Sureti küçüktü ilimde umman
Efendisi şehit oldu Hadim’in

Misli yoktur devreylesen dünyayı
Birkaç sene zapteyledi Konya’yı
İsterdi Allah’dan şehit olmayı
Efendisi şehit oldu Hadim’in

Yatsı namazına aldı abdesdi
Ayağına giydi papucu mesdi
Camiye giderken ettiler kasdi
Efendisi şehit oldu Hadim’in

Bayılır hanımı ardından bakar
Her kul başındaki yasını çeker
Hadim’e od düşmüş semayı yakar
Efendisi şehit doldu Hadim’in

Canlar mı dayanır bu zalim derde
Sineye vurdular üç tane darbe
Üstüne kurmalı şüphesiz türbe
Yas ile çevresi oldu Hadim’in

Der ki Kul Mustafa n’olsa gerektir
Herkes ettiğini bulsa gerektir
Çok kimseye şefî’ olsa gerektir
Efendisi şehid oldu Hadim’in (Önder 1952: 2)

3. Kul Mustafa’nın Yayımlanmış Şiirleri
Kul Mustafa’nın [Ergun]-[Uğur], Kendi, Akça ve Odabaşı tarafından yayımlanmış şiirleri şunlardır (Bu şiirlerde de tarafımızdan bazı düzeltmeler yapılmıştır):

Yârab nîce olur şu garîb hâlım
Gurbete çıkalı il bana düşmân
Bir garîb başım var kurtarabilsem
Ayak basdığım il bana düşmân

Hasretdeyim ben sılaya varamam
El uzadub gonca gülün diremem
Celâlinden dost bahçes’ne giremem
Hidmetin itdigim el bana düşman

Kul Mustafa’m dedi bakma dostuma
Boz bulanık olub gelür üstüme
Çekti hançerini vurdu postuma
Dağ başından inen sel bana düşman [9] ([Ergun]-[Uğur] 1926: 238; 2002: 129)
*
Felek intikamını alır bizden
Aralar baz[10] gibi durnayı kazdan
Böyle[ce] ayırır anayı kızdan
Kuzuyu koyundan seçeriz bir gün

Ne imiş feleğin bizdeki kasdı
Okumu almadan yayımı kısdı
Güldürdü düşmanım ağlattı dostu
Fenadan bekaya göçeriz bir gün

Felek teslim eder dünyayı bize
Muhabbet eyledir oğula kıza
Bir gün muhtaç eder on arşın beze
Yakasız gömlek biçeriz bir gün

Dir ki Kul Mustafa böyle olur heman
Gidersek dünya[da]n gelmemiz güman
Mevla’dan sıdkıla isteriz iman
Gam keder sancağın açarız bir gün (Kendi 1942: 50)
*
Ne kadar var[ı]sa malın
Hiç birine irmez elin
N’aceb olur senin hâlin
Kılın vahdi vahdi[11]

Ey gönül nasihat alman
Dünyada sen baki kalman
Gidersen bir dahi gelmen
Ölün vahdi vahdi

Saatin vaktin yetince
Azrail yakan tutunca
Başın yastığa yatınca
Kalın vahdi vahdi

Korkun ecel tapusundan
Ayrılma Hak kapusundan
Çıkar bir gün hepisinden
Elin vahdi vahdi

Niceler var hayır eder
Sanma hayrın boşa gider
Varisler tarümar eder
Malın vahdi vahdi

Kazanın çabalanma [malı]
Sonun düşün behey deli
Aç öldürmez bunca kulu
Bilin vahdi vahdi

Gice gündüz mal gayırın
Bulunmaz zerre buyırın
Bu canı tenden ayırın
Solun vahdi vahdi

Nasıhat inleyip duyman
Şeriat hükmüne uyman
Virseler dünyayı doyman
Kalın vahdi vahdi

Kimseye kalmadı bu şar
Hasretle ciğer[in] pişer
Bir uzak menzile düşer
Yolun vahdi vahdi

Mustafa’m der kime kalır
Arif olan ibret alır
Ecel gelir perişan olur
Hâlin vahdi vahdi (Kendi 1942: 51-52)
*
Nice olur benim hâlim ahvalim
Sana malum olsun bir kara gözlüm
Cenk etmektir muradın kasdım
Bana bir teselli bul kara gözlüm

Genç yaşın içinde yaktın yandırdın
Çevirdin bizden yönünü dönderdin
Ağlayı ağlayı selâm gönderdin
Selâm Tanrı’nın[12] al kara gözlüm

Bizde pay verirler yavrı şahine
Niçün gönül vermen seni sevene
Sen emreyle ben durayım divane
Dahi nasıl olur kul kara gözlüm

Kul Mustafa’m bu sözü söyler heman
Âlem benim olur güldüğün zaman
Yeşiller gey[in]mişsin sen dur civan
Seni melek m’attı kul kara gözlüm (Kendi 1942: 52-53)
*
Ey gönül haddin bilirsen bir canı incitme sen
Sözümden ibret alırsan her canı incitme sen
Kimsenin hatırın yıkma demedim gül yüzüne
Kendin elden edna bilib irfanı incitme sen

Kul Mustafa şu fânide hoş bilürsün her nâsı
Âlimler şahin misali cahil insan kardaşı
Yakutu, cevheri, lâ’bi[13] fark edemez elması
İnci’yi boncuk deyüp de mercanı incitme sen (Akça 1945: 8)
*
Gönül havalarda döner
Şahin yuvasına konar
Hasret narınla yanar
Özüm hey medet hey medet

Mahzenlerinden kaçar
El yanında sırrın açar
Mermerin üstüne saçar
İzin hey medet hey medet

Muhannet gelmez imana
Yıkılsın böyle zamane
Salıver şama[14] dumana
Yârim hey medet hey medet

Adular kimlik[15] edenler
Daim noksanın güderler
Âleme dellal ederler
Sazım hey medet hey medet

Arsız adam ar eylemez
Bin söylesem kâr eylemez
Kime desem car[16] eylemez
Sözüm hey medet hey medet

Kötünün kahrın çekilmez
Kemlik edene bakılmaz
Önümde düşe gidilmez
Yüzüm hey medet hey medet

Düşman dost ziyafet vermez
Mücevheri kıymet vermez
Nimete katsam dat vermez
Tuzum hey medet hey medet

Kimse kadrimi bilmedi
Nasihat versem almadı
Hiçbir kötüsün olmadı
Şazım[17] hey medet hey medet

Sırat muhannet geçmez oldu
Er meydan açmaz oldu
Bir kimseye geçmez oldu
Nazım hey medet hey medet

Kim olsa köre hor bakar
Kalp evimi durmaz yakar
Gözüm hiç durmaz yaş akar
Daim hey medet hey medet (Odabaşı 1998: 11)

Sonuç
Uğradığı bir talihsizlik sonucu divanı, dolayısıyla şiirlerinin tamamı elimize geçmemiş olan Baybağanlı Âşık Kul Mustafa’nın, elimizde mevcut az sayıdaki şiiri dahi onun dikkate değer bir âşık olduğunu göstermektedir. Bu itibarla –özellikle bu yöreli- halk edebiyatı ve folklor araştırıcıları, araştırma ve derleme faaliyetleri esnasında Kul Mustafa ve coğrafyanın yetiştirdiği diğer âşıkların ürünlerini bulup yayımlama hususuna azami önem vermelidirler. Harcanacak çaba, yöre kültürüne, hatta tarihine bir hizmet olduğu gibi Türk kültürü için de önemli bir kazanım olacaktır.

BİBLİYOGRAFYA:
AKÇA, Kemal (1945), “Baybağanlı Âşık Kul Mustafa, Hayatı ve Eserleri”, Folklor Postası, İstanbul, Şubat, C. I, S. 5, s. 7-8.
ANONİM (1288/1871), Sâlnâme-i Konya Vilâyet, Def’a 4, Konya Vilâyeti Matbaası. (Metinde KVS olarak kısaltılacaktır.)
                 (1289/1872), Sâlnâme-i Konya Vilâyet, Def’a 5, Konya Vilâyeti Matbaası. (Metinde KVS olarak kısaltılacaktır.)
                 (1290/1873), Sâlnâme-i Konya Vilâyet, Def’a 6, Konya Vilâyeti Matbaası. (Metinde KVS olarak kısaltılacaktır.)
                 (1928), Son Teşkîlât-ı Mülkiyyede Köylerimizin Adları, İstanbul: Hilâl Matba’ası.
ÇAĞBAYIR, Yaşar (2007), Ötüken Türkçe Sözlük, C. I, İstanbul.
[ERGUN] Sadeddin Nüzhet-Mehmed Ferid [UĞUR] (1926), Konya Vilâyeti Halkiyyât ve Harsiyyâtı, Konya: Vilayet Matbaası; (2002), (Sadeleştiren: Prof. Dr. Hüseyin Ayan), Konya. (2. bs.)
IŞIK, Ali (2009), “Âşık Kul Mustafa”, Konya Ansiklopedisi, C. I, s. 282-283.
KENDİ, İbrahim Aczi (1942), “Âşık Kul Mustafa”, Konya, S. 44 (Haziran), s. 49-53.
KOMİSYON (1982), Derleme Sözlüğü, C. XII/EK-I, Ankara, TDK Yay.
ODABAŞI, A. Sefa (1998), “Bozkırlı Âşık Mustafa”, Çalı, S. 19 (Ağustos), Konya, s. 11.
ÖNDER, Mehmet (1951), “Ahmet Hadimî’nin Şehadeti ve Âşık Kul Mustafa’nın Bir Şiir”, Yeni Konya, 01 Ağustos, s. 2.
TEPELİ, Hikmet (2010), “337 Numaralı Bozkır Şer’îyye Sicilinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya.
UYAR, V. Sabri (1949), “Bilginler Armağanı”, Konya, S. 125-126 (Mart-Nisan), s. 31-32.
UZ, Mehmet Ali (2013), Konya Âlimleri ve Velileri, Konya: Meram Belediyesi Yay. (3. bs.)
YENİTERZİ, Emine (2001), “Tanzimattan Cumhuriyetin İlk Yıllarına Kadar Konyalı Şair ve Yazarlar”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya, Güz, S. 10, s. 127-128. (s. 113)
YILMAZ, Mustafa (1990), “Bozkır ve Çevresinin Tarihî Coğrafyası”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya.


[1] Araştırmacı-Yazar
[2] Günümüzde Bozkır ilçesinin bir mahallesi olan Baybağan, ilçenin güneyinde ve ilçe merkezine 12 km mesafededir. Mahallenin adının, geçmişten günümüze aynı şekilde geldiği rivayet edilse de; Osmanlı Dönemi Konya vilayet salnamelerinde Bozkır’ın köyleri sayılırken Baybağan adına rastlanmamaktadır. Anılan listelerde Baygân (بيغان) olarak yer alan karye, günümüzdeki Baybağan olsa gerektir (KVS 1288/1871: 149; 1289/1872: 131; 1290/1873: 140).
“Bâygân”; “bekçi, koruyucu” anlamlı Farsça bir kelimedir (Çağbayır 2007: 510). Türkçede de “Zengin bir soydan gelen kimse” anlamında bir “baykan” kelimesi mevcuttur (http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.56ac947cc633c3.43726558, 30.01.2016/12.50). Bu anlamları göz önünde bulundurduğumuzda –şayet bir yazım hatası da yoksa- anılan mahallenin adının “baygan ya da baykan”dan gelmiş olması da ihtimal dâhilindedir.
Diğer yandan H 1300-1309/M 1883-1892 yıllarını kapsayan 337 Numaralı Bozkır Şer’iyye Sicili’nde, Baybağan karyesine ait birtakım kadı kararları kayıtlıdır (Tepeli 2010: 440; ayrıca aynı ad için bkz. Yılmaz 1990: 60).
Cumhuriyet Dönemine gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti Dâhiliye Vekâleti Nüfus Müdür-i Umumiyesinin yayımladığı dönemin yerleşim yerleri adlarının yer aldığı kitapta “Bay bagan” (باى بغان) adı yer almaktadır (Anonim 1928: 839).
Karyenin/köyün/mahallenin adı ve tarihi üzerine yöredeki yaygın rivayet ise şudur:
Oğuz Türkleri “Bey, Bay, Gazi, Fakih” gibi unvan bildiren adları yerleştikleri yerlere ad olarak vermişlerdir. Bayboğan köyü de unvan bildiren bir ad almış yerleşim birimidir.
Köye adını veren Baybağan kelimesinin “erkek geyik derisi” gibi başka anlamları da vardır. Ayrıca Selçuklulardan gelen yaklaşık bin yıllık bir geçmişe sahip bir unvandır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda bir komutan savaş meydanından kaçmaksızın ömür boyu yenilgi almamışsa ‘büyük komutan’ veya ‘yenilmez komutan’ anlamına gelen “Baybağan” unvanı almaktaydı. Unvan, ölümünün ardından defnedildiği türbenin üzerine yazılır ve ailesi de baybağan olarak anılırdı.
Selçuklu sultanlarının pek çoğu ‘baybağan’ unvanına sahiptir. Bir rivayete göre Anadolu’nun 1071’deki Malazgirt Zaferi’nden sonra fethedilmesiyle birlikte bilinen tek Baybağan ailesi de Anadolu’ya gelmiş ve Bizans ordusundan arta kalan askerlerin sığınak olarak kullandıkları Toroslar’ın güvenliğini sağlamak amacıyla bu bölgeye yerleştirilmişlerdir. Burada (bugünkü Bozkır ilçesi civarındaki) bu köyü kurmuşlardır (https://tr.wikipedia.org/wiki/Bayboğan,_Bozkır, 30.01.2016/13.07).
[3] Bu kelimenin karşılığını sadece Derleme Sözlüğü’nde bulabildik (Kelimenin “tabana” olması da muhtemeldir). toban: Sac altına konulan bir tür toprak sacayak (Komisyon 1982: 4765).
[4] Âşık Mustafa H 1275’te 69 yaşında ise doğumu H 1206 yılı olması gerekir. A.I.
[5] Baybağan’ın Bozkır’a 12 km uzaklıkta olduğunu yukarıda belirtmiştik. Eskiden yaya olarak bir saatte kat edilebilecek yol mesafesi 5 km kabul edilmiştir. Yörenin dağlık arazi şartları da göz önüne alındığında Akça’nın bu ölçümü biraz abartılıdır.
[6] Onun, görme özürlü olarak doğduğunu belirten merhum A. Sefa Odabaşı (1929-2004), ayrıca “Hafız” lakabıyla anıldığını da söyler (Odabaşı 1998: 11).
[7] Veli Sabri Uyar’ın verdiği bu tarihlerin yanlışlığı, bir paragraf öncesinde merhumun Konya’ya geldiği tarihle uyuşmamasından da anlaşılmaktadır. Ahmet Hadimî Efendi, kayınpederi Bağlıcalı Hacı İbrahim Efendi’nin vefatı üzerine H 1243/M 1827 senesinde Konya müftülüğü görevine getirilmiştir (Uz 2013: 330).
[8] Ahmet Efendi’nin anılan kitabesinin tam metni şudur:
Fazl u ilmiyle muhakkak fâzıl-ı devr ü zamân
Serteser neşr-i nümâsı olmuşidi râyegân
Zühd ü takvâ ile meşhûn nesl-i pâk-i Hâdimî
Emr-i Hakk’dan irdi rütbe-i şehâdet nâgehân
Manzar-ı esrâr-ı Mevlâ oldıgıyçün ol hemân
Yâr idindi seyyîd-i âşiyân hem peygamberân
Rıhlet itdükde bekâya rahmetu’l-lahi aleyh
Girye itdi ins ü cân hem teh-i felek heft âsmân
Vehbiyâ târîhim Ahmed Şâkir dürr-i yetîmi
Rûhına ihsân idün Fâtiha olsun şâdümân
1248 (Uyar 1949: 32 ve Uz 2013: 331’den yararlanılarak–vezin de göz önünde bulundurularak- tarafımızca tashih edilmiştir.)
[9] Konya Vilâyeti Halkiyyât ve Harsiyyâtı’nda birinci ve üçüncü mısraları eksik olan bu dörtlük Akça’dan tamamlanmıştır (Akça 1945: 8).
[10] bâz: (Farsça) Yırtıcı kuş; doğan.
[11] vahdi: Vakti; vakitli. (Âşığımız, âşık tarzı şiirlerde benzerine pek rastlanmayan bir biçimde sekiz hece ölçülü bu şiirinde dörtlerin son mısraını 6’lı hece ile söylemiştir. Bize göre; “vakitli” kelimesinin yöresel bir söylenişi olan “vahdi vahdi” ikilemeleri biçimce uymuyorsa bile anlamca 8’li ölçüye uymaktadır. Öte yandan şiirinde uyarılarını dörtlüklerinin ilk üç mısralarında tamamlayan âşık, bu “vahdi vahdi” deyişiyle âdeta bir pekiştirme yaparak şiirine farklı bir lirizm de kazandırmış olmaktadır.
[12] Kelime Akça’da “tanrınındır” şeklindedir (Akça 1945: 8). Kelimenin bu şekliyle vezin de sağlanmış olmaktadır.
[13] Kelimenin sehven “lâ’bi” şeklinde yazıldığını sanıyoruz. Aslının “lâ’li” olduğunu sanıyoruz.
[14] şam: (Arapça) Akşam; (Türkçe) çam; mum, kandil; Suriye’de bir şehir adı.
[15] Bu kelimenin aslının da “kemlik” olduğunu ve sehven bu şekilde yazıldığını sanıyoruz.
[16] câr: 1. Tehlike hâli, imdat, yardım (: Çok darda kalmıştım carıma yetişti). 2. Dilek, rica. (http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.56acc7e1d2f7b5.75224868, 30.01.2016/16.36)
[17] şâz: Sevinç.

1 yorum:

  1. Bozkır'lıyım.İlk defa duyuyorum.Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil