ÂŞIK BAYBAĞANLI KUL MUSTAFA VE AHMET
HÂDİMÎ EFENDİ’NİN ŞEHADETİ ÜZERİNE ONA YAKTIĞI AĞIT
Ali IŞIK[1]
ÖZET
XVIII. yüzyılın son çeyreği ile XIX.
yüzyılın son çeyreği arasında yaklaşık bir asır ömür süren Baybağanlı Âşık Kul
Mustafa, yaşadığı dönemden günümüze Bozkır-Hadim merkezli Orta Toroslar’ın
önemli âşıklarındandır. Terennüm ettiği şiirlerinde yansıttığı duygu ve
düşüncelerinin yanı sıra yaşadığı/bulunduğu coğrafyaların coğrafi özelliklerine
ve birtakım tarihî olaylarına dair bilgiler de aktarmıştır. Kul Mustafa’nın, bildirimizin
ana konusunu teşkil eden Hadimî hazretlerinin torunu Ahmet Hadimî Efendi’nin
şehadeti üzerine yaktığı ağıt da bu önemli kişiye ve katline dair ayrıntılı
bilgileri ihtiva etmektedir.
Anahtar Kelimeler
Bozkır, Baybağan, Baybağanlı Âşık Kul
Mustafa, Şehit Ahmet Hadimî Efendi, ağıt.
Giriş
Âşık edebiyatı, bağımsız bir
sosyo-kültürel kurum kimliğiyle ortaya çıktığı XVI. yüzyıldan günümüze kadar,
Türk kültür hayatı içinde yer alan bütün öğeleri bünyesinde barındırır. Önemli
bir bölümünü âşıkların oluşturduğu bu edebiyat temsilcilerinin –çoğunlukla
sonradan yazıyla kaydedilmiş- sözlü ürünleri de edebî metinler kapsamındadır.
Edebî metinler, her ne kadar estetik hazları
tatmin eden özellikleri öncelenirse de, aynı zamanda tarihî ve sosyal
hadiselere ışık tutan önemli belgelerdir. Âşıklar, şiirlerinde salt güzeli ve
güzellikleri terennüm etmemişlerdir. Bunlar, bir ferdi oldukları toplumu
derinden etkileyen tabii afet, savaş, kıtlık, göç gibi tarihî/sosyal olgularla kendilerinin
maruz kaldığı/tanık olduğu bir haksızlık ya da –bildirimizde söz konusu
edeceğimiz- acı bir cinayet gibi ferdî olayları da şiirlerinde ele alarak
tarihe ışık tutmuşlardır.
1. Baybağanlı Âşık Kul Mustafa
Âşık Kul Mustafa, Bozkır ilçesinin Baybağan[2] köyünde dünyaya
gelmiştir. Sadeddin Nüzhet [Ergun] ile Mehmed Ferid [Uğur]’un birlikte
yazdıkları Konya Vilâyeti Halkiyyât ve Harsiyyâtı’nda doğum ve ölüm
tarihleri “H 1270 - 1320” (M 1853-54 – 1902-03) olarak gösterilmekte ise de ([Ergun]-[Uğur]
1926: 238; 2002: 129); Âşık Mustafa’nın “H 1275”te yazdığı “Memleket” adlı bir
destanında:
Sene bin iki yüz yetmiş beşinde
Zikr eyleyen altmış dokuz yaşında
Cihanı dolanup gezene seyret
demektedir.
Âşık Mustafa, bu destana göre “H 1275/M
1858”de altmış dokuz yaşında bulunuyordu ki; Konya Vilâyeti Halkiyyât ve Harsiyyâtı
müellifleri bu tarihi, doğum yılı olarak, göstermektedirler. Hâlbuki Âşık
Mustafa’nın bu malûmata göre “1202/1787”[4] yılında Konya -
Bozkır kasabasının bir saat[5] güneyine düşen
“Baybağan” köyünde doğmuş bulunduğu anlaşılmaktadır (Akça 1945: 7). Son
zamanlarında ihtiyarlık tesiriyle gözleri az görmeye başladığından kendisine Kör
Mustafa lâkabı da verilmiştir[6]. Bu bilgiyi de
kendi yazma divanının baş tarafındaki hayatını anlatan bir kaç satır içinde
göstermektedir. (…) Divanın içindeki şiirler tasavvufi tarzında yazılmıştır.
Ekserisinde Kul Mustafa mahlasını kullanmıştır. Halk arasına yayılan koşma,
türkü ve destanlarında tabiatın güzelliklerini, sosyetenin ahlâk ve
telâkkilerini natürel, lirik ve rindâne bir şekilde terennüm etmektedir (Akça
1945: 7).
Baybağanlı Âşık Mustafa, gençliğinde
birçok beldeleri dolaşmış, her uğrak verdiği yerin tarihî, coğrafî, tabiî ve
iktisadî durumunu şiirlerinde belirtmekle beraber, halkının da umumî karakteri
hakkında destanlar, hicivler ve methiyeler de yazmıştır.
Âşık Mustafa, son zamanlarında Nakşî
tarikatına intisap etmiş, şeyhinin dinî umdelerini halka yaymaya çalışmış ve bu
arada hoşlanmadığı dervişleri taşlamaktan da geri kalmamıştır.
Âşık Mustafa Bozkır, Hâdim ve Konyalı
hemşehrileri tarafından çok sevilmiş ve bugün bile onun koşmaları, türküleri
hafızalardan silinmemiştir.
Âşık Mustafa, “1297 H. - 1879 M.” yılında
Baybağan köyünde doksan iki yaşında piri fani bir ihtiyar olarak gözlerini
hayata kapamıştır. Kabri belirsiz bir hâldedir (Akça 1945: 8).
Bir şiirinde yer alan şu dörtlüğüne göre Kul
Mustafa’nın şiirlerini saz eşliğinde söylediğini zannediyoruz.
Adular kimlik edenler
Daim noksanın güderler
Âleme dellal ederler
Sazım hey medet hey medet (Odabaşı 1998:
11)
Baybağanlı Âşık Mustafa’nın halk arasında
yayılmış olan koşma, türkü ve destanları henüz toplanmamıştır. Buna ait bir
cönk de mevcut değildir. Konya bölgesinde Âşık Mustafa’dan sonra yetişen bazı halk
şairleri Baybağanlı Âşık Kör veya Kul Mustafa’nın şiirlerini kendilerine mal
etmişlerdir. Yahut da derleyenler tarafından başka mahlaslar altında
neşredilmişlerdir (Akça 1945: 8).
Merhum İbrahim Aczi Kendi (1883-1965),
Konya Halkevi’nin çıkardığı Konya dergisinde Kul Mustafa mahlaslı üç
şiir yayımlamış; hayatı hakkında hiçbir malumat aktarmadığı bu şiirlerin
sahibinin de “Anadolu’da Aydın, Menteşe, Bolu’da cevlan etmiş bir âşık”
tahmininde bulunmuştur (Kendi 1942: 49). Merhum Kemal Akça (Ali Kemal Akça: 1908-1977)
ise Kendi’nin yayımladığı bu şiirlerin Baybağanlı Kul Mustafa’ya ait olduğu
kanaatindedir. Bu kanaate varmasının sebebi de Bu şiirlerin arasındaki bir
türkünün, Bozkır ve Hadim bölgesinde uzun hava olarak söylenmesidir (Akça 1945:
7).
2. Şehit Ahmet Hadimî Efendi ve Kul
Mustafa’nın Ona Yaktığı Ağıt
Ahmet Hadimî Efendi, nisbesinden de belli
olduğu üzere, Hadim’de doğmuştur. “Hâdimî” lakabıyla meşhur Said Mehmet Hadimî Efendi’nin
torunu, Sarı Müftü namıyla maruf Abdullah Efendi’nin de oğludur. Annesi de,
büyük bilgin Ebu Naim Ahmet Hadimî’nin kızı Mediha Hanım’dır.
İlk tahsilini Hadim’de yaptıktan sonra,
1808 yılında tahsilini tamamlamak için İstanbul’a gitmiştir. 1820 yılına kadar
on bir yıl kaldığı İstanbul’da, icazetini Ayaklı Kütüphane namıyla maruf Antakî
Mehmet Efendi’den almıştır.
Konya’ya döndüğünde Ziyaiye, İrfaniye ve
Kadızade medreselerinde müderrislik yapmış; bu arada Konya Müftüsü Bağlıcalı
İbrahim Efendi’nin kızı ile evlenmiştir. Döneminde Konya’nın, İslami ilimler
merkezi hâline gelmesinde hizmeti geçen ulemanın başında gelen Ahmet Efendi, H 1225 (M 1810) yılında getirildiği Konya Müftülüğü görevini H 1238 (M 1822) [7] yılına kadar
sürdürmüştür (Uyar 1949: 31). Ağabeyi, Hadim Müftüsü Hacı Mehmet Efendi’nin
vefatı üzerine Konya Müftülüğünü bırakarak Hadim’e müftü olarak gitmiştir.
Hadim’de Konya’da olduğu gibi, talebe
yetiştirmeye devam ederek pek çok talebeye icazet vermiştir. Türkiye’nin dört
bir yanından gelen öğrencilerini yetiştirmekle kalmamış, onların yatılı olarak
bütün ihtiyaçlarını da karşılamıştır.
Hakkında fetva verdiği bir şahıs
tarafından H 1248 (M 1832) yılında öldürülen Ahmet Efendi’nin “Şehit” lakabıyla
anılması bu olay sebebiyledir (Uz 2013: 331).
Ahmet Efendi’nin katli sırasında Hadim’de
bulunan veya bir şekilde onu tanımış olan Kul Mustafa, Ahmet Efendi’nin katlinin
oluşturduğu infiale bigâne kalmayarak ona bir ağıt yakmıştır. Bu ağıt ortaya
çıkıncaya değin Ahmet Efendi’nin şehit edildiğine dair tek yazılı belge Vehbî (1270/1853-54
– ?)’nin yazdığı mezar taşı kitabesidir[8]. Kul Mustafa’nın
bu ağıtı ile Ahmet Efendi’nin şehadeti kesinlik kazandığı gibi; Ahmet
Efendi’nin ufak yapılı biri olduğu, sayısı bin beş yüz ile ifade edilen pek çok
öğrenci okuttuğu, yatsı namazına giderken üç bıçak darbesiyle hayatını
kaybettiği gibi ayrıntıları da bu şiirden öğrenmiş oluyoruz. Sözü edilen ağıt
şudur (Metninde tarafımızdan bazı düzeltmeler yapılmıştır):
Sene bin iki yüz kırk
sekizde tamam
Hakkı hak eyleyin
ahrete koyman
Hak nasip eylesin din
ile iman
Gülü açılmadan soldu
Hadim’in
Rum’dan Acem’e dek
Ahmet Efendi
Dünyanın evveli ahire
döndü
Bu gün de Hadim’in ol
şevki söndü
Gülü açılmadan soldu
Hadim’in
Nahv ü sarf okudur
âyetü’l-kürsi
Bin beş yüz talebe
okurdu dersi
Dersane melûl ağlıyor
kürsü
Dersanesi melûl kaldı
Hadim’in
Hadim arzu çeker Hind
ile Yemen
Bu âlemde misli bulunmaz
hemen
Sureti küçüktü ilimde
umman
Efendisi şehit oldu
Hadim’in
Misli yoktur
devreylesen dünyayı
Birkaç sene
zapteyledi Konya’yı
İsterdi Allah’dan
şehit olmayı
Efendisi şehit oldu
Hadim’in
Yatsı namazına aldı abdesdi
Ayağına giydi papucu
mesdi
Camiye giderken
ettiler kasdi
Efendisi şehit oldu
Hadim’in
Bayılır hanımı
ardından bakar
Her kul başındaki
yasını çeker
Hadim’e od düşmüş
semayı yakar
Efendisi şehit doldu
Hadim’in
Canlar mı dayanır bu
zalim derde
Sineye vurdular üç
tane darbe
Üstüne kurmalı şüphesiz
türbe
Yas ile çevresi oldu
Hadim’in
Der ki Kul Mustafa n’olsa
gerektir
Herkes ettiğini bulsa
gerektir
Çok kimseye şefî’
olsa gerektir
Efendisi şehid oldu
Hadim’in (Önder 1952: 2)
3. Kul Mustafa’nın Yayımlanmış Şiirleri
Kul Mustafa’nın [Ergun]-[Uğur], Kendi,
Akça ve Odabaşı tarafından yayımlanmış şiirleri şunlardır (Bu şiirlerde de
tarafımızdan bazı düzeltmeler yapılmıştır):
Yârab nîce olur şu garîb hâlım
Gurbete çıkalı il bana düşmân
Bir garîb başım var kurtarabilsem
Ayak basdığım il bana düşmân
Hasretdeyim ben sılaya varamam
El uzadub gonca gülün diremem
Celâlinden dost bahçes’ne giremem
Hidmetin itdigim el bana düşman
Kul Mustafa’m dedi bakma
dostuma
Boz bulanık olub gelür
üstüme
Çekti hançerini vurdu
postuma
*
Felek intikamını alır bizden
Böyle[ce] ayırır anayı kızdan
Kuzuyu koyundan seçeriz bir gün
Ne imiş feleğin bizdeki kasdı
Okumu almadan yayımı kısdı
Güldürdü düşmanım ağlattı dostu
Fenadan bekaya göçeriz bir gün
Felek teslim eder dünyayı bize
Muhabbet eyledir oğula kıza
Bir gün muhtaç eder on arşın beze
Yakasız gömlek biçeriz bir gün
Dir ki Kul Mustafa böyle olur heman
Gidersek dünya[da]n gelmemiz güman
Mevla’dan sıdkıla isteriz iman
Gam keder sancağın açarız bir gün (Kendi 1942: 50)
*
Ne kadar var[ı]sa malın
Hiç birine irmez elin
N’aceb olur senin hâlin
Kılın vahdi vahdi[11]
Ey gönül nasihat alman
Dünyada sen baki kalman
Gidersen bir dahi gelmen
Ölün vahdi vahdi
Saatin vaktin yetince
Azrail yakan tutunca
Başın yastığa yatınca
Kalın vahdi vahdi
Korkun ecel tapusundan
Ayrılma Hak kapusundan
Çıkar bir gün hepisinden
Elin vahdi vahdi
Niceler var hayır eder
Sanma hayrın boşa gider
Varisler tarümar eder
Malın vahdi vahdi
Kazanın çabalanma [malı]
Sonun düşün behey deli
Aç öldürmez bunca kulu
Bilin vahdi vahdi
Gice gündüz mal gayırın
Bulunmaz zerre buyırın
Bu canı tenden ayırın
Solun vahdi vahdi
Nasıhat inleyip duyman
Şeriat hükmüne uyman
Virseler dünyayı doyman
Kalın vahdi vahdi
Kimseye kalmadı bu şar
Hasretle ciğer[in] pişer
Bir uzak menzile düşer
Yolun vahdi vahdi
Mustafa’m der kime kalır
Arif olan ibret alır
Ecel gelir perişan olur
Hâlin vahdi vahdi
(Kendi 1942: 51-52)
*
Nice olur benim hâlim ahvalim
Sana malum olsun bir kara gözlüm
Cenk etmektir muradın kasdım
Bana bir teselli bul kara gözlüm
Genç yaşın içinde yaktın yandırdın
Çevirdin bizden yönünü dönderdin
Ağlayı ağlayı selâm gönderdin
Bizde pay verirler yavrı şahine
Niçün gönül vermen seni sevene
Sen emreyle ben durayım divane
Dahi nasıl olur kul kara gözlüm
Kul Mustafa’m bu sözü söyler heman
Âlem benim olur güldüğün zaman
Yeşiller gey[in]mişsin sen dur civan
Seni melek m’attı kul kara gözlüm (Kendi 1942: 52-53)
*
Ey gönül haddin bilirsen bir canı incitme sen
Sözümden ibret alırsan her canı incitme sen
Kimsenin hatırın yıkma demedim gül yüzüne
Kendin elden edna bilib irfanı incitme sen
Kul Mustafa şu fânide hoş bilürsün her nâsı
Âlimler şahin misali cahil insan kardaşı
İnci’yi boncuk deyüp de mercanı incitme sen (Akça 1945: 8)
*
Gönül havalarda döner
Şahin yuvasına konar
Hasret narınla yanar
Özüm hey medet hey medet
Mahzenlerinden kaçar
El yanında sırrın açar
Mermerin üstüne saçar
İzin hey medet hey medet
Muhannet gelmez imana
Yıkılsın böyle zamane
Yârim hey medet hey medet
Daim noksanın güderler
Âleme dellal ederler
Sazım hey medet hey medet
Arsız adam ar eylemez
Bin söylesem kâr eylemez
Sözüm hey medet hey medet
Kötünün kahrın çekilmez
Kemlik edene bakılmaz
Önümde düşe gidilmez
Yüzüm hey medet hey medet
Düşman dost ziyafet vermez
Mücevheri kıymet vermez
Nimete katsam dat vermez
Tuzum hey medet hey medet
Kimse kadrimi bilmedi
Nasihat versem almadı
Hiçbir kötüsün olmadı
Sırat muhannet geçmez oldu
Er meydan açmaz oldu
Bir kimseye geçmez oldu
Nazım hey medet hey medet
Kim olsa köre hor bakar
Kalp evimi durmaz yakar
Gözüm hiç durmaz yaş akar
Daim hey medet hey medet (Odabaşı 1998: 11)
Sonuç
Uğradığı bir talihsizlik sonucu divanı, dolayısıyla şiirlerinin tamamı
elimize geçmemiş olan Baybağanlı Âşık Kul Mustafa’nın, elimizde mevcut az
sayıdaki şiiri dahi onun dikkate değer bir âşık olduğunu göstermektedir. Bu
itibarla –özellikle bu yöreli- halk edebiyatı ve folklor araştırıcıları,
araştırma ve derleme faaliyetleri esnasında Kul Mustafa ve coğrafyanın
yetiştirdiği diğer âşıkların ürünlerini bulup yayımlama hususuna azami önem
vermelidirler. Harcanacak çaba, yöre kültürüne, hatta tarihine bir hizmet
olduğu gibi Türk kültürü için de önemli bir kazanım olacaktır.
BİBLİYOGRAFYA:
AKÇA, Kemal (1945), “Baybağanlı Âşık Kul
Mustafa, Hayatı ve Eserleri”, Folklor Postası, İstanbul, Şubat, C. I, S.
5, s. 7-8.
ANONİM (1288/1871), Sâlnâme-i Konya
Vilâyet, Def’a 4, Konya Vilâyeti Matbaası. (Metinde KVS olarak
kısaltılacaktır.)
(1289/1872),
Sâlnâme-i Konya Vilâyet, Def’a 5, Konya Vilâyeti Matbaası. (Metinde KVS
olarak kısaltılacaktır.)
(1290/1873),
Sâlnâme-i Konya Vilâyet, Def’a 6, Konya Vilâyeti Matbaası. (Metinde KVS
olarak kısaltılacaktır.)
(1928),
Son Teşkîlât-ı Mülkiyyede Köylerimizin Adları, İstanbul: Hilâl
Matba’ası.
ÇAĞBAYIR, Yaşar (2007), Ötüken Türkçe
Sözlük, C. I, İstanbul.
[ERGUN] Sadeddin Nüzhet-Mehmed Ferid
[UĞUR] (1926), Konya Vilâyeti Halkiyyât ve Harsiyyâtı, Konya: Vilayet
Matbaası; (2002), (Sadeleştiren: Prof. Dr. Hüseyin Ayan), Konya. (2. bs.)
IŞIK, Ali (2009), “Âşık Kul Mustafa”, Konya
Ansiklopedisi, C. I, s. 282-283.
KENDİ, İbrahim Aczi (1942), “Âşık Kul
Mustafa”, Konya, S. 44 (Haziran), s. 49-53.
KOMİSYON (1982), Derleme Sözlüğü,
C. XII/EK-I, Ankara, TDK Yay.
ODABAŞI, A. Sefa (1998), “Bozkırlı Âşık
Mustafa”, Çalı, S. 19 (Ağustos), Konya, s. 11.
ÖNDER, Mehmet (1951), “Ahmet Hadimî’nin
Şehadeti ve Âşık Kul Mustafa’nın Bir Şiir”, Yeni Konya, 01 Ağustos, s.
2.
TEPELİ, Hikmet (2010), “337 Numaralı
Bozkır Şer’îyye Sicilinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi”, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı Yakınçağ Tarihi
Bilim Dalı, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya.
UYAR, V. Sabri (1949), “Bilginler
Armağanı”, Konya, S. 125-126 (Mart-Nisan), s. 31-32.
UZ, Mehmet Ali (2013), Konya Âlimleri
ve Velileri, Konya: Meram Belediyesi Yay. (3. bs.)
YENİTERZİ, Emine (2001), “Tanzimattan
Cumhuriyetin İlk Yıllarına Kadar Konyalı Şair ve Yazarlar”, Selçuk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi,
Konya, Güz, S. 10, s. 127-128. (s. 113)
YILMAZ, Mustafa (1990), “Bozkır ve
Çevresinin Tarihî Coğrafyası”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya.
[1]
Araştırmacı-Yazar
[2]
Günümüzde Bozkır ilçesinin bir mahallesi olan Baybağan, ilçenin güneyinde ve
ilçe merkezine 12 km mesafededir. Mahallenin adının, geçmişten günümüze aynı
şekilde geldiği rivayet edilse de; Osmanlı Dönemi Konya vilayet salnamelerinde
Bozkır’ın köyleri sayılırken Baybağan adına rastlanmamaktadır. Anılan
listelerde Baygân (بيغان) olarak yer alan karye, günümüzdeki Baybağan olsa gerektir (KVS
1288/1871: 149; 1289/1872: 131; 1290/1873: 140).
“Bâygân”; “bekçi, koruyucu” anlamlı Farsça bir kelimedir
(Çağbayır 2007: 510). Türkçede de “Zengin bir soydan gelen kimse” anlamında bir
“baykan” kelimesi mevcuttur (http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.56ac947cc633c3.43726558,
30.01.2016/12.50). Bu anlamları göz önünde bulundurduğumuzda –şayet bir yazım
hatası da yoksa- anılan mahallenin adının “baygan ya da baykan”dan gelmiş
olması da ihtimal dâhilindedir.
Diğer yandan H 1300-1309/M 1883-1892 yıllarını kapsayan 337
Numaralı Bozkır Şer’iyye Sicili’nde, Baybağan karyesine ait birtakım kadı
kararları kayıtlıdır (Tepeli 2010: 440; ayrıca aynı ad için bkz. Yılmaz 1990:
60).
Cumhuriyet Dönemine gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti Dâhiliye
Vekâleti Nüfus Müdür-i Umumiyesinin yayımladığı dönemin yerleşim yerleri
adlarının yer aldığı kitapta “Bay bagan” (باى بغان) adı yer almaktadır (Anonim 1928: 839).
Karyenin/köyün/mahallenin adı ve tarihi üzerine yöredeki yaygın
rivayet ise şudur:
Oğuz Türkleri “Bey, Bay, Gazi, Fakih” gibi unvan bildiren
adları yerleştikleri yerlere ad olarak vermişlerdir. Bayboğan köyü de unvan
bildiren bir ad almış yerleşim birimidir.
Köye adını veren Baybağan kelimesinin “erkek geyik derisi” gibi
başka anlamları da vardır. Ayrıca Selçuklulardan gelen yaklaşık bin yıllık bir
geçmişe sahip bir unvandır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda bir komutan savaş
meydanından kaçmaksızın ömür boyu yenilgi almamışsa ‘büyük komutan’ veya
‘yenilmez komutan’ anlamına gelen “Baybağan” unvanı almaktaydı. Unvan, ölümünün
ardından defnedildiği türbenin üzerine yazılır ve ailesi de baybağan olarak
anılırdı.
Selçuklu sultanlarının pek çoğu ‘baybağan’ unvanına sahiptir.
Bir rivayete göre Anadolu’nun 1071’deki Malazgirt Zaferi’nden sonra
fethedilmesiyle birlikte bilinen tek Baybağan ailesi de Anadolu’ya gelmiş ve
Bizans ordusundan arta kalan askerlerin sığınak olarak kullandıkları
Toroslar’ın güvenliğini sağlamak amacıyla bu bölgeye yerleştirilmişlerdir.
Burada (bugünkü Bozkır ilçesi civarındaki) bu köyü kurmuşlardır
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Bayboğan,_Bozkır, 30.01.2016/13.07).
[3]
Bu kelimenin karşılığını sadece Derleme Sözlüğü’nde bulabildik
(Kelimenin “tabana” olması da muhtemeldir). toban: Sac altına konulan bir tür
toprak sacayak (Komisyon 1982: 4765).
[4]
Âşık Mustafa H 1275’te 69 yaşında ise doğumu H 1206 yılı olması gerekir. A.I.
[5]
Baybağan’ın Bozkır’a 12 km uzaklıkta olduğunu yukarıda belirtmiştik. Eskiden
yaya olarak bir saatte kat edilebilecek yol mesafesi 5 km kabul edilmiştir.
Yörenin dağlık arazi şartları da göz önüne alındığında Akça’nın bu ölçümü biraz
abartılıdır.
[6]
Onun, görme özürlü olarak doğduğunu belirten merhum A. Sefa Odabaşı
(1929-2004), ayrıca “Hafız” lakabıyla anıldığını da söyler (Odabaşı 1998: 11).
[7] Veli Sabri Uyar’ın verdiği bu
tarihlerin yanlışlığı, bir paragraf öncesinde merhumun Konya’ya geldiği tarihle
uyuşmamasından da anlaşılmaktadır. Ahmet Hadimî Efendi, kayınpederi Bağlıcalı
Hacı İbrahim Efendi’nin vefatı üzerine H 1243/M 1827 senesinde Konya müftülüğü
görevine getirilmiştir (Uz 2013: 330).
[8]
Ahmet Efendi’nin anılan kitabesinin tam metni şudur:
Fazl u ilmiyle muhakkak fâzıl-ı devr ü zamân
Serteser neşr-i nümâsı olmuşidi râyegân
Zühd ü takvâ ile meşhûn nesl-i pâk-i Hâdimî
Emr-i Hakk’dan irdi rütbe-i şehâdet nâgehân
Manzar-ı esrâr-ı Mevlâ oldıgıyçün ol hemân
Yâr idindi seyyîd-i âşiyân hem peygamberân
Rıhlet itdükde bekâya rahmetu’l-lahi aleyh
Girye itdi ins ü cân hem teh-i felek heft âsmân
Vehbiyâ târîhim Ahmed Şâkir dürr-i yetîmi
Rûhına ihsân idün Fâtiha olsun şâdümân
1248 (Uyar 1949: 32 ve Uz 2013: 331’den yararlanılarak–vezin de
göz önünde bulundurularak- tarafımızca tashih edilmiştir.)
[9] Konya
Vilâyeti Halkiyyât ve Harsiyyâtı’nda birinci ve üçüncü mısraları eksik olan
bu dörtlük Akça’dan tamamlanmıştır (Akça 1945: 8).
[10]
bâz: (Farsça) Yırtıcı kuş; doğan.
[11]
vahdi: Vakti; vakitli. (Âşığımız, âşık tarzı şiirlerde benzerine pek
rastlanmayan bir biçimde sekiz hece ölçülü bu şiirinde dörtlerin son mısraını
6’lı hece ile söylemiştir. Bize göre; “vakitli” kelimesinin yöresel bir
söylenişi olan “vahdi vahdi” ikilemeleri biçimce uymuyorsa bile anlamca 8’li
ölçüye uymaktadır. Öte yandan şiirinde uyarılarını dörtlüklerinin ilk üç
mısralarında tamamlayan âşık, bu “vahdi vahdi” deyişiyle âdeta bir pekiştirme
yaparak şiirine farklı bir lirizm de kazandırmış olmaktadır.
[12]
Kelime Akça’da “tanrınındır” şeklindedir (Akça 1945: 8). Kelimenin bu şekliyle
vezin de sağlanmış olmaktadır.
[13]
Kelimenin sehven “lâ’bi” şeklinde yazıldığını sanıyoruz. Aslının “lâ’li”
olduğunu sanıyoruz.
[14]
şam: (Arapça) Akşam; (Türkçe) çam; mum, kandil; Suriye’de bir şehir adı.
[15]
Bu kelimenin aslının da “kemlik” olduğunu ve sehven bu şekilde yazıldığını
sanıyoruz.
[16]
câr: 1. Tehlike hâli, imdat, yardım (: Çok darda kalmıştım carıma yetişti). 2.
Dilek, rica. (http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.56acc7e1d2f7b5.75224868,
30.01.2016/16.36)
[17]
şâz: Sevinç.
Bozkır'lıyım.İlk defa duyuyorum.Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.
YanıtlaSil