GONYA SUFRASINDA AŞ CAN OLUR
Ali
IŞIK
Giriş
Rivayete
göre bir gün birkaç sahabe Fahr-i Kâinat Efendimize -selam üzerine olsun-
sorarlar: “Ya Resulallah, falan sahabe pek muttaki olmamasına rağmen çocukları
gayet muttaki; filan sahabe de gayet muttaki olmasına rağmen çocukları muttaki
değil. Acaba bunun sebebi ne olabilir?”
Efendimiz,
mütebessim cevap verir: “Siz, bunun sebebini onların sofralarında arayınız?”
Efendimizin
cevabını kıt aklımla yorumlamaya cüret ettiğimde iki husus diğerlerini gölgede
bırakıyor: Helal rızk ve israftan kaçınma…
Gelenekli
Konya mutfağında üretilen zengin tadların âdeta resmigeçit alanı olan Konya
sofrasının ilk şiarı da yukarıda anılan iki husustur. Yanı sıra Konya
sofrasının, özellikle akşam öğünlerinde, bütün aile efradı toplandıktan sonra
sofraya oturma ve taamı başkalarıyla paylaşma meziyeti de dillendirilmeden
geçilmemelidir.
Konya’da
eskiden ev için çarşıdan tedarik edilen bütün yiyecek maddeleri: “Alan var,
alamayan var” denilerek, yani göz hakkına riayet edilerek zembil, heybe, torba
veya sık örgülü, bazıları kapalı, sepetlerde taşınırdı. Erkeklerin bu
hassasiyetlerine kadınlar da evlerinde azami dikkat ederlerdi. Gelenekli Konya
evlerinde mutfak ev dışında olduğu için gerek örtmede gerekse hayattaki
ocaklarda kotarılan yemeklerin kokusu komşu evlere yayılırdı. Bu sebeple
pişirilen yemeklerden “tadımlık” olarak yakın komşulara göndermek âdettendi.
Konya’da
yemekler geleneksel olarak yerde yenilmektedir. Bu yer sofrası için öncelikle
yere “sofra altı/bezi/çiti” adları verilen genişçe bir örtü serilir, bunun
üzerine bir elek kasnağı veya Çıkrıkçılar’dan tedarik edilmiş, açılır-kapanır
özel sini altlığı yerleştirilir, bakır yemek sinisi de bunun üzerine konur.
Tahta kaşıklarla tandır ekmekleri sini üzerine dağıtıldıktan sonra sofraya
oturmak için evin büyüğü beklenirdi. Konya’da evin en yaşlısı sofraya oturmadan
kimse sofraya oturmazdı. Sofraya otururken bazı aileler sofra bezini üzerlerine
çekerken, bazı aileler de sofra bezinin üzerine oturur. Sofra çitinin üstüne
oturanlar, önlerine kıvratma veya özel dokuma peşkirler tutarlardı.
Sofraya
otururken olduğu gibi, yemeğe başlamak için de evin büyüğü beklenirdi. Konya’da
bu âdet: “Sofra büyüğün, sus küçüğün” atasözünü doğurmuştur (“Susmak”
mastarının emir biçimi olan “sus”, sonradan “su”ya dönüşmüştür). Konya’da
büyükler sol dizlerini dikip sağ dizlerinin üzerinde, küçükler ise diz çökerek
sofraya otururlardı. Büyük, yemeğe başlarken unutanları uyarmak düşüncesiyle
sesli bir besmele çekerdi. Ardından diğer aile fertleri de içlerinden
besmelelerini çekerlerdi.
Sofrada
çok yaşlılarla çocuklar dışında kimseye ayrı bir tabak konulmaz; yemekler
ortaya konan tek kaptan yenirdi. Yemeği herkes kendi önünden yerdi. Kaşıklarda
artık bırakılmaz, kaşıklar sofraya konulacağında da ters çevrilerek konurdu. Söz
buraya gelmişken unutulmuş bir kaşık kullanma âdetimizi de yad etmeden
geçemeyeceğim. Bu anlatacaklarım aynı zamanda hijyen kelimesini diline pelesenk
edenleredir. Mevlevî kökenli bu âdetimize göre kaşık iki taraflı kullanılırdı.
Yani kendimize göre dış yanı yemek kabına daldırılırken iç yanı ağızla
buluşturulurdu. Dolayısıyla kaşığın yemek tabağına giren kısmı asla ağızla
temas etmezdi.
Sofrada
artık bırakmak hoş görülmediğinden yemek kabı mutlaka aile fertlerinden biri
tarafından tertemiz sünnetlenirdi. Aynı özen sofraya dökülen ekmek
kırıntılarına da gösterilirdi.
Sofrada
ailenin bir ferdi âdeta su dağıtma görevlisi gibi davranır, yanına aldığı testi
ve sürahiden isteyene su verirdi. Sofrada su için de tek bir bardak bulunurdu.
Su içenler de su bardağında artık bırakmazlardı.
Sofradan
kalkarken Allah’a hamd etmek unutulmaz, tıpkı sofraya oturmadan evvel olduğu
gibi sofradan kalkan elini ağzını yıkamayı ihmal etmezdi. Evlerde çeşme
teşkilatı bulunmadığı yıllarda evin hanımı/hanımları sofrayı toplar toplamaz
serdiği muşamba yahut bez üzerine “ileençe” ve ıbrığı usulüne göre kor, evin
küçüklerinin ıbrıkçılık ve peşkircilik görevlerini derhal üstlenmesiyle el-ağız
yıkama faslı başlardı. Burada da bir hiyerarşi söz konusuydu. Varsa önce
misafirler -tabi yaş sırasıyla- yoksa aynı âdet üzere evin erkekleri. Evin
yaşlı hanımı/hanımları dışındaki bayanların daha bulaşık görevi olduğundan bu
seremoniye dâhil olmazlardı.
Sofra
kaldırıldıktan sonra sofra bezi rastgele yere çırpılmaz, varsa tavuk
kümeslerine, yoksa ayak basmayan bir yere çırpılırdı.
Misafirperver
Konyalılar çeşitli vesilelerle misafirlerini ev yahut bağ ve bahçelerinde
ağırlamaktan büyük bir zevk duyarlar. Konya’da her türlü yemekli ağırlamaya
“davet” denmektedir. Gerek hısım akraba gerekse eş dost arasında sosyal
bağların güçlenmesini sağlayan davetler belli başlı şu vesilelerle
yapılmaktadır.
1.
Zamana Bağlı Yapılan Davetler: Ramazan ayında
yapılan iftar davetleri zamanı vesilesiyle yapılan davetlerdendir. Konya’da
genellikle ramazanın ikinci haftasından itibaren başlayan iftar davetleri,
Kadir Gecesi’ne kadar sürmektedir. Günümüzde unutulmuş olsa da çeyrek asır
öncesine kadar Konya’nın en ilginç iftar davetleri meczuplara verilenlerdi.
“Konya’nın gülü” tabir edilen meczuplara verilen iftar davetleri bazı
araştırmacılar tarafından “gül
iftarları” olarak adlandırılmıştır.
2.
Çeşitli Olaylar Vesilesiyle Yapılan Davetler: Konyalılar
kendilerini mutlu kılan her olayı eş ve dostuyla davet sofralarında
paylaşmaktan haz duyarlar. Davetli sayısı fazla olduğundan bu tip davetlerde
genellikle pilav dökülür. “Pilav dökme” Konya’ya has bir tabirdir. Pilav dökme,
bir ikram ve şölenin adıdır. Bu şölenin yemek menüsü sadece pilavdan oluşmaz. Konya’da
bu davetlerin standart bir menüsü olmakla birlikte, davetli sayısının sınırlı
olduğu hâllerde, Konya mahalli yemeklerinin ikram edildiği de olur. Pilav
dökme, tabiri, kendisine vesile olan olayla birleştirilerek adlandırılır: Düğün
pilavı, sünnet pilavı, hacı pilavı, vs.
Konya’da
davete/pilav dökmeye vesile olayların başında düğünler gelir. Düğünlerin
haricinde hacı olma mutluluğunun paylaşıldığı hacı pilavı, bir fabrika veya
kurumun açılışında dökülen küşat pilavı, önemli bir olayı anma vesilesiyle
dökülen anma pilavı bu cümleden davetlerdir.
Konya’nın
düğün âdetleri kapsamında yapılan bazı davetleri de bu başlık altında anmak
gerekir. Bunlar dürü, yorgan kaplama ile güvey ve gelin davetleridir. Konya’da
düğünden sonra uygun bir zamanda (genellikle düğün haftasının perşembe günü)
önce kız evi oğlan evini yemeğe davet eder. Bu güvey davetidir (sonrasında
oğlan evinin kız evini çağırması da gelin davetidir). Güvey davetinin ertesi
günü kız evinde sadece damat ve gelinin katıldığı bir davet daha olur. Bu davet
Konya’da “artık yimeye gitmek” olarak adlandırılır.
Konya’da
bu vesileyle yapılan diğer bir davet de “oğul yası/gundak dürüsü” davetidir.
Konya’da torun sahibi olan kız annesi, torununa, kızına, damadına ve oğlan
evinin içindekilere dürü; oğlan evi de dürü getiren kız evi ve misafirlerine
yemek hazırlar.
Askere
çağrılan Konyalı genç ile ailesi pek çok hısım akrabası tarafından yemeğe
çağrılır. Asker daveti denilen bu davetler de bu cümledendir.
3.
Muhabbete/Dostluğa Dayalı Davetler: Konya’da genellikle
gençlerden oluşan akran grupları, dostluklarını pekiştirmek için aralarında
sıra kurarlar. Haftalık, on beş günlük veya aylık olabilen sıra oturmaları da
genellikle bir tür yemekli davettir.
4.
Yaptırıma Dayalı Davetler (Yol Çekme): Kendi aralarında
kararlaştırdıkları düzenli bir programa dâhil akran grupları arasında programı
aksatanlara kesilen ceza davetleridir. Mesela sabah namazını mahalle mescidinde
cemaatle kılma kararı alan sokak sakinlerinden herhangi biri, çok çok önemli
bir mazeret dışında, cemaati aksattığında başta alınan karar gereğince hemen
yolunu çekmek durumundadır. Bunun en hafif yaptırımı “gara dakım yemek”tir. İşi
çebiç asma’ya kadar götürenler olur. Yol çekmelerin ilginçlerinden biri arabaşı
çekmelerde yaşanır. Kaşığındaki arabaşı hamurunu çorbanın içerisine düşürenin
Konya sözlü hukukundaki yol çekmesi, o cemaate en kısa zamanda bir arabaşı
ikramıdır.
Konya
davetlerinde çıkarılan yemekler davet sahibinin arzusuna ve ekonomik gücüne
göre çeşitlilik arz etse de bütün Konyalılar, yemekli davetlerinde şartlarını
zorlamaktan kaçınmazlar. Küçük çaplı davetlere evde hazırlanan yemekler “gara
dakım”dır. Bunların menüsü ve sofraya getiriliş sırası genellikle şöyledir:
Yoğurt veya to(y)ga çorbası, bütümet, su böreği, tatlı [genellikle “gırk gat”,
“gamış (kamış) baklavası veya sacarası], bamya çorbası, yaprak sarması-yoğurt,
“söz kesen” (etsiz pilav). Bu yemeklerden sonra mevsimine göre üzüm, karpuz,
divlek veya diğer meyveler…
Davetlerde
misafir sayısı fazla olduğu takdirde “aşçı dakımı” tutulur. Bu takdirde yemeğin
menü ve sırası şöyledir: Yoğurt çorbası, bütümetli pilav veya pide üstü
kızarmış et, irmik helvası, bamya çorbası, zerde-pilav, hoşaf.
Gül İftarları
Konya’da,
meczuplar veli mesabesinde kabul edildiğinden oldukça fazla itibar görürlerdi.
Daha otuz-otuz beş sene öncesine kadar Konya çarşısının en renkli simaları olan
meczuplar, çarşının gülleri kabul edilirlerdi. Sair zamanlarda gücendirilmekten
sakınılan bu güller, ramazanlarda sadece onlar için düzenlenen iftar davetleriyle
onurlandırılırlardı.
Gül
iftarlarına muhatap olan son kuşak meczuplarının en tanınmışları şunlardı: Miyase’nin
Oğlu, Bekereli Mustafa, Düt Selahattin, Silleli İsmail, Deli Veli, Tut Salma
Helil, Bastonlu Hasan, Parsanalı Mustafa…
Çoğu
insanın “deli” deyip geçivereceği bu insanları Konyalılar oldukça dikkate
alırdı. Zaman zaman şakalarıyla bunları kızdırsalar da hiçbirini kırmayı
akıllarının ucundan bile geçirmezlerdi.
Konya
çarşısının bu gülleri, otuz ramazan iftarını da davetsiz geçirmezlerdi. Bu
iftar davetlerinin takvimi ramazan girmeden ayarlanır, biterdi. İmrenip de bir
davet de ben yapayım, diyenler gelecek ramazanı beklemeliydi.
İftar
daveti için güllerin tek tek davet edilmesine gerek yoktur. Birinin durumdan
haberdar edilmesi, tekmilinin iftarın verileceği evde toplanmasına yeterdi.
Meslek
erbaplarını meşgul eden iç çekişme ve kıskançlıklar Konya gülleri için de
ayniyle vakidir. Bu vakıa onların iftar sofralarına dek uzanır. Yemekler döküm
saçım yenir, kahveler çaylar da öylesine içilir. Bütün ikramlardan sonra
bunları gönderme zamanı gelip çattığında evi birbirine katma meşgalesine düşmüş
gülleri kırmadan uğurlamanın tek yolu tren tren oyunudur. Davetin akillerinden
biri hemen ayağa kalkıp tren taklidine başlar. Bunu gören güller birer birer bu
trene eklenir. Bu ilginç katar, kapılarının açılmasıyla evin bütün odalarını
dolaşmaya başlar. Evin odaları arasında cereyan eden bu turlamaların akabinde
güller, ardına kadar açılmış cümle kapısından dışarı uğradıklarının farkına
bile varamazlar. Durumun farkına vardıklarında ise kapı çoktan kapanmıştır.
Bu
güller ebedî âleme uğurlandıktan yeni türeyenlerin de hâl ve tavırlarıyla
bunların yerlerini dolduramaması sonucu gül iftarları da tarihe karışmıştır.
Davetsiz Davetler:
Azık Karıştırmalar…
Çocukluk
yıllarımızda sıklıkla uyguladığımız toplu bir karın doyurma yöntemiydi azık
karıştırma. Genellikle öğle öğünlerinde birdenbire arkadaşımızdan biri
tarafından yapılan: “Azık karıştıralım mı?” teklifi hiç olumsuz karşılık
bulmazdı. Çil yavrusu gibi evlerimize dağılan biz afacanlar, çok geçmeden birer
parça ekmek ve yanında katıkla bir gölgelikte buluşuverirdik. Oyun zevkinden
kopmamak için söz gelimi bir parça ekmek ve bir domatesle geçiştireceğimiz öğle
öğününü çokluğun bereketiyle mütevazı bir ziyafete dönüştürürdük.
Azık
karıştırmayı bazen -özellikle ramazanlarda- annelerimiz de
kararlaştırıverirlerdi. Bu girişime dünden razı babalarımız da renk vermeden
rıza gösterirlerdi. Evde akşam/iftar için hazırladıklarını sinilere koyan
komşular, teklifsiz, bir evde toplanırlar, yoksul akşam/iftar sofralarını yine mütevazı
bir ziyafete dönüştürüverirlerdi.
Son Söz
İlk
eğitim yeri matbah olan Mevleviliğin başkenti Konya’da, yeni yetme kızların ilk
eğitim yeri mutfak, oğlancıklarınki de sofradır. Dolayısıyla gelenekli Konya
evlerinin özellikle akşam sofraları Konyalı ailelerin önemli eğitim
ortamlarındandır. Bundan dolayı: “Gonya sufrasında yenen aş can olur”. Diğer
bir ifadeyle de: “Gonya sufrasında gızlar gadın, oğlanlar adam olur.” “Gonya
gadınlığı’ ve ‘Gonya adamlığı’ da ne ola ki?” diye soracak olursanız, eh,
bunlar da yeni yazıların konusudur artık.
Konyalı
Şerife Hanım’ın[1]
Konya sofralarının yemek resmigeçidini vasfeden aşağıdaki destanı, Konya sofra
kültüründen bir katre olan bu yazımızın hatimesi olsun.
Yemek Destanı
Evvela
yürüttük baştan çorbayı
Sarımsakla
terbiye olmuş paçayı
Domatesle
pişirmeli bamyayı
Midemizi
açsın hoş misâl olsun
Bihamdillâh
hiçbir şeyi taşlamam
Yağ
içinde yumurtayı boşlamam
Yumşak
somun olmayınca başlamam
Semiz
etin kenarları al olsun
Baklavayla
börek derkenar ola
Şeker
helvası da bir hisar ola
Toplanın
ihvanlar bir karar ola
Sıdk
u muhabbetli ehl-i hâl olsun
Mısırgayı
bir halledin öldürün
Ortasına
fıstık, pirinç doldurun
Dolmaları
üçer üçer kaldırın
Kuvvetli
bedene irtihâl olsun
Katmeri
ince aç, yağın sakınma
Sakın
ona haşhaş yağı kullanma
İnce
etten olur hem de çullama
Tavada
pişmiş bir kızıl hal olsun
Enginar
ile kereviz, ıspanak
Karnabatla
semiz ota birle bak
Patata,
tomata, böğrülce, kabak
Onlar
da içinde hasb-i hâl olsun
Mıkla,
çılbır, mantı, kaygana gelsin
Makarnayla
keşkeş, kuskus çekilsin
Şalga
bişip gelir iken dökülsün
Kalan
yemekler de isti’mâl olsun
Köfte,
yaprak birde lahana dolması
Sar’erik,
zerdali, nohut yahnisi
Zülbiye,
pancar, turp salatası
Onlar
da içinde pür-kemal olsun
Tabakta
turşu da kalmasın mahzun
Zeytin
yağ üstüne sıkılsın [i]limon
Balığı
kızartın getiri pür-hun
Yiyelim
bizler de can misâl olsun
Yiyenler
nimetin şükrün bilirse
Vücut
kuvvet bulup hâlin alırsa
Bu
yemekler bize her gün gelirse
İsterse
altı [ay] oruç hâl olsun
Sebebin
işleyip kârın gözetsin
Herkes
varıp nasibini deşirsin
Günde
bana üçer üçer bişirsin
Hulku,
huyu güzel bir ayâl olsun
Ta’n
etmen ahbablar siz bu âşığı
Nimet
ucuz amma budur layığı
Çok
istemem ben keseme harçlığı
Beşi
birlik ile bin riyâl olsun
Hak
verir dostuna yarınki günü
Çorba
da yemeklerin önüdür önü
Yemeklerin
bastırmak için üstünü
Kahve
ile tütün on çuval olsun
Paluze
ile muhallebi araya
Kifâyeler
dursun hep bir sıraya
İki
tatlı tuzlu gelsin sofraya
Kaymak,
güllaçla şeker hal olsun
Canım
hem böğrülce, bakla da ister
Yıldız
kökü Çayır Bağı’nda biter
Patlıcan
orta’nın gayretin güder
Karpuz,
üzüm, divlek üç misâl olsun
Kadifin
telini kırmalı kelli
Üzeri
kokulu anberli gülü
Pilavın
üstüne getir sütlüyü
Yiyelim
bizlerde can cemâl olsun
Bihamdillâh
yedik nimet ü nânı
Bizim
zamanımız bolluk zamanı
Bin
üç yüz on dörtte yazdık bu destanı
Okunsun
dillerde bir icmâl olsun
ŞERİFE
HANIM
Kaynakça:
AYVA,
Aziz (ts.), “Âşık Şerife Hanım”, Konya
Ansiklopedisi, c. 1, s. 292.
[ERGUN]
SADEDDİN NÜZHET-MEHMED FERİD [UĞUR] (1926), Konya Vilâyeti Halkiyyât ve Harsiyyâtı,
Konya, s. 51-52.
IŞIK,
Ali (ts.), “Arabaşı”, Konya Ansiklopedisi,
c. 1, s. 243-244.
(2012),
“Davetler”, Konya Ansiklopedisi, c.
3, s. 18-19.
(2012),
“Düğün”, Konya Ansiklopedisi, c. 3,
s. 138-141.
(2012), “Gül İftarları”, Konya Ansiklopedisi, c. 4, s. 35-36.
(2012),
“Hacı Uğurlama ve İndirme”, Konya
Ansiklopedisi, c. 4, s. 90-92.
(2014), “Konya Mutfağı”, Konya Ansiklopedisi, c. 6, s. 88-92.
ODABAŞI,
A. Sefa (1998), 20.Yüzyıl Başlarında Konya’nın Görünümü, Konya.
(1999),
Geçmişten Günümüze Konya Kültürü, Konya.
[1] “Bülbül Hoca” da denilen Âşık
Şerife Hanım (1869/70-1932), Konya’nın Kalecik Mahallesi’nde doğup büyüdü.
Babası Bakkal Ali Ağa’dır. Şerife Hanım Konyalı folklor araştırmacısı İbrahim
Aczi Kendi (1882-1965)’nin kayınvalidesi, Memleket
gazetesi yazarlarından A. Cenap Kendi’nin de anneannesidir. Sesi gayet güzel olan
Şerife Hanım, kadınlar arasında okuduğu mevlid, ilahi, destan ve koşmalarla
ününü duyurmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder