6 Ekim 2017 Cuma

Konya Kaşıkçılığı ve Kaşık Kültürü



KONYA KAŞIKÇILIĞI VE KAŞIK KÜLTÜRÜ
Ali IŞIK

ÖZET

Kaşık, insanoğlunun ateşi keşfi sonrası ateşte pişirdiklerinin çeşitlenmeye başlaması üzerine keşfettiği bir yemek aracıdır. Anadolu’da eski çağlara ait buluntular arasında madenden ve kemikten yapılmış çeşitli şekillerdeki kaşıklar da yer almaktadır. İnsanlığın ilkel medeniyet çığırlarını takip eden kaşık, nihayet sert ağaçlardan da yontularak, Türkiye (Anadolu) Selçuklularına kadar gelmiş, bu devirde devletin başşehri olan Konya’da bir el sanatı şubesi olarak gelişmiştir. Etrafında oluşan kültürle birlikte Konya bu alandaki şöhretini yedi asır muhafaza etmiş; özellikle son elli yıl içerisinde kullanımındaki rahatlık, teminindeki kolaylık sebebiyle demir kaşıkların halk arasında yaygınlaşması üzerine kaşıkçılık kaybolma noktasına gelmiştir.

ANAHTAR KELİMELER
Kaşık, kaşıkçılık, Konya kaşıkçılığı, kaşık kültürü, kaşık edebiyatı, kaşık folkloru, kaşık oyunları.

GİRİŞ
Kaşığın ilk defa nerede ve ne zaman ortaya çıkıp kullanıldığı hakkında kesin bir bilgimiz bulunmamaktadır. Bu hususta, ancak mevcut materyallere göre fikir ileri sürülebilmektedir. Bazı kaynaklar kaşığın menşeini prehistorik devirlere kadar götürmekte ve örnek olarak da İsviçre’nin Göller Bölgesindeki buluntuları vermektedir (Eren, 1984, 3).
Kaşık yapımı binlerce yıldan günümüze kadar gelişerek gelebilmiştir. Kendi kendine göre çok ilginç özellikler taşıyan bir sanattır. İnsanlar, taş devri öncesinde sulu yiyecekler yiyebilmek için doğadaki Hindistan cevizi gibi meyve, ya da midye benzeri küçük deniz hayvanlarının kabuklarından yararlanmışlardır.
İlk kaşık, dala sabitlenmiş deniz kabuğundan oluşan basit bir gereçten ibaretti. Zaman ilerledikçe kaşık, pişmiş topraktan yapılmaya başlandı. Daha sonraları ise, işlenmesi topraktan daha güç, fakat çok daha dayanıklı olan geyik ve gergedan boynuzu, yaban domuzu ve mamut dişi ile bazı sert dokulu ağaçlardan yararlanılmıştır.
Ateşin keşfi sofra kültürünü de geliştirdi. Artık yemekler de el oyması ahşap kaşıklarla karıştırılmaya başlandı. İlk kaşık yuvarlak, ağız kısmından sapa doğru incelen incir formunda idi. Ortaçağa kadar süregelen elle yeme alışkanlığı, 18. yy.da çatal- kaşık-bıçak takımı olarak masadaki yerini almıştır (Yılmaz, 2007, 17).

KAŞIK
1. Kavram Olarak Kaşık
Konumuzdaki bağlamıyla: “Sulu veya bazı ufak taneli yiyecekleri ağza götürmeye yarayan saplı sofra aracı.” (TDK Türkçe Sözlük, 1998, II/1233) demek olan kaşık kelimesinin kökeni, “tırmalamak, kazımak” anlamına gelen “kaşı-” fiilinden gelmiştir (Üçüncü, 2012, 29). Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olan Divânü Lugati’t-Türk’te bu kelime hem “kaşuk” (Atalay, 1939, 383; 1941, 347) hem de “kaşık” (Atalay, 1939, 504) biçiminde yer almıştır. Aynı eserde, “kepçe” ve “kaşık” karşılığı olarak “kamıç” kelimesi de mevcuttur (Atalay, 1939, 52, 359; 1940, 75).
Anadolu ağızlarında kaşık karşılığı olarak “cemiş” (TDK Derleme Sözlüğü, III/880); “cemişge” (TDK Derleme Sözlüğü, XII-Ek/4470); “çamça/çamçak” (TDK Derleme Sözlüğü, III/1064); “çamçı” (TDK Derleme Sözlüğü, III/1064); “çömçe [cemce, comca, cömce, cömcek, çömçe, çemçe, çoça, çomcu, çomça, çomçe, çomçu, çömçek, çömçü, çömüş, çönçe, çumça, çümçe]” (TDK Derleme Sözlüğü, IV/1412); kançal” (TDK Derleme Sözlüğü, VIII/2619); “karsuk” (TDK Derleme Sözlüğü, VIII/2669); “kepcik [kevcik]” (TDK Derleme Sözlüğü, XII-Ek/4545); “köcik” (TDK Derleme Sözlüğü, VIII/2947); “matlak” (TDK Derleme Sözlüğü, IX/3136); “nablak” (TDK Derleme Sözlüğü, IX/3232); “semet” (TDK Derleme Sözlüğü, IX/3579); “tirki” (TDK Derleme Sözlüğü, IX/3939) gibi kelimeler de kullanılmaktadır.
2. Yapı Olarak Kaşık
Kaşık genel olarak iki kısımdan meydana gelmektedir:
l) Sap,
2) Ağız veya kepçe. Yani kaşık ağzı veya kaşık kepçesi.
Kaşıklar üç şekilde isimlendirilmektedir:
1) Yapıldıkları maddelere göre:
(Tahta veya ağaç kaşık -ki bu da şimşir, ardıç, gürgen, meşe, armut, karaağaç vs. gibi yapıldığı ağacın ismini alabilir-, boynuz, bağa, sedef, abanoz, bakır, pirinç, demir, gümüş, altın gibi).
2) Kullanıldıkları yerlere göre:
(Çorba kaşığı, pilâv kaşığı, yemek kaşığı, hoşaf kaşığı, tatlı, muhallebi, çay, kahve, ilâç kaşığı gibi. Hatta bazı yörelerimizde oyun kaşıkları dahi kendilerine özgü olarak ayrıca yapılmaktadır. Bu arada süs kaşıkları da belirtilebilir).
3) Biçim ve şekillerine göre:
Bu da iki kısımda incelenebilir:
a) Sap şekillerine göre:
(Düz, yılanlı, burmalı, oymalı, sivri saplı kaşıklar gibi).
b) Ağız şekillerine göre:
(Oval, sivri, yuvarlak, armudi ve yaprak şekilli gibi).
Kaşık yekpare olarak tek maddeden yapıldığı gibi, ağzı başka, sapı başka maddelerden de yapılabilir. Nurettin Rüştü Bingül bu hususta şunları söylemektedir:
“Yekpare, abanoz, zergerdan, kemik, boynuzdan kaşıklar yapıldığı gibi, ağzı fildişi, sapı mercan, ağzı bağa sapı mozaik, ağzı bağa sapı fildişi kaşıklar da vardır”. (Resim 1, 2)
Celâl Esat Arseven ise: “Eski yemek kaşıkları şimşirden, hoşaf kaşıkları bağadan, muhallebi kaşıkları kemik veya fildişinden, tatlı kaşıkları gümüşten olurdu. Hoşaf kaşıkları daha çukurca ve karınlı olup, umumiyetle bağadan yapılır ve sapları fildişinden olurdu. Bunların sap uçları mercandan veya sedeften oyulmuş kuşlarla da süslenirdi. Bugün meraklılar tarafından bu kaşıklarla güzel koleksiyonlar yapılmaktadır” şeklinde eski kaşıkları anlatmaktadır (Eren, 1984, 4-5).
Kaşıkların ağız ile sap kısımlarının birleştiği yer (boyun) de çeşitli biçimlerde olabilmektedir. Kaşıklar boyunlarına göre düz (Resim 3), dirsekli (Resim 4) veya kulaklı (Resim 5) olabilmektedir (Yılmaz, 2007, 28-30).
Günümüzde Konya’nın biricik kaşık ustası olan Mustafa Sami Onay, kaşığın yapımını ise şöyle anlatır:
“Konya tahta kaşıkları genelde armut, meşe, dut, ceviz, dişbudak gibi ağaçlardan yapılsa da; en makbul olanı ‘şimşir’den yapılanıdır. Şimşir kaşık yapılacak ağaç en az 15 cm kalınlığında olmalı. Yapılacak kaşığa göre 25 ila 30 cm boyunda kesilir. İkiye ayrıldıktan sonra her bir yüzüne yapılacak olan kaşığın modeli çizilir. Bu çizgilere yakın bir şekilde keserle yontularak düzeltilir ve bu işleme ‘taslak çıkarma’ denir. Daha sonra yine keserle iç ağız kısımları oyulur. Bu oyulan kısım, adına ‘eğdi’ veya ‘değdi’ dediğimiz özel bıçaklarla çapakları alınıp düzgün bir hâle getirilir. Arka kısmı ve sap kısmı bıçak, törpü, eğe ve zımpara yardımı ile düzeltilip kaşık yapılır. Yapılacak modele göre kaşıkla sap arasına ‘dirsek’ dediğimiz ve sapına ‘delikli’ dediğimiz modeller el ile oyularak modeller işlenir. Böylece kaşığın ahşap hâli bitmiştir (Mustafa Sami Onay’la 03.08.2015 tarihinde yaptığımız görüşme). (Resim 6, 7)

KONYA KAŞIKÇILIĞI
“Kaşık yapma ve satma işi” (TDK Türkçe Sözlük, 1998, II/1233) olan kaşıkçılığın, Konya’ya, Anadolu [Türkiye] Selçukluları vasıtası ile Orta Asya’dan geldiği tahmin edilmektedir. Selçuklular Devrinde Konya, Doğunun birçok ünlü bilginini, seyyahını bağrında topladığı gibi, birçok talebe de Konya medreselerine koşmuş, bu şehirde tahsil görmüşlerdir. Talebelerin medrese hücrelerinde, bazı küçük el sanatları ile birlikte, ağaçtan kaşık oymak ve bunu pazarda satmak suretiyle geçimlerini sağladıkları, bundan dolayı da Konya’da, medrese talebesine (kaşıkçı molla) dendiği tevatüren söylenir (Önder, 1962, 366).
Zamanla medrese hücresinden Osmanlılar Devrinde esnaf birliklerine ve loncalara geçen kaşıkçılık daha çok yayılarak, Konya’nın bir semtinde (Kaşıkçılar Çarşısı) açılacak kadar çoğalmış, bu zarif el sanatı halkın âdet ve ananeleri arasına girerek kutsal bir mahiyet almış, kaşık üzerine efsaneler, atasözleri, türküler, maniler düzülmüştür. XVIII ve XIX. yüzyıllarda Konya kaşıkçılığı, diğer Anadolu şehirlerinde, bu arada Tokat ve Kastamonu’da yapılan kaşıklar arasında gerek sağlamlığı, gerekse zarafet ve güzelliği, motif ve cilası ile bir üstünlük kazanmış, doğu ve güney memleketlerine Suriye, Mısır, Tunus ve Cezayir’e kadar uzanan geniş bir bölgeye ihraç edilen bir meta olmuştur.
Son yüzyıllarda Konya’nın namlı kaşıkçılarından Hatip Ruşen Efendi, Bursa’da bir kaşık sergisi açmış, gördüğü rağbet üzerine 1900 yılında Paris el sanatları sergisine iştirak ederek altın madalya ile taltif edilmiştir (Önder, 1956, 2).
Hanım eğitimci, gazeteci ve siyasetçilerimizden Hasene Ilgaz (1902-2000), yazdığı bir yazıda, Konya kaşıkçılığına dair şu sitayişkâr ifadelere yer verir:
“İstanbul’un beş yüzüncü yıldönümü münasebetiyle Fatih Sultan Mehmet’in resmi olan kaşıklar fevkalade güzel bir sanat numunesi idi. Bir tesadüf olarak İstanbul’da bir dükkân vitrininde gördüğüm bu kaşıkların hepsini alarak yurt haricinde olan bulunan tanıdıklara, dostlara göndermek imkânını bulmuştum. Eğer sizler de kaşıkları görmüş olsaydınız muhakkak ki aynı şeyi siz de yapacak veya evinizdeki vitrin için bunlardan bir tane alacaksınız.”
(…) “Bilhassa Fatih Sultan Mehmet’in resmi yapılan kaşıklar o kadar muvaffakiyetli çizilmiş ve boyanmıştı ki sanatkârını Konya’ya kadar gidip görmek, tebrik etmek yerinde bir hareket olurdu. Ve ben bu imkânı bulamadığımdan müteessir oldum.”
“Ayna gibi parlayan renk ve motif ahengi taşıyan bu kaşıklardan milyonlarca yapılsa eminim ki dünyanın her tarafında müşteri bulacaktır.”
“Kim bilir belki de aynı toprak üzerinde yüz binlerce insan Konya kaşıkçılığını bilmiyorlar bile…” (Ilgaz, 1956, 2)
Özellikle son elli yılda temininde kolaylık, sağlığa uygunluk (hijyen) gibi sebeplerle metal kaşıkların tercih edilmesi Konya kaşıkçılığına büyük bir darbe vurmuştur. 1960’lı, 70’li yıllarda ayakta kalabilen birkaç kaşık atölyesi de turistik kaşık imaliyle hayatlarını beş on yıl daha idame ettirebilmişlerdir. Bu dönemde sade veya bezemeli/hatlı geleneksel Konya yemek/oyun kaşıklarına (Resim 8, 9), aralarında devasa boyutluları da olabilen Mevlâna, semazen ve Yeşil Türbe motifli turistik kaşıklar da dâhil olmuştur (Resim 10, 11).
Konya Kaşıkçılığını Dünyaya Tanıtan Sanatkâr: Hatip Hüseyin Ruşen Efendi
Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Hüseyin Ruşen Efendi, Konyalı Hatip Hüseyin Ruşen Efendi olarak tanındı. Mesleğinden dolayı neslinden gelenler Konya’da “Kaşıkçılar” lakabıyla anılıp Soyadı Kanunu’ndan sonra da “Kaşıkçı” ve “Kaşıkçılar” soyadlarını aldılar (Oğullarından Kâzım Kaşıkçı, bilahare soyadını “Pakman” olarak değiştirmiştir). Yaptığı kaşıklarının özelliği, kendi geliştirdiği özel boyalarla çok canlı renklerle üzerine işlediği motifler ve bunların da üzerini yine kendi geliştirdiği özel bir cila ile kaplaması idi. Çok dayanıklı, cam gibi saydam olan bu cila, boya renklerini aynen göstermekteydi.
Hüseyin Ruşen Efendi yaptığı kaşıkları 15 Nisan 1900-12 Kasım 1900 tarihleri arasında düzenlenen ve 50 milyon kişi tarafından gezilen Paris Uluslararası Sergisi’ne (Paris World Fair/Paris Exposition Universelle/Paris Expo) Konya’dan götürmüş, katıldığı bu sergide gümüş madalya (mansiyon) almıştır (Resim 13). Böylece Konya kaşıkları ilk kez dünyaya açılmıştır.
Hüseyin Ruşen Efendi’nin kaşıklarından bir kısmı Müteahhit Cevdet Ekşioğlu’nun koleksiyonunda yer almaktadır (Işık, 2012, 206).
Günümüzde Konya Kaşıkçılığını Ayakta Tutan Biricik Sanatkâr: Mustafa Sami Onay
21.01.1960 tarihinde Konya’nın Hacıfettah Mahallesi’nde doğdu. Konya’da, “Kaşıkçılar” diye anılan bir sülaleye mensuptur. Babası; uzun yıllar Sultan Selim Camii’nde fahri olarak imamlık yapmış Hafız Şükrü Efendi, annesi Sabire Hanım’dır. 27 Mayıs (günümüzde Yunus Emre) İlkokulunda başladığı eğitimini Konya İmam-Hatip Lisesinde sürdürdü. Bu okulun son sınıfında Konya Gazi Lisesine naklini yaptırarak buradan mezun oldu.
İlkokul sıralarında, ata mesleği olan kaşıkçılığa başladı. Demir kaşıkların yaygınlaşıp ahşap kaşıkların önemini kaybetmesi üzerine 1980 yılında mesleğini bırakıp, gelenekli kök boyalı yün halı ve kilim dokumacılığı yaptı. 1993 yılında tekrar kaşıkçılığa döndü. 2006 yılında Kültür Bakanlığının başlattığı Ölmeye Yüz Tutmuş Mesleklerin Yaşayan Ustaları Projesi kapsamına dâhil edildi. Hâlen Kültür Bakanlığı Devlet Sanatçısı olarak çalışmalarını Mengüç Sokağı üzerindeki mütevazı dükkânında sürdüren Onay, “Yaşayan Kültürel Miras” ve 2015 Yılı Yılın Ahisi” unvanları sahibidir.
Havva Hanım’la evli olan Mustafa Sami Onay, Hilal ve Şükrü adlarında iki çocuk babasıdır (Kendisiyle yaptığımız 03.08.2015 tarihli görüşme).

KONYA KÜLTÜRÜ VE FOLKLORUNDA KAŞIK
Konya kaşıkçılığı Konya’nın ruhuna işlemiş, Konya’nın zengin folkloru içinde müstesna bir mevki kazanmıştır. Konya âdet ve ananeleri arasında kaşığın yeri büyüktür. Evlenmek isteyen genç bir kız sofraya bir fazla kaşık koymak suretiyle bu maksadını aile reisine açıklar. Keza evlenmek isteyen delikanlı tahta kaşığı pilavın ortasına dikmek suretiyle ailesine bu maksadını ihsas ettirmiştir. Bilhassa düğünlerde ve büyük ziyafetlerde yemekten sonra hep birlikte kaşıkların sapını kırmak suretiyle bereketin artacağı inancı kaşıkçılara daha geniş iş sahaları açmış ve sürümü artırmıştır.
Osmanlı askerî teşkilatında yeniçeriler üsküflerindeki tuğ yerine bir adet kaşık sokmak suretiyle kaşığa kutsal bir önem vermişler, birbirlerine (kaşık yoldaşı) diye hitap etmişlerdir.
Kaşığın bir hususiyeti de eğlence vasıtası olmasıdır. Konya’nın kaşık oyunu meşhurdur. Şimşir veya armut ağacından yapılmış, iyi kurutulmuş ve cilalanmış kaşıklar avuç içindeki temaslarla gayet güzel ses çıkardığı için kastanyet olarak kullanılmış, bu tatlı tempoya rakkasenin ayakları da uymuştur. Aynı zamanda Konya kaşıklarının sapları üzerine gayet güzel sözler yazıldığı için, bilhassa kadın topluluklarında bir sepet içinde getirilen kaşıklar çektirilmek suretiyle herkesin şansı denenmiş ve bu yazılar okunarak çeşitli manalar verilmiştir (Önder, 1956, 2).
Konya’nın Söz Dağarcığında Kaşık
Kaşık kelimesi, kendi gerçek anlamının yanında gerçek ve mecaz anlamıyla birçok Konya kelime grubu, deyim ve atasözünde de yer almıştır.
Konya Deyimlerinde Kaşık:
Ağzına kaşık sığmamak
Düğün evini bilmezsin, samanlığa kaşık taşırsın.
Kaşık atmak/çalmak
Kaşık düşmanı
Kaşık havası
Kaşık ile pilav verir, sapı ile gözünü çıkarır.
Kaşık kadar
Kaşık kalıbı
Kaşık sallamak
Kaşık sallamak
Kaşıkla verip kepçeyle geri almak
Sütten çıkmış ak kaşık gibi olmak
Konya Atasözlerinde Kaşık:
Bir kaşık aşla dokuz abdal geçinir.
Çanağa ne doğrarsan kaşığında o çıkar.
Ekmekten kaşık olur; ama her yoğurdun hakkına göre değil.
Elinden gelse bir kaşık kanda boğar.
Her ağaçtan kaşık olmaz.
Her kaşığın kısmeti bir olmaz.
Herkes kaşık yapar ama sapını ortaya/doğru getiremez.
Kadın eli kaşık sapında kararır.
Kaşık, sakın koyma bulaşık.
Kısmetinde ne varsa kasığında o çıkar.
Ne doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına.
Pilav yiyen kaşığını yanında/belinde taşır.
Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.
Sofrada kaşık; ona da gelir keşik.
Konya’da Kaşıkla İlgili İki Bilmece:
Ağzımıza hoş gelir / Dolu gider boş gelir.
Bir küçücük kumbara, zahire çeker ambara!
Bir Kaşık Manisi:
Bahçelerde sarmaşık
Ben yâre oldum âşık
Âşıklık ne zor imiş
Elimden düştü kaşık (Es, Arşiv; Odabaşı, 1999, 38, 41 ve eşim Neriman Işık’tan değişik tarihlerdeki derlemelerim)
Kaşıkçılıkla İlgili Bir Konya Efsanesi: Kaşıkçı Güzeli
Konya’nın Mevlevi Dergâhı civarındaki mütevazı bir dükkânda, sanatının bütün incelik ve maharetini göstererek kaşıklara renk ve sır veren güzel bir delikanlı varmış. Gerek sanatı, gerekse güzelliği ile, kısa zamanda muhitinde şöhret yapan bu delikanlıyı bir defacık olsun görebilmek maksadile Konya’nın bütün dilberleri dükkâna taşınmaya başlamış, ince ipek tül peçeleri arasından kaşıkları değil, civan delikanlıyı süzen bu dilberler, hemen her gün dükkâna uğruyor, bir deste kaşık alıp gidiyorlarmış. Küçük kaşıkçı dükkânı, arı kovanı gibi işlemeğe, her taraftan güzel, nazenin müşteriler celbetmeğe başlamış.
Nihayet Kaşıkçı Güzelinin şöhreti, Konya paşasının biricik kızı Gevher Sultan’ın da kulağına gelmiş. Gevher Sultan dadısını yanına alarak, dükkân müşterilerinin arasına karışmış ve delikanlıyı bir görüşte sevmiş... Artık paşa kızı da diğerleri gibi dükkâna devama başlamış.
Kaşıkçı güzeli de, kimin nesi olduğunu bilmediği bu cömert müşterisine gönlünü kaptırmakta gecikmemiş. Kaşık alışverişi devam ettikçe gencin aşkı alevlenmiş, içli ve ateşli mısralarını kaşıklara işlemiş. Öyle ki, her kaşık buram buram sevda tüter olmuş. Gel zaman git zaman paşanın konağı da bir kaşık panayırı hâline gelmiş. Paşa, her sofraya oturuşta önüne sürülen bu sevdalı, çeşit çeşit nakışlı kaşıkları gördükçe merakı artar olmuş Kaşıkçı Güzelini görmeye karar vermiş. Bir gün beraberine kadı efendiyi de alarak kaşıkçı dükkânına gelmiş... Delikanlı, Paşayı hürmetle karşılayarak baş sedire oturtmuş. Konuşmağa başlamışlar. Paşa:
- Oğlum, demiş, kaşıklarına diyecek yok. Bilhassa ateşli beyitlerin kalbimi yakıyor. Biliyorum ki âşıksın...
- Evet, Paşa Hazretleri... Gizlemeye lüzum yok. Bu aşk beni için için kemiriyor.
- Kim bu gönlünü verdiğin dilber, söyle de bilelim, belki bir çaresine bakarız.
- Bilmiyorum Paşam. Her akşam buraya geliyor, bir deste kaşık alıp gidiyor.
- Garip şey... Hiç konuşmadınız mı?
- Şimdiye kadar gözlerimiz konuştu birbirimizi seviyoruz.
- Mademki öyle; sizi baş göz etmek de benim boynumun borcu olsun. Düğününüzü bizzat ben yapacağım. Bekleyelim bu dilber gelsin..
- Sağ ol Paşam!
Paşa ve kaşıkçı güzeli beklerler, Akşama doğru güzel dilber dükkânı teşrif eder. Paşa merakla yerinden kalkar, Kızın peçesini kaldırıverir. Bir de ne görsün, sevgili kızı Gevher Sultan değil mi!.. Paşa bu durumdan evvelâ şaşkınlık duyar, bir kızına bir de Kaşıkçı Güzeline bakar. Sonra:
- Allah’ın takdiri böyle imiş. Çağırın imam efendiyi, der ve nikâhlarını kıyar.
Onlar ermiş muradına.. (Önder, 1963, 17-19)
Konya Kaşık Oyunları
Oyuncuların ellerinde ritim aracı olarak ahşaptan mamul kaşıklar bulunduğu için oyunlar yaygın olarak “Kaşık Oyunu” adıyla anılagelmiştir. Ancak Konya’da kaşık havalarına ve kıvrak oyun havalarına -kaşık şıkırtılarına izafetle- “şıkıltım havası” denmektedir. Bu oyunlar Konya ve ilçelerinde geleneksel ve en yaygın oyundur. Düğün gibi eğlencelerde oynanır. Oyuncuların, genel olarak daire biçiminde ya da birbirine tutunmadan karşılıklı oynadığı bu oyunlarda oyuncunun iki elinde ikişer kaşık bulunur. Kaşıklar aynı zamanda oyunda ritim saz görevini de üstlenmektedir. Düğüne gelen davetliler saz eşliğinde kaşık oyunlarına katılmak zorundadır. Ayrı topluluklar oluşturan kadın ve erkekler kendi aralarında oynarlar. Konya’nın yerlileri toplu oynamayı sevmediğinden kaşık oyunları çoğunlukla iki kişi tarafından karşılıklı olarak oynanır. Oyun esnasında birbirlerini takip eden oyuncular, birbirlerinin ayak ve vücut hareketlerindeki uyuma dikkat ederler.
Kaşık oyununun, Anadolu öncesinde, Orta Asya’ya kadar uzanan tarihî bir geçmişi vardır. Mevlâna’nın mısraları arasında geçen “çeng u çağane” terkibindeki “çağanağ” çalgısı haddi zatında iki iri kaşığın yüz yüze getirilmesi ve oyuklarına ziller ve daha sonraları yuvarlak çıngırakçıklar sıralanması suretiyle yapıldığı için Horasan bölgelerinin şimdiki oyuncularınca “gaşağ” (kaşık) adıyla bilinir ve kullanılır. Hâlbuki Anadolu’da bu tipte oyun kaşıkları, ne de çalparalar yapılmadığından, tahtadan yemek kaşıklarıyla oyunlara devam edilmektedir. Konya’da, oyunlarda ahşap kaşıkların yanında kemik kaşıklar ve parmak zilleri de kullanılmıştır.
Kaşıklı oyunların en belirgin özeliği şahsi olması, oynayanların beceri ve yeteneklerine bağlı olmasıdır. Herkesin kendine özgü figürleri vardır. Oyun yavaş bir tempoda başlar ve giderek hızlanır. Sazlar ve kaşıklar çalmaya başlayınca oyuncu müziğe göre topuk döver. Küçük adımlarla yürür, yan yan hareketlerle oyuna başlar. Kaşıklı oyunlar genellikle kapalı yerlerde, köy odalarında oynamalarıyla da halay ve zeybeklerden ayrılır. Konya’da oturak olarak adlandırılan müzikli, oyunlu toplantılarda oyuncu kadınlar da kaşıklarla oynar.
Sektirme, Keklik, Yerli Oyun, Aslan Mustafa, Sallama, Genç Osman, Ahmet Yavaş, Düz Oyun, Emmiler, Galkınma, İnce Çayır, Konyalı, Menberi, Turnalar, Aksinne ve Zambak Konya kaşık oyunlarının en bilinenleridir (Işık, 2013, 127).
Kaşık Edebiyatı
Konyalı kaşık sanatkârları, kaşık yapımı ve süslemesinde gösterdikleri mahareti, kaşık saplarına nakşettikleri beyitlerle sözde de göstermişler ve âdeta bir kaşık edebiyatı meydana getirmişlerdir. Tespitlerimize göre Konya kaşık edebiyatı başlı başlı başına bir makale konusu olabilecek kadar zengindir. Biz bu makalede konuya dair birkaç örnekle yetineceğiz.
Mala mülke mağrûr olub dime yokdur ben gibi
Bir muhâlif rüzgâr eser savurur harmân gibi 338/1919-20 (Resim 13)
*
Sunma dil balına dünyâ ki zehri andadır
Vîrdine aldanmagıl ki hârdır andan sakın (Resim 14)
*
Kubbe-i eflâke benzer dânesi
Kızının karnında yatar ânesi (Resim 15)
*
Ya biri sana bir kaşık Ahmed-i Rıdvân gelür
Ye pilavı iç hoş âbı bedenine cân gelür 1268/1851-52 (Resim 16)
*
Ey günden zülfün açık yüzün ak
Ey benim zülf-i siyâhım gel berü buyurun 1268/1851-52 (Resim 17)
*
Söz altundur gönül levhine derc eyle
Terazûya vur andan sonra harc eyle [12]88/1871-72 (Resim 18)

SONUÇ
Geçmişte Konya’da üretilen kaşıklar çoğunlukla İstanbul Caddesi üzerinde, Aziziye Camii’nin hemen batısındaki küçük dükkânlarda; turizme yönelik kaşıkların üretilmeye başladığı dönemde ise böyle kaşıklar, Mevlâna ve Türbe caddeleri üzerinde, Türbe Önü’ne yakın kesimlerde, turistik eşya satan dükkânlarda satılırdı. Her iki semtte günümüzde de hâlen mevcut olan dükkânlar ziyaret edildiğinde Konya kaşıkçılığının durumuna dair net bir fotoğraf çekmek mümkündür. Ne ki alınacak bu fotoğraf, Konya kaşıkçılığının tarihte yerini aldığına dair acı bir gerçeğin görüntüsünden başka bir şey olmayacaktır. Hele Aziziye’nin batısında hâlen kaşık satışını sürdüren birkaç dükkânda satışa sunulan oyun amaçlı kutu kutu kaşıkların tamamına yakının plastik olması, böyle konulara duyarlı Konyalıların içini acıtır mahiyettedir. Diğer yandan ilgisizlikten yakınan Konya kaşıkçılığının son temsilcisi de dükkânını kapatma noktasına gelmiştir. Eskiler: “Marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir” demişler. Bu husustaki iltifat sahipleri en başta yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimlerimiz, dağıttıkları hediyeler arasına –Konya’da bu sanatı tarihe gömmemek adına- behemehâl gelenekli Konya kaşıklarını da dâhil etmelidirler. Bütün Konyalı şunu iyi bilmeli ki; kaybolan sadece bir meslek olmayacak, bu meslek çerçevesinde neşvünema bulan zengin bir kültür de unutulup gidecektir.

KAYNAKÇA:
ATALAY, Besim, 1939, Dîvânü Lûgati’t-Türk, C. I, Ankara.
                            , 1940, Dîvânü Lûgati’t-Türk, C. II, Ankara.
                            , 1941, Dîvânü Lûgati’t-Türk, C. III, Ankara.
EREN, Naci, 1984, Kaşık ve Kaşıkçılık, İstanbul.
ES, Selçuk, “Büyük Konya, Ansiklopedisi”, Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi, Selçuk Es Arşivi, Nu. 3510 (“Es, Arşiv” olarak kısaltılacaktır).
ILGAZ Hasene, 1956, “Konya’da El San’atları”, Yeni Konya, 17 Şubat, s. 2.
IŞIK, Ali, 2012, “Hatip Hüseyin Ruşen Efendi”, Konya Ansiklopedisi, c. IV.
              , 2013, “Kaşık Oyunları”, Konya Ansiklopedisi, c. V.
ODABAŞI, A. Sefa, 1999, Geçmişten Günümüze Konya Kültürü, Konya.
ÖNDER Mehmet, 1956, “Kaşık Üzerine”, Yeni Konya, 19 Mayıs, s. 2.
                          , 1962, Mevlâna Şehri Konya (Tarihî Kılavuz), Konya.
                          , 1963, Konya Efsaneleri, Konya.
TDK DERLEME SÖZLÜĞÜ, I-XII, 1965-1982, Ankara.
TDK TÜRKÇE SÖZLÜK, I-II, 1998, Ankara.
ÜÇÜNCÜ, Kemal, 2012, “Trabzon/Köprübaşı Yöresi Kaşıkçılık Meslek Geleneğinin Etnoğrafik Belgelenmesi ve Tahlili”, Karadeniz, S. 13, s. 26-46.
YILMAZ, Şermin, 2007, “Anadolu Kaşıkları Üzerine Bir Araştırma”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
https://bpakman.wordpress.com/yurdum/konya/kasikci-huseyin-rusen-efendi/ (Erişim: 08.08.2015/11.05)
Kaynak Kişi:
IŞIK, Neriman (Konya, 1955)
ONAY, Mustafa Sami (Konya, 1960)





















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder