KONYA KAŞIKÇILIĞI VE KAŞIK KÜLTÜRÜ
Ali IŞIK
ÖZET
Kaşık, insanoğlunun ateşi keşfi sonrası ateşte pişirdiklerinin çeşitlenmeye başlaması üzerine keşfettiği bir yemek aracıdır. Anadolu’da eski çağlara ait buluntular arasında madenden ve kemikten yapılmış çeşitli şekillerdeki kaşıklar da yer almaktadır. İnsanlığın ilkel medeniyet çığırlarını takip eden kaşık, nihayet sert ağaçlardan da yontularak, Türkiye (Anadolu) Selçuklularına kadar gelmiş, bu devirde devletin başşehri olan Konya’da bir el sanatı şubesi olarak gelişmiştir. Etrafında oluşan kültürle birlikte Konya bu alandaki şöhretini yedi asır muhafaza etmiş; özellikle son elli yıl içerisinde kullanımındaki rahatlık, teminindeki kolaylık sebebiyle demir kaşıkların halk arasında yaygınlaşması üzerine kaşıkçılık kaybolma noktasına gelmiştir.
ANAHTAR
KELİMELER
Kaşık,
kaşıkçılık, Konya kaşıkçılığı, kaşık kültürü, kaşık edebiyatı, kaşık folkloru, kaşık
oyunları.
GİRİŞ
Kaşığın
ilk defa nerede ve ne zaman ortaya çıkıp kullanıldığı hakkında kesin bir
bilgimiz bulunmamaktadır. Bu hususta, ancak mevcut materyallere göre fikir
ileri sürülebilmektedir. Bazı kaynaklar kaşığın menşeini prehistorik devirlere
kadar götürmekte ve örnek olarak da İsviçre’nin Göller Bölgesindeki buluntuları
vermektedir (Eren, 1984, 3).
Kaşık
yapımı binlerce yıldan günümüze kadar gelişerek gelebilmiştir. Kendi kendine
göre çok ilginç özellikler taşıyan bir sanattır. İnsanlar, taş devri öncesinde
sulu yiyecekler yiyebilmek için doğadaki Hindistan cevizi gibi meyve, ya da
midye benzeri küçük deniz hayvanlarının kabuklarından yararlanmışlardır.
İlk
kaşık, dala sabitlenmiş deniz kabuğundan oluşan basit bir gereçten ibaretti.
Zaman ilerledikçe kaşık, pişmiş topraktan yapılmaya başlandı. Daha sonraları
ise, işlenmesi topraktan daha güç, fakat çok daha dayanıklı olan geyik ve
gergedan boynuzu, yaban domuzu ve mamut dişi ile bazı sert dokulu ağaçlardan
yararlanılmıştır.
Ateşin
keşfi sofra kültürünü de geliştirdi. Artık yemekler de el oyması ahşap
kaşıklarla karıştırılmaya başlandı. İlk kaşık yuvarlak, ağız kısmından sapa
doğru incelen incir formunda idi. Ortaçağa kadar süregelen elle yeme
alışkanlığı, 18. yy.da çatal- kaşık-bıçak takımı olarak masadaki yerini
almıştır (Yılmaz, 2007, 17).
KAŞIK
1.
Kavram Olarak Kaşık
Konumuzdaki
bağlamıyla: “Sulu veya bazı ufak taneli yiyecekleri ağza götürmeye yarayan
saplı sofra aracı.” (TDK Türkçe Sözlük, 1998, II/1233) demek olan kaşık
kelimesinin kökeni, “tırmalamak, kazımak” anlamına gelen “kaşı-” fiilinden
gelmiştir (Üçüncü, 2012, 29). Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olan Divânü
Lugati’t-Türk’te bu kelime hem “kaşuk” (Atalay, 1939, 383; 1941, 347) hem
de “kaşık” (Atalay, 1939, 504) biçiminde yer almıştır. Aynı eserde, “kepçe” ve
“kaşık” karşılığı olarak “kamıç” kelimesi de mevcuttur (Atalay, 1939, 52, 359;
1940, 75).
Anadolu
ağızlarında kaşık karşılığı olarak “cemiş” (TDK Derleme Sözlüğü,
III/880); “cemişge” (TDK Derleme Sözlüğü, XII-Ek/4470); “çamça/çamçak” (TDK
Derleme Sözlüğü, III/1064); “çamçı” (TDK Derleme Sözlüğü, III/1064);
“çömçe [cemce, comca, cömce, cömcek, çömçe, çemçe, çoça, çomcu, çomça, çomçe,
çomçu, çömçek, çömçü, çömüş, çönçe, çumça, çümçe]” (TDK Derleme Sözlüğü,
IV/1412); kançal” (TDK Derleme Sözlüğü, VIII/2619); “karsuk” (TDK
Derleme Sözlüğü, VIII/2669); “kepcik [kevcik]” (TDK Derleme Sözlüğü,
XII-Ek/4545); “köcik” (TDK Derleme Sözlüğü, VIII/2947); “matlak” (TDK
Derleme Sözlüğü, IX/3136); “nablak” (TDK Derleme Sözlüğü, IX/3232);
“semet” (TDK Derleme Sözlüğü, IX/3579); “tirki” (TDK Derleme Sözlüğü,
IX/3939) gibi kelimeler de kullanılmaktadır.
2.
Yapı Olarak Kaşık
Kaşık
genel olarak iki kısımdan meydana gelmektedir:
l)
Sap,
2)
Ağız veya kepçe. Yani kaşık ağzı veya kaşık kepçesi.
Kaşıklar
üç şekilde isimlendirilmektedir:
1)
Yapıldıkları maddelere göre:
(Tahta
veya ağaç kaşık -ki bu da şimşir, ardıç, gürgen, meşe, armut, karaağaç vs. gibi
yapıldığı ağacın ismini alabilir-, boynuz, bağa, sedef, abanoz, bakır, pirinç,
demir, gümüş, altın gibi).
2)
Kullanıldıkları yerlere göre:
(Çorba
kaşığı, pilâv kaşığı, yemek kaşığı, hoşaf kaşığı, tatlı, muhallebi, çay, kahve,
ilâç kaşığı gibi. Hatta bazı yörelerimizde oyun kaşıkları dahi kendilerine özgü
olarak ayrıca yapılmaktadır. Bu arada süs kaşıkları da belirtilebilir).
3)
Biçim ve şekillerine göre:
Bu
da iki kısımda incelenebilir:
a)
Sap şekillerine göre:
(Düz,
yılanlı, burmalı, oymalı, sivri saplı kaşıklar gibi).
b)
Ağız şekillerine göre:
(Oval,
sivri, yuvarlak, armudi ve yaprak şekilli gibi).
Kaşık
yekpare olarak tek maddeden yapıldığı gibi, ağzı başka, sapı başka maddelerden
de yapılabilir. Nurettin Rüştü Bingül bu hususta şunları söylemektedir:
“Yekpare,
abanoz, zergerdan, kemik, boynuzdan kaşıklar yapıldığı gibi, ağzı fildişi, sapı
mercan, ağzı bağa sapı mozaik, ağzı bağa sapı fildişi kaşıklar da vardır”.
(Resim 1, 2)
Celâl
Esat Arseven ise: “Eski yemek kaşıkları şimşirden, hoşaf kaşıkları bağadan,
muhallebi kaşıkları kemik veya fildişinden, tatlı kaşıkları gümüşten olurdu.
Hoşaf kaşıkları daha çukurca ve karınlı olup, umumiyetle bağadan yapılır ve
sapları fildişinden olurdu. Bunların sap uçları mercandan veya sedeften oyulmuş
kuşlarla da süslenirdi. Bugün meraklılar tarafından bu kaşıklarla güzel
koleksiyonlar yapılmaktadır” şeklinde eski kaşıkları anlatmaktadır (Eren, 1984,
4-5).
Kaşıkların
ağız ile sap kısımlarının birleştiği yer (boyun) de çeşitli biçimlerde olabilmektedir.
Kaşıklar boyunlarına göre düz (Resim 3), dirsekli (Resim 4) veya kulaklı (Resim
5) olabilmektedir (Yılmaz, 2007, 28-30).
Günümüzde
Konya’nın biricik kaşık ustası olan Mustafa Sami Onay, kaşığın yapımını ise
şöyle anlatır:
“Konya
tahta kaşıkları genelde armut, meşe, dut, ceviz, dişbudak gibi ağaçlardan
yapılsa da; en makbul olanı ‘şimşir’den yapılanıdır. Şimşir kaşık yapılacak
ağaç en az 15 cm kalınlığında olmalı. Yapılacak kaşığa göre 25 ila 30 cm
boyunda kesilir. İkiye ayrıldıktan sonra her bir yüzüne yapılacak olan kaşığın
modeli çizilir. Bu çizgilere yakın bir şekilde keserle yontularak düzeltilir ve
bu işleme ‘taslak çıkarma’ denir. Daha sonra yine keserle iç ağız kısımları
oyulur. Bu oyulan kısım, adına ‘eğdi’ veya ‘değdi’ dediğimiz özel bıçaklarla
çapakları alınıp düzgün bir hâle getirilir. Arka kısmı ve sap kısmı bıçak,
törpü, eğe ve zımpara yardımı ile düzeltilip kaşık yapılır. Yapılacak modele
göre kaşıkla sap arasına ‘dirsek’ dediğimiz ve sapına ‘delikli’ dediğimiz
modeller el ile oyularak modeller işlenir. Böylece kaşığın ahşap hâli bitmiştir
(Mustafa Sami Onay’la 03.08.2015 tarihinde yaptığımız görüşme). (Resim 6, 7)
KONYA
KAŞIKÇILIĞI
“Kaşık
yapma ve satma işi” (TDK Türkçe Sözlük, 1998, II/1233) olan
kaşıkçılığın, Konya’ya, Anadolu [Türkiye] Selçukluları vasıtası ile Orta
Asya’dan geldiği tahmin edilmektedir. Selçuklular Devrinde Konya, Doğunun
birçok ünlü bilginini, seyyahını bağrında topladığı gibi, birçok talebe de
Konya medreselerine koşmuş, bu şehirde tahsil görmüşlerdir. Talebelerin medrese
hücrelerinde, bazı küçük el sanatları ile birlikte, ağaçtan kaşık oymak ve bunu
pazarda satmak suretiyle geçimlerini sağladıkları, bundan dolayı da Konya’da,
medrese talebesine (kaşıkçı molla) dendiği tevatüren söylenir (Önder, 1962,
366).
Zamanla
medrese hücresinden Osmanlılar Devrinde esnaf birliklerine ve loncalara geçen
kaşıkçılık daha çok yayılarak, Konya’nın bir semtinde (Kaşıkçılar Çarşısı)
açılacak kadar çoğalmış, bu zarif el sanatı halkın âdet ve ananeleri arasına
girerek kutsal bir mahiyet almış, kaşık üzerine efsaneler, atasözleri,
türküler, maniler düzülmüştür. XVIII ve XIX. yüzyıllarda Konya kaşıkçılığı,
diğer Anadolu şehirlerinde, bu arada Tokat ve Kastamonu’da yapılan kaşıklar
arasında gerek sağlamlığı, gerekse zarafet ve güzelliği, motif ve cilası ile
bir üstünlük kazanmış, doğu ve güney memleketlerine Suriye, Mısır, Tunus ve
Cezayir’e kadar uzanan geniş bir bölgeye ihraç edilen bir meta olmuştur.
Son
yüzyıllarda Konya’nın namlı kaşıkçılarından Hatip Ruşen Efendi, Bursa’da bir
kaşık sergisi açmış, gördüğü rağbet üzerine 1900 yılında Paris el sanatları
sergisine iştirak ederek altın madalya ile taltif edilmiştir (Önder, 1956, 2).
Hanım
eğitimci, gazeteci ve siyasetçilerimizden Hasene Ilgaz (1902-2000), yazdığı bir
yazıda, Konya kaşıkçılığına dair şu sitayişkâr ifadelere yer verir:
“İstanbul’un
beş yüzüncü yıldönümü münasebetiyle Fatih Sultan Mehmet’in resmi olan kaşıklar
fevkalade güzel bir sanat numunesi idi. Bir tesadüf olarak İstanbul’da bir
dükkân vitrininde gördüğüm bu kaşıkların hepsini alarak yurt haricinde olan
bulunan tanıdıklara, dostlara göndermek imkânını bulmuştum. Eğer sizler de
kaşıkları görmüş olsaydınız muhakkak ki aynı şeyi siz de yapacak veya
evinizdeki vitrin için bunlardan bir tane alacaksınız.”
(…)
“Bilhassa Fatih Sultan Mehmet’in resmi yapılan kaşıklar o kadar muvaffakiyetli
çizilmiş ve boyanmıştı ki sanatkârını Konya’ya kadar gidip görmek, tebrik etmek
yerinde bir hareket olurdu. Ve ben bu imkânı bulamadığımdan müteessir oldum.”
“Ayna
gibi parlayan renk ve motif ahengi taşıyan bu kaşıklardan milyonlarca yapılsa
eminim ki dünyanın her tarafında müşteri bulacaktır.”
“Kim
bilir belki de aynı toprak üzerinde yüz binlerce insan Konya kaşıkçılığını
bilmiyorlar bile…” (Ilgaz, 1956, 2)
Özellikle
son elli yılda temininde kolaylık, sağlığa uygunluk (hijyen) gibi sebeplerle
metal kaşıkların tercih edilmesi Konya kaşıkçılığına büyük bir darbe vurmuştur.
1960’lı, 70’li yıllarda ayakta kalabilen birkaç kaşık atölyesi de turistik kaşık
imaliyle hayatlarını beş on yıl daha idame ettirebilmişlerdir. Bu dönemde sade
veya bezemeli/hatlı geleneksel Konya yemek/oyun kaşıklarına (Resim 8, 9), aralarında
devasa boyutluları da olabilen Mevlâna, semazen ve Yeşil Türbe motifli turistik
kaşıklar da dâhil olmuştur (Resim 10, 11).
Konya
Kaşıkçılığını Dünyaya Tanıtan Sanatkâr: Hatip Hüseyin Ruşen Efendi
Hayatı
hakkında fazla bilgi bulunmayan Hüseyin Ruşen Efendi, Konyalı Hatip Hüseyin
Ruşen Efendi olarak tanındı. Mesleğinden dolayı neslinden gelenler Konya’da
“Kaşıkçılar” lakabıyla anılıp Soyadı Kanunu’ndan sonra da “Kaşıkçı” ve
“Kaşıkçılar” soyadlarını aldılar (Oğullarından Kâzım Kaşıkçı, bilahare soyadını
“Pakman” olarak değiştirmiştir). Yaptığı kaşıklarının özelliği, kendi
geliştirdiği özel boyalarla çok canlı renklerle üzerine işlediği motifler ve
bunların da üzerini yine kendi geliştirdiği özel bir cila ile kaplaması idi.
Çok dayanıklı, cam gibi saydam olan bu cila, boya renklerini aynen
göstermekteydi.
Hüseyin
Ruşen Efendi yaptığı kaşıkları 15 Nisan 1900-12 Kasım 1900 tarihleri arasında
düzenlenen ve 50 milyon kişi tarafından gezilen Paris Uluslararası Sergisi’ne
(Paris World Fair/Paris Exposition Universelle/Paris Expo) Konya’dan götürmüş,
katıldığı bu sergide gümüş madalya (mansiyon) almıştır (Resim 13). Böylece
Konya kaşıkları ilk kez dünyaya açılmıştır.
Hüseyin
Ruşen Efendi’nin kaşıklarından bir kısmı Müteahhit Cevdet Ekşioğlu’nun
koleksiyonunda yer almaktadır (Işık, 2012, 206).
Günümüzde
Konya Kaşıkçılığını Ayakta Tutan Biricik Sanatkâr: Mustafa Sami Onay
21.01.1960
tarihinde Konya’nın Hacıfettah Mahallesi’nde doğdu. Konya’da, “Kaşıkçılar” diye
anılan bir sülaleye mensuptur. Babası; uzun yıllar Sultan Selim Camii’nde fahri
olarak imamlık yapmış Hafız Şükrü Efendi, annesi Sabire Hanım’dır. 27 Mayıs
(günümüzde Yunus Emre) İlkokulunda başladığı eğitimini Konya İmam-Hatip
Lisesinde sürdürdü. Bu okulun son sınıfında Konya Gazi Lisesine naklini
yaptırarak buradan mezun oldu.
İlkokul
sıralarında, ata mesleği olan kaşıkçılığa başladı. Demir kaşıkların yaygınlaşıp
ahşap kaşıkların önemini kaybetmesi üzerine 1980 yılında mesleğini bırakıp,
gelenekli kök boyalı yün halı ve kilim dokumacılığı yaptı. 1993 yılında tekrar
kaşıkçılığa döndü. 2006 yılında Kültür Bakanlığının başlattığı Ölmeye Yüz
Tutmuş Mesleklerin Yaşayan Ustaları Projesi kapsamına dâhil edildi. Hâlen
Kültür Bakanlığı Devlet Sanatçısı olarak çalışmalarını Mengüç Sokağı üzerindeki
mütevazı dükkânında sürdüren Onay, “Yaşayan Kültürel Miras” ve 2015 Yılı Yılın
Ahisi” unvanları sahibidir.
Havva
Hanım’la evli olan Mustafa Sami Onay, Hilal ve Şükrü adlarında iki çocuk
babasıdır (Kendisiyle yaptığımız 03.08.2015 tarihli görüşme).
KONYA
KÜLTÜRÜ VE FOLKLORUNDA KAŞIK
Konya
kaşıkçılığı Konya’nın ruhuna işlemiş, Konya’nın zengin folkloru içinde müstesna
bir mevki kazanmıştır. Konya âdet ve ananeleri arasında kaşığın yeri büyüktür.
Evlenmek isteyen genç bir kız sofraya bir fazla kaşık koymak suretiyle bu
maksadını aile reisine açıklar. Keza evlenmek isteyen delikanlı tahta kaşığı
pilavın ortasına dikmek suretiyle ailesine bu maksadını ihsas ettirmiştir.
Bilhassa düğünlerde ve büyük ziyafetlerde yemekten sonra hep birlikte
kaşıkların sapını kırmak suretiyle bereketin artacağı inancı kaşıkçılara daha
geniş iş sahaları açmış ve sürümü artırmıştır.
Osmanlı
askerî teşkilatında yeniçeriler üsküflerindeki tuğ yerine bir adet kaşık sokmak
suretiyle kaşığa kutsal bir önem vermişler, birbirlerine (kaşık yoldaşı) diye
hitap etmişlerdir.
Kaşığın
bir hususiyeti de eğlence vasıtası olmasıdır. Konya’nın kaşık oyunu meşhurdur.
Şimşir veya armut ağacından yapılmış, iyi kurutulmuş ve cilalanmış kaşıklar
avuç içindeki temaslarla gayet güzel ses çıkardığı için kastanyet olarak
kullanılmış, bu tatlı tempoya rakkasenin ayakları da uymuştur. Aynı zamanda
Konya kaşıklarının sapları üzerine gayet güzel sözler yazıldığı için, bilhassa
kadın topluluklarında bir sepet içinde getirilen kaşıklar çektirilmek suretiyle
herkesin şansı denenmiş ve bu yazılar okunarak çeşitli manalar verilmiştir
(Önder, 1956, 2).
Konya’nın
Söz Dağarcığında Kaşık
Kaşık
kelimesi, kendi gerçek anlamının yanında gerçek ve mecaz anlamıyla birçok Konya
kelime grubu, deyim ve atasözünde de yer almıştır.
Konya
Deyimlerinde Kaşık:
Ağzına
kaşık sığmamak
Düğün
evini bilmezsin, samanlığa kaşık taşırsın.
Kaşık
atmak/çalmak
Kaşık
düşmanı
Kaşık
havası
Kaşık
ile pilav verir, sapı ile gözünü çıkarır.
Kaşık
kadar
Kaşık
kalıbı
Kaşık
sallamak
Kaşık
sallamak
Kaşıkla
verip kepçeyle geri almak
Sütten
çıkmış ak kaşık gibi olmak
Konya
Atasözlerinde Kaşık:
Bir
kaşık aşla dokuz abdal geçinir.
Çanağa
ne doğrarsan kaşığında o çıkar.
Ekmekten
kaşık olur; ama her yoğurdun hakkına göre değil.
Elinden
gelse bir kaşık kanda boğar.
Her
ağaçtan kaşık olmaz.
Her
kaşığın kısmeti bir olmaz.
Herkes
kaşık yapar ama sapını ortaya/doğru getiremez.
Kadın
eli kaşık sapında kararır.
Kaşık,
sakın koyma bulaşık.
Kısmetinde
ne varsa kasığında o çıkar.
Ne
doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına.
Pilav
yiyen kaşığını yanında/belinde taşır.
Pilavdan
dönenin kaşığı kırılsın.
Sofrada
kaşık; ona da gelir keşik.
Konya’da
Kaşıkla İlgili İki Bilmece:
Ağzımıza
hoş gelir / Dolu gider boş gelir.
Bir
küçücük kumbara, zahire çeker ambara!
Bir
Kaşık Manisi:
Bahçelerde
sarmaşık
Ben
yâre oldum âşık
Âşıklık
ne zor imiş
Elimden
düştü kaşık (Es, Arşiv; Odabaşı, 1999, 38, 41 ve eşim Neriman Işık’tan değişik
tarihlerdeki derlemelerim)
Kaşıkçılıkla
İlgili Bir Konya Efsanesi: Kaşıkçı Güzeli
Konya’nın
Mevlevi Dergâhı civarındaki mütevazı bir dükkânda, sanatının bütün incelik ve
maharetini göstererek kaşıklara renk ve sır veren güzel bir delikanlı varmış.
Gerek sanatı, gerekse güzelliği ile, kısa zamanda muhitinde şöhret yapan bu
delikanlıyı bir defacık olsun görebilmek maksadile Konya’nın bütün dilberleri
dükkâna taşınmaya başlamış, ince ipek tül peçeleri arasından kaşıkları değil,
civan delikanlıyı süzen bu dilberler, hemen her gün dükkâna uğruyor, bir deste
kaşık alıp gidiyorlarmış. Küçük kaşıkçı dükkânı, arı kovanı gibi işlemeğe, her
taraftan güzel, nazenin müşteriler celbetmeğe başlamış.
Nihayet
Kaşıkçı Güzelinin şöhreti, Konya paşasının biricik kızı Gevher Sultan’ın da
kulağına gelmiş. Gevher Sultan dadısını yanına alarak, dükkân müşterilerinin
arasına karışmış ve delikanlıyı bir görüşte sevmiş... Artık paşa kızı da
diğerleri gibi dükkâna devama başlamış.
Kaşıkçı
güzeli de, kimin nesi olduğunu bilmediği bu cömert müşterisine gönlünü
kaptırmakta gecikmemiş. Kaşık alışverişi devam ettikçe gencin aşkı alevlenmiş,
içli ve ateşli mısralarını kaşıklara işlemiş. Öyle ki, her kaşık buram buram
sevda tüter olmuş. Gel zaman git zaman paşanın konağı da bir kaşık panayırı
hâline gelmiş. Paşa, her sofraya oturuşta önüne sürülen bu sevdalı, çeşit çeşit
nakışlı kaşıkları gördükçe merakı artar olmuş Kaşıkçı Güzelini görmeye karar
vermiş. Bir gün beraberine kadı efendiyi de alarak kaşıkçı dükkânına gelmiş...
Delikanlı, Paşayı hürmetle karşılayarak baş sedire oturtmuş. Konuşmağa
başlamışlar. Paşa:
-
Oğlum, demiş, kaşıklarına diyecek yok. Bilhassa ateşli beyitlerin kalbimi
yakıyor. Biliyorum ki âşıksın...
-
Evet, Paşa Hazretleri... Gizlemeye lüzum yok. Bu aşk beni için için kemiriyor.
-
Kim bu gönlünü verdiğin dilber, söyle de bilelim, belki bir çaresine bakarız.
-
Bilmiyorum Paşam. Her akşam buraya geliyor, bir deste kaşık alıp gidiyor.
-
Garip şey... Hiç konuşmadınız mı?
-
Şimdiye kadar gözlerimiz konuştu birbirimizi seviyoruz.
-
Mademki öyle; sizi baş göz etmek de benim boynumun borcu olsun. Düğününüzü
bizzat ben yapacağım. Bekleyelim bu dilber gelsin..
-
Sağ ol Paşam!
Paşa
ve kaşıkçı güzeli beklerler, Akşama doğru güzel dilber dükkânı teşrif eder.
Paşa merakla yerinden kalkar, Kızın peçesini kaldırıverir. Bir de ne görsün,
sevgili kızı Gevher Sultan değil mi!.. Paşa bu durumdan evvelâ şaşkınlık duyar,
bir kızına bir de Kaşıkçı Güzeline bakar. Sonra:
-
Allah’ın takdiri böyle imiş. Çağırın imam efendiyi, der ve nikâhlarını kıyar.
Onlar
ermiş muradına.. (Önder, 1963, 17-19)
Konya
Kaşık Oyunları
Oyuncuların
ellerinde ritim aracı olarak ahşaptan mamul kaşıklar bulunduğu için oyunlar yaygın
olarak “Kaşık Oyunu” adıyla anılagelmiştir. Ancak Konya’da kaşık havalarına ve kıvrak
oyun havalarına -kaşık şıkırtılarına izafetle- “şıkıltım havası” denmektedir.
Bu oyunlar Konya ve ilçelerinde geleneksel ve en yaygın oyundur. Düğün gibi
eğlencelerde oynanır. Oyuncuların, genel olarak daire biçiminde ya da birbirine
tutunmadan karşılıklı oynadığı bu oyunlarda oyuncunun iki elinde ikişer kaşık
bulunur. Kaşıklar aynı zamanda oyunda ritim saz görevini de üstlenmektedir. Düğüne
gelen davetliler saz eşliğinde kaşık oyunlarına katılmak zorundadır. Ayrı topluluklar
oluşturan kadın ve erkekler kendi aralarında oynarlar. Konya’nın yerlileri
toplu oynamayı sevmediğinden kaşık oyunları çoğunlukla iki kişi tarafından karşılıklı
olarak oynanır. Oyun esnasında birbirlerini takip eden oyuncular, birbirlerinin
ayak ve vücut hareketlerindeki uyuma dikkat ederler.
Kaşık
oyununun, Anadolu öncesinde, Orta Asya’ya kadar uzanan tarihî bir geçmişi
vardır. Mevlâna’nın mısraları arasında geçen “çeng u çağane” terkibindeki “çağanağ”
çalgısı haddi zatında iki iri kaşığın yüz yüze getirilmesi ve oyuklarına ziller
ve daha sonraları yuvarlak çıngırakçıklar sıralanması suretiyle yapıldığı için
Horasan bölgelerinin şimdiki oyuncularınca “gaşağ” (kaşık) adıyla bilinir ve
kullanılır. Hâlbuki Anadolu’da bu tipte oyun kaşıkları, ne de çalparalar yapılmadığından,
tahtadan yemek kaşıklarıyla oyunlara devam edilmektedir. Konya’da, oyunlarda ahşap
kaşıkların yanında kemik kaşıklar ve parmak zilleri de kullanılmıştır.
Kaşıklı
oyunların en belirgin özeliği şahsi olması, oynayanların beceri ve
yeteneklerine bağlı olmasıdır. Herkesin kendine özgü figürleri vardır. Oyun
yavaş bir tempoda başlar ve giderek hızlanır. Sazlar ve kaşıklar çalmaya başlayınca
oyuncu müziğe göre topuk döver. Küçük adımlarla yürür, yan yan hareketlerle oyuna
başlar. Kaşıklı oyunlar genellikle kapalı yerlerde, köy odalarında oynamalarıyla
da halay ve zeybeklerden ayrılır. Konya’da oturak olarak adlandırılan
müzikli, oyunlu toplantılarda oyuncu kadınlar da kaşıklarla oynar.
Sektirme, Keklik, Yerli
Oyun, Aslan Mustafa, Sallama, Genç Osman, Ahmet
Yavaş, Düz Oyun, Emmiler, Galkınma, İnce Çayır,
Konyalı, Menberi, Turnalar, Aksinne ve Zambak Konya
kaşık oyunlarının en bilinenleridir (Işık, 2013, 127).
Kaşık
Edebiyatı
Konyalı
kaşık sanatkârları, kaşık yapımı ve süslemesinde gösterdikleri mahareti, kaşık
saplarına nakşettikleri beyitlerle sözde de göstermişler ve âdeta bir kaşık
edebiyatı meydana getirmişlerdir. Tespitlerimize göre Konya kaşık edebiyatı başlı
başlı başına bir makale konusu olabilecek kadar zengindir. Biz bu makalede
konuya dair birkaç örnekle yetineceğiz.
Mala
mülke mağrûr olub dime yokdur ben gibi
Bir
muhâlif rüzgâr eser savurur harmân gibi 338/1919-20 (Resim 13)
*
Sunma
dil balına dünyâ ki zehri andadır
Vîrdine
aldanmagıl ki hârdır andan sakın (Resim 14)
*
Kubbe-i
eflâke benzer dânesi
Kızının
karnında yatar ânesi
(Resim 15)
*
Ya
biri sana bir kaşık Ahmed-i Rıdvân gelür
Ye
pilavı iç hoş âbı bedenine cân gelür 1268/1851-52 (Resim 16)
*
Ey
günden zülfün açık yüzün ak
Ey
benim zülf-i siyâhım gel berü buyurun 1268/1851-52 (Resim 17)
*
Söz
altundur gönül levhine derc eyle
Terazûya
vur andan sonra harc eyle [12]88/1871-72 (Resim 18)
SONUÇ
Geçmişte
Konya’da üretilen kaşıklar çoğunlukla İstanbul Caddesi üzerinde, Aziziye
Camii’nin hemen batısındaki küçük dükkânlarda; turizme yönelik kaşıkların
üretilmeye başladığı dönemde ise böyle kaşıklar, Mevlâna ve Türbe caddeleri
üzerinde, Türbe Önü’ne yakın kesimlerde, turistik eşya satan dükkânlarda
satılırdı. Her iki semtte günümüzde de hâlen mevcut olan dükkânlar ziyaret
edildiğinde Konya kaşıkçılığının durumuna dair net bir fotoğraf çekmek
mümkündür. Ne ki alınacak bu fotoğraf, Konya kaşıkçılığının tarihte yerini
aldığına dair acı bir gerçeğin görüntüsünden başka bir şey olmayacaktır. Hele
Aziziye’nin batısında hâlen kaşık satışını sürdüren birkaç dükkânda satışa sunulan
oyun amaçlı kutu kutu kaşıkların tamamına yakının plastik olması, böyle konulara
duyarlı Konyalıların içini acıtır mahiyettedir. Diğer yandan ilgisizlikten
yakınan Konya kaşıkçılığının son temsilcisi de dükkânını kapatma noktasına
gelmiştir. Eskiler: “Marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir” demişler.
Bu husustaki iltifat sahipleri en başta yerel yönetimlerdir. Yerel
yönetimlerimiz, dağıttıkları hediyeler arasına –Konya’da bu sanatı tarihe
gömmemek adına- behemehâl gelenekli Konya kaşıklarını da dâhil etmelidirler. Bütün
Konyalı şunu iyi bilmeli ki; kaybolan sadece bir meslek olmayacak, bu meslek
çerçevesinde neşvünema bulan zengin bir kültür de unutulup gidecektir.
KAYNAKÇA:
ATALAY,
Besim, 1939, Dîvânü Lûgati’t-Türk, C. I, Ankara.
, 1940, Dîvânü Lûgati’t-Türk, C. II,
Ankara.
, 1941, Dîvânü Lûgati’t-Türk, C. III,
Ankara.
EREN,
Naci, 1984, Kaşık ve Kaşıkçılık, İstanbul.
ES,
Selçuk, “Büyük Konya, Ansiklopedisi”, Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi,
Selçuk Es Arşivi, Nu. 3510 (“Es, Arşiv” olarak kısaltılacaktır).
ILGAZ
Hasene, 1956, “Konya’da El San’atları”, Yeni Konya, 17 Şubat, s. 2.
IŞIK,
Ali, 2012, “Hatip Hüseyin Ruşen Efendi”, Konya Ansiklopedisi, c. IV.
, 2013, “Kaşık
Oyunları”, Konya Ansiklopedisi, c. V.
ODABAŞI,
A. Sefa, 1999, Geçmişten Günümüze Konya Kültürü, Konya.
ÖNDER
Mehmet, 1956, “Kaşık Üzerine”, Yeni Konya, 19 Mayıs, s. 2.
, 1962, Mevlâna
Şehri Konya (Tarihî Kılavuz), Konya.
, 1963, Konya Efsaneleri,
Konya.
TDK
DERLEME SÖZLÜĞÜ, I-XII, 1965-1982, Ankara.
TDK
TÜRKÇE SÖZLÜK, I-II,
1998, Ankara.
ÜÇÜNCÜ,
Kemal, 2012, “Trabzon/Köprübaşı Yöresi Kaşıkçılık Meslek Geleneğinin Etnoğrafik
Belgelenmesi ve Tahlili”, Karadeniz, S. 13, s. 26-46.
YILMAZ,
Şermin, 2007, “Anadolu Kaşıkları Üzerine Bir Araştırma”, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
https://bpakman.wordpress.com/yurdum/konya/kasikci-huseyin-rusen-efendi/
(Erişim: 08.08.2015/11.05)
Kaynak
Kişi:
IŞIK,
Neriman (Konya, 1955)
ONAY,
Mustafa Sami (Konya, 1960)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder