"HİKÂYÂT-I HOCA NASREDDÎN-İ NAKL-ŞÜDE" ADLI
YAZMA ÜZERİNE…
Ali IŞIK
ÖZET
Nasreddin
Hoca’nın, daha yaşadığı günlerde birtakım latifelerinin halk arasında ağızdan
ağıza nakledildiği -hatta bunların yazı ile de tespit edilmiş olabileceği-
kuvvetle muhtemeldir. Ancak -ne hikmetse- o döneme ait bu latifelerin
kaydedildiği herhangi bir yazılı metin günümüzde mevcut değildir. Hoca’ya
atfedilen bazı latifelerin nakledildiği ilk yazılı kaynak XV. yüzyılın ikinci
yarısına aittir (Ebu’l-hayr-ı Rûmî, Saltuknâme).
“Letâif-i Nasreddin Hoca”, “Hikâyât-ı Nasreddin Hoca”, Menâkıb-ı Nasreddin
Efendi”… gibi adlarla kaleme alınan/istinsah edilen ve sadece Hoca’nın
fıkralarına yer veren yazmaların en eskisi XVI. yüzyıla ait olsa da (Hikâyât-ı Kitâb-ı Nasreddîn, Oxford
Bodleian Library, istinsah tarihi: 979/1577); bu yazmaların çoğu XVIII ve XIX.
yüzyıla aittir. Halk bilimine dair zengin malzemeleri taşımalarının yanı sıra
halk Türkçesi ve nesrinin canlı örnekleri olan bu dönem yazmalarından biri de Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn-i Nakl-şüde’dir.
Bu bildirimizde, adı, “Nasreddin Hoca’nın Nakledilmiş Hikâyeleri” olarak
günümüz Türkçesine aktarılabilecek; vakıf kaydı (H 1292/1875-76 M) itibariyle
XIX. yüzyıla, kâğıdı ile dil ve üslup özellikleri bakımından da XVIII. yüzyıla
tarihlendirilebilmesi mümkün olan bu yazma, ayrıntılı olarak tanıtılmaya
çalışılacaktır.
ANAHTAR
KELİMELER
Nasreddin
Hoca, fıkra, hikâyât, latife, menâkıb.
A.
GİRİŞ
Türk
Halk Edebiyatının sözlü ve yazılı kaynakları arasında yer alan fıkralar,
geçmişten bugüne, bugünden geleceğe aktarılan kültürel mirasımızın mizahi bir
yansımasıdır. Oldukça renkli bir kompozisyonla karşımıza çıkan bu fıkra kültürü
içerisinde, Nasreddin Hoca ve Nasreddin Hoca fıkraları, şahsına özgü bir yer
tutar. Bu dönemde, latifeleri ile Anadolu-Türk coğrafyasında olduğu kadar bütün
dünyada tanınan ve sevilen bir gönül ustası olan Nasreddin Hoca’nın XIII.
yüzyıldan bugüne varlığını tüm canlılığı ile koruyan bir kültür elçisi olmak
sıfatıyla, bizleri güldüren, güldürürken de düşündüren hoşgörü mimarı, tarihî
bir şahsiyet olması belirleyicidir (Sümbüllü, 2008: 1).
“605”de
(1208-09) “Sivrihisâr mülhakâtından Hortu karyesi”nde doğan, “635”te (1237-38)
hicret ettiği “Akşehir”de “683”te (1284-85) vefat eden (Köprülüzade Mehmed Fuad,
1918: 9) Hoca Nasreddin’in, elimizde, yaşadığı dönemde yazıya geçirilmiş
herhangi bir latifesi bulunmamaktadır. Onun, yazıya geçirilmiş en eski fıkrası
Ebu’l-hayr-ı Rûmî’nin Saltuknâme adlı menkıbe kitabında yer almaktadır. Anılan
eser, XV. yüzyılın ikinci yarısında, 1480’li yıllarda kaleme alınmıştır
(Sakaoğlu-Alptekin, 2014: 35). Sadece Nasreddin Hoca fıkralarından oluşan ilk
eser ise Oxford Bodleian Library’deki
979/1577 istinsah tarihli Hikâyât-ı
Kitâb-ı Nasreddîn adlı yazmadır (Sakaoğlu-Alptekin, 2014: 268). Bu mevcut
bilgilere göre Hoca’nın yaşadığı dönem ile kayda geçmiş en eski tarihli fıkrası
arasında iki yüzyıllık; fıkralarından oluşan ilk yazmayla ise üç yüz yıllık bir
boşluk söz konusudur.
Bilindiği
gibi Nasreddin Hoca “Seyyid Mahmûd Hayrânî” ve “Seyyid Hacı İbrâhîm Sultan”a
intisâb maksadıyla Akşehir’e hicret etmiştir (Köprülüzâde Mehmed Fuad, 1918: 9).
Yine “Konyada yaşıyan pek meşhur bir ağız haberine göre Nasreddin Hoca Pir Ebi
ve Hocai Cihan ile muasırdır. Onlarla beraber Hoca Fakîhten ders almıştır.”
(Konyalı, 1945: 722) bilgisine göre Nasreddin Hoca, hem medrese hem de
tekke/tasavvuf eğitimi almış bir insandır. O, her ne kadar latifeci bir
kişiliğe sahip olsa da; ondan sadır olan latifelerde aldığı eğitimin yansıması
olağan olanıdır. Oysa ona atfedilen pek çok fıkra onu; zayıf inançlı, düşük
ahlaklı, cahil vb. göstermektedir. Kanaatimize göre; aslında kahramanı Hoca
olmayan pek çok yakışıksız fıkranın halkın muhayyilesindeki Hoca latifelerine
Hoca’nın yaşadığı dönem ile fıkralarının kayda geçtiği dönem arasındaki bu iki-üç
asırlık boşluk sürecinde karışmış, dolayısıyla ona atfedilen fıkra mevcudu bu
süreçte artmış olmalıdır. Dahası bu süreç hâlen devam etmektedir.
B.
HİKÂYÂT-I HOCA NASREDDÎN-İ NAKL-ŞÜDE
1.
Eserin Yazarı
Yazmanın
müstensihine yahut derlemecisine dair hiçbir kayıt bulunmamaktadır.
2.
Eserin Nüshası
1292
H (1876) yılında vakfedilen Hikâyât-ı Nasreddin Hoca yazması,
Antalya-Elmalı Halk Kütüphanesi’nde, 3032 numara ile envanterde kayıtlı (Şahin,
2008: 271) iken Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne devir yoluyla
gelmiştir. Yazmanın adı geçen kütüphanedeki kayıt numarası BY7297/1, tasnif
numarası ise 817.21’dir. 78 yaprak olan eserin, sayfa dış ölçüleri: 205x155 mm,
sayfa iç ölçüleri: 153x100 mm’dir. Yazmanın 32b-35b arası 6 varağı eksiktir.
Her bir varağı 17 satırdan oluşan yazmanın, hattı nesih kırması, dili Türkçe ve
kâğıdı üç ay filigranlıdır.
3.
Eserin İstinsah/Yazılış Tarihi
Üzerinde
hiçbir tarih kaydı bulunmayan yazmanın, vakıf tarihinden önce yazıldığı
aşikârdır. Bu durumda yazmanın yaklaşık olarak istinsah/derleme tarihini
belirleyebilmek için kâğıt ve dil özelliklerine bakmak kalıyor. Aşağıda
ayrıntılı bir biçimde ele alınan yazmanın
kâğıdına dair verilerle çoğunlukla Eski Anadolu Türkçesi özelliklerini taşıyan
dili birlikte değerlendirildiğinde eserin, XVIII. yüzyılda kaleme alındığını
-yahut istinsah edildiğini- kabul etmek mümkün görünmektedir.
4. Yazmanın Kâğıdı
Yazım
tarihi bulunamayan yazma eserler için filigranlar, kâğıdın imal edildiği yıldan
hareketle eserin hangi döneme ait olduğunu tespit etmede kullanılan önemli bir
niteleme unsurudur (Odabaş, 2011: 153). Bir yazma eser kâğıdı filigranlı ise
681 (1282) yılından önce yazılmış olamaz, çünkü filigranlı kâğıt Avrupa’da ilk
defa bu tarihte imal edilmiştir. Değişik tarihlerde ve farklı yerlerde basılan
filigranların özellikleri de farklıdır (Bilgin, 2013: 370).
Batı’da
üretimine başlandıktan kısa bir müddet sonra kâğıtlara bir nevi marka yerine
geçecek, ışığa tutunca görülebilen ve “filigran” (su damgası) denilen çeşitli
şekil ve yazılar konmuştur. Bunlarda tespit edilen üç hilâl, taç, kartal,
kılıç, ok, makas, terazi, şapka, koyun, öküz başı, çapa, el, balık, kalyon,
kale, çan, anahtar, merdiven vb. şeklindeki filigranların üreten firmanın adı
ve amblemi yanında kâğıdın ihraç edileceği ülkeye uygun olarak seçildiği
anlaşılmaktadır. Filigranlar, tarih konulmamış bazı belgelerin yaklaşık
zamanını tespit açısından önem kazandığı için Doğu’dan gelen kâğıtlarda
filigran bulunmaması bu açıdan bir eksiklik kabul edilmektedir.
Osmanlı
arşiv belgelerindeki filigranlar bu kâğıtların daha çok İtalyan menşeli
olduğunu, içlerinde XIV. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenenlerin bulunduğunu
göstermektedir. XVI. yüzyıl boyunca Avrupa’dan Osmanlı ülkesine kâğıt ihracı
artmıştır. Babinger’e göre XVII. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı sarayının
satın aldığı kâğıtlar arasında üç yarımaylı filigrana sahip olanlar tercih
edilmekteydi (Ersoy, 2001: 164, 165).
Bu
bilgiler ışığında, biz de, müstensihi/derlemecisi bilinmediği gibi istinsah
tarihi de bulunmayan bu yazmanın, kâğıdının “üç ay” filigranlı oluşundan yola
çıkarak kâğıdı üç ay filigranlı olan yazmalar üzerine bir tarama
gerçekleştirdik. Gerek Zahide Akçakale’nin yüksek lisans tezinde (2013: 59, 71,
142, 145, 204-205, 207, 233, 293, 297, 349, 351, 374-375), gerekse Genel Ağ (İnternet)
üzerinden http://www.yazmalar.gov.tr/ ve http://yazmalar.tdk.org.tr/
adreslerinden yaptığımız taramalar sonucunda anılan filigranlı, yanı sıra
telif/istinsah tarihleri belli 15 yazma tespit ettik. Tespit ettiğimiz bu
yazmalar ağırlıklı olarak XVIII. yüzyıla ait olsalar da, daha erken tarihlileri
XVII. yüzyılın ilk yarısına (1039/1629); daha sonraki tarihlileri ise XIX.
yüzyılın ilk yarısına (1262/1845) aitti.
5. Yazmanın Dil Özellikleri
Hikâyât-ı
Hoca Nasreddîn-i Nakl-i Şûde,
halk nesrinin tipik bir örneğidir. Kullanımdan düşmüş bazı kelimeler istisna
tutulursa, dili oldukça sadedir. Yazma, Eski Anadolu Türkçesinin (EAT)[1]
özelliklerini yansıtsa da; EAT’de görülmeyen ünlü düzleşmeleriyle de dikkati
çekmektedir. Tahkiyeli bir üsluba sahip eserde yerel söyleyiş ve deyimlere de
rastlanmaktadır: tokuzuñ alub onuñ satmak (5a-3), ışılatmak
(9a-6), (kapıyı) dak etmek/eylemek “vurma, çalma” (23b-17, 31a-14); katır
kavlini bilici (25a-8); aşağı yaşına girmediñ; kavlüniñ belin kırarsın
(25a-13/14), çarşıya mı vardı ola (25b-3/4), yüziñ kara edesin
(30b-1), yüzüñ suyuñ dök- (45b-3),
yüzsuyu ile değirmen yürütmek (45b-5), şergil olmak
“Şergillenmek; birine musallat olmak” (Çağbayır, 2007: 4461) (53b-17).
İmla
Özellikleri
Yazmada
aynı kelime ve eklerin farklı biçimlerde yazılması sebebiyle tam bir imla
bütünlüğü yoktur [bâzâr (4a-3)/pâzâr (10b-12), değirman (30a-9)/değirmen
(45b-5), Münker (12a-12)/Münkîr (16b-17)].
Ses
Bilgisi Özellikleri
Ünlüler
Eser
birçok yönden hâlâ EAT özelliklerini yansıtmaktadır. Bilindiği gibi EAT
metinlerinin ses bilgisi bakımından gösterdiği en dikkat çekici hususiyet,
yuvarlaklık-düzlük bakımından vokal uyumunun zayıf olması; vokallerde
umumiyetle bir yuvarlaklaşma temayülünün bulunmasıdır. Dolayısıyla birçok ekin
vokallerinde bir yuvarlaklaşma görülür (Timurtaş, 1976: 332). Eserde –her biri
ayrı bir harfle gösterilmese de- a, e, ı, i, o, ö, u, ü ve ė (kapalı e)
ünlüleri mevcuttur.
Ünlü
Değişmeleri
a.
İlk hecede i/e değişmesi:
Bilindiği üzere EAT bu meselede i tarafındadır (Timurtaş, 1976: 333). Bu eserde
EAT’nin bu özelliği, et- (ėt-) ve de- (dė-) gibi fiillerle gîce (gėce) gibi
isim soylu kelimelerde korunmuştur. Bu kelimelerdeki i sesi, bugün
Anadolu halk ağızlarının birçoğunda kapalı e (ė), bazılarında i, İstanbul
ağzında ve yazı dilinde açık e olarak telaffuz edilmektedir (Timurtaş, 1976:
333).
b.
Ünlü uyumu: Eser
düzlük-yuvarlaklık uyumu açısından EAT özelliklerini barındırsa da, bu uyumu
yansıtan kelimeler de eserde yok değildir. Hatta bu uyuma sahip kelimelerden
olan “havıc” (12a-14) ve “tavık/tavıg” (13a-15 vd.) günümüzdeki “havuç” ve
“tavuk” biçimleriyle düzlük-yuvarlaklık uyumunun dışında kalmıştır.
Eserde
kalınlık-incelik uyumu ise; kalın biçimleri bulunmayan (i)ken bağ-fiili ile
aitlik eki -ki dışında tamdır.
c.
Yuvarlaklaşma:
aa.
Eski Türkçe (ET) döneminde mevcut olan à (gı) ve g’lerin düşerken
kendinden önceki ünlüleri yuvarlaklaştırması sonucu yuvarlak ünlü taşıyan
kelime: “kapu” (< kapıà)
(21b-2 vd.)
bb.
Eski Türkçe döneminde de yuvarlak olan ünlüler, kendilerini korumaktadır: “kulaàuz” [< ET kulabuz (Atalay, 1939:
487) > kulaàuz:
Yol gösteren, kılavuz (TDK Derleme Sözlüğü, 1975: VIII/2993)] (23b-15, 24b-11),
“yağmur” [< ET yaàmur
(Atalay, 1939: 16, 272 vd.)], “yumurta” [< ET yumurtàa (Atalay, 1940: 313)].
cc.
Eserde, tıpkı EAT’de olduğu gibi, daima yuvarlak ünlü taşıyan ve ünlü uyumu
dışında olan ekler:
-
İsimden isim yapma eki -cık/-cik hem yuvarlak hem de düz ünlülüdür: ağa-cug-ım
(54a-4, 11), karı-cık (44a-14)
-
Bağ-fiil eki -ub/-üb: ET’den beri yuvarlak ünlülü bu ekin, düzleşmiş ünlülü
–ıb/-ib şekilleri de eserde birkaç yerde görülür: 3a-12, 6a-14.
-
Ettirgenlik eki -ur/-ür: bat-ur- (10b-9), yat-ur- (36b-12)
-
Emir eki –sun/-sün: get-sün-ler (16a-4).
-
Bildirme eki –dur/-dür: yok-dur (7a-10), tortusu-dur (11a-13), gün-dür
(13a-12).
-
Sıfat-fiil eki: -duk/-dük: öl-düg-im (zaman) (16b-15)
çç.
Dudak ünsüzü m sebebiyle ünlüsü yuvarlaklaşmış ekler:
-
İyelik ekleri: dediğ-üñüz (4b-12)
-
İlgi durumu eki: kuş-uñ (burnu) (5a-9), kürk-üñ (eteğin) (8a-2/3)
-
Geniş zaman ekinin sadece yuvarlak şekli vardır: tur-ur-sun (3a-13), gel-ür
(3a-15).
ç.
Düzleşme-Düzlük:
-
Görülen geçmiş zaman eki –dı/-di çoğunlukla düz ünlülüdür.
-
İyelik eki –sı/-si hep düz ünlülüdür.
-
Fiil çekiminde çokluk 2. şahıs eki -sız/-siz: koy-a-sız (16b-15), bil-ür-siz
(31b-3).
-
İsimden isim yapma eki -lık/-lik genellikle düz ünlülüdür.
d.
Ünlü Düşmesi:
-
Metinde vurgusuz orta hece ünlüsü ile i- fiilinin düşmesi hadisesi sıklıkla
görülmektedir: (kuşun) burnu (< burun-u) (5a-9), (bunun) aslı (< asıl-ı)
(5a-15); olurdı (< ol-ur i-di) (2b-15), (şart) etmişdi (< et-miş i-di)
(3b-11).
-
Kaynaşma: niçün (< ne içün) (4a-12), nasıl (< ne asıl) (11a-12);
n’eşledin (< ne iş-le-di-n) (3b-15), n’ola (< ne ola) (16a-15).
-
iyelik eki üzerine gelen zamir n’sinden sonraki belirtme durumu eki genellikle
düşer: kuzusın (> kuzu-su-n-u) (6b-6), kitâbın (> kitâb-ı-n-ı) (8a-16).
Ünsüzler
Ünsüz
Değişmeleri:
-
Kelime başında t/d: Günümüzde /d/ ünsüzüyle yazılan birçok kelime metinde /ù/ (tı) ünsüzüyle yazılmıştır: ùağ (>dağ), ùoy- (>doy-), ùam (>dam), ùur- (>dur-), ùokuz (>dokuz), ùoksan (>doksan), ùolu (>dolu), ùavul (> davul). Yanı sıra
günümüzde /t/ ünsüsüyle yazılan “tüken-” ve “türlü” kelimeleri “düken-”
(46b-16) ve “dürlü” (44a-15) şeklinde yazılmıştır.
- à > v değişmesi: kulaàuz > kılavuz (23b-15, 24b-11),
koà-
(>kov-) (7b-4), dög- > döv- (3b-6)
- g
> y değişmesi: beg > bey.
- ò
> ú değişmesi: aòşâm > aúşâm, yoòsa > yoúsa, poò > b.ú (başta da p>b değişmesi).
- ú > h değişmesi: kangı > hangi.
- à > h değişmesi: boàca > bohça
-
Sonda d > t değişmesi: kurd > kurt, kanad > kanat.
-
Sonda c > ç değişmesi: havıc > havuç, pabuc > pabuç, pilic > piliç.
- ñ
> m değişmesi: koñşu > komşu.
Ünsüz
Düşmeleri:
- l
düşmesi: getür (< keltür)
- à/ğ erimesi: souk (< soğuk)
(22b-10)
Ünsüz
Türemesi:
-
Başta v türemesi: ur- (> vur-)
Ünsüz
Uyumu:
Metinde,
ünsüzle başlayan ekler hep yumuşak ünsüzlü olduğundan, gelişmiş bir ünsüz
uyumundan söz etmek mümkün değildir.
Şekil
Bilgisi Özellikleri
Kelime
Yapımı
İsimden
isim yapma:
-
Anlam ve işlevi iyice tespit edilemeyen –an eki sadece “oğlan” (< oà[u]l-an) kelimesinde görülmektedir.
-
Genellikle meslek ismi yapan, bazen de bir işi alışkanlık hâline getiren
kimseyi gösteren –cı/-ci eki, ünsüz uyumunun dışında kalmış ve hep düz
ünlülüdür: helvacı, hamamcı, boyacı.
-
Ortaklık ve beraberlik gösteren -daş/-deş eki sadece “karındaş” kelimesinde
görülür.
-
-lı/-li eki hep yuvarlak ünlülüdür: atlu, ayaklu, adlu, sakallu; gizlü, köylü,
devletlü…
İsimden
fiil yapma:
-
İsimden fiil yapma eki olarak en çok -la/-le eki kullanılmıştır: bogca-la-,
baş-la-, uğru-la-, boğaz-la-; yük-le-, iş-le-, taze-le…
Fiilden
isim yapma:
-k,
-uk/-ük; -ak/-ek: kon-uk, so[ğ]u-k, çıbla-k, ufa-k, büyü-k, küçü-k (<
kiçi-g); bıç-ak…
-
-ıcı/-ici: bil-ici, dik-ici…
Fiilden
fiil yapma:
-
-ş, -uş/-üş: gül-üş-.
-
-dür: bin-dür-, öl-dür-.
-
-l, -ıl/-il: çek-il-, yar-ıl-, aç-ıl-, yaz-ıl-.
Bağ-fiiller:
-
Metinde en dikkat çekici bağ-fiil eki -genellikle- -ub/-üb (kısmen de -ıb/-ib)’dür.
“Hoca geçerken ol kîseyi bulub alub bir yere gelüb oturub altunı saydı.”
(6b-14, 15) cümlesinde de görüldüğü gibi bunların aynı cümle içerisindeki
tekrarları sık görülür.
-
Diğer dikkat çekici bir bağ-fiil eki de -dukda/-dükde’dir. Bunlar
düzlük-yuvarlaklık ve ünsüz uyumunun dışında kalmıştır: ol-dukda, vardukda;
gel-dükde, de-dükde…
Bazı
dikkat çekici fiil çekimleri:
-
Türkçede şart eki -sa/-se olmakla birlikte yazmada, istek eki olan -a, şart
anlamında da kullanılmıştır: yıka idi > yıksa idi (2a-14)
-
Aynı ek metinde geniş zaman eki olarak da kullanılmıştır: düşe > düşer (5b-16).
-
Metinde gereklilik, “-meli” ekinin yanı sıra “-mak gerek idin/-mek gerek idin”
şeklinde de sağlanmıştır: tutmak gerek idin > tutmalıydın (14a-10); getürmek
gerek idiñ “getirmeliydim” 25a-11).
Günümüzde
Kullanılmayan Kelimeler
Yazmamızda
Eski Anadolu Türkçesi izlerini taşıyan eklerin yanı sıra bugün kullanımdan
düşmüş kelimelere de rastlanmaktadır. Yazmada Eski Anadolu Türkçesi döneminin
izlerini taşıyan kelimeler şunlardır:
bolayki: Bari, keşke, hiç olmazsa, öyle ise
(Komisyon, 1965: 506). (28b-13)
aytmak/eytmek: Demek, söylemek, cevap vermek.
(2b-4 vd.)
kanı: hani (3b-16 vd.)
urmak: Vurmak (4b-17 vd.)
kangı: Hangi (5b-3 vd.)
uğrulamak: Çalmak (5b-6)
anda/andan: Orada/oradan (5b-15)
kendüye: Kendisine (6b-16 vd.)
şol: Şu (7a-13 vd.)
bunda: Burada (10b-2, 3)
etmek: ekmek (10b-7, 8 vd.)
kande/kanda: Nerede, her nerede, nereye (13a-1
vd.)
kaçan: Ne zaman, ne zaman ki, her ne
zaman, vakta ki, nasıl, ne suretle, ne vakit (16b-14 vd.)
şunda: Şurada (30a-7)
şergil
ol-: Şergillenmek;
birine musallat olmak (53b-17).
C.
ESERDE YER ALAN FIKRALAR
Eserde
fıkralar birbirlerine “Bir gün gene…”, “Günlerde bir gün…”, “Hikâyet ederler ki…”, “Rivâyet
ederler ki…”, “Meğer…”, “Hikâyet” gibi ibarelerle bağlanmış; ayrıca yerlerini
fark ettirmek için de aralarına çizgi çekilmiştir.
Eksik
6 sayfasından dolayı fıkra mevcudu tam olarak tespit edilemeyen yazmada 134
fıkra yer almaktaysa da; bunlardan 25’inin kahramanı Nasreddin Hoca olmayıp,
başka başka kimselerdir.
1.
Eserde Kahramanı Nasreddin Hoca Olmayan Fıkralar
Kahramanı
Nasreddin Hoca olmayan fıkraların yazmadaki sıraları, kahramanları ve konuları
şunlardır:
68.
Kâbe’ye giden üç gençten ikisinin cariyelerini azadına karşılık üçüncüsünün
“kaşık düşmanı”nı boşaması (21a).
70.
“Tâlib-i ilm” bir imamın konuklarına güzel ikramda bulunması (21b).
83.
Hekim olan babasının yolundan giden saf çocuk (25a-b).
104.
Yeniçeri Ağası Kara Hasan oğlu ile sarhoşluğuyla onu usandıran odabaşı (35a-b).
105.
Hizmetine giren oğlana tasallutta bulunan ağa (müstehcen fıkra) (36a-b)
106.
Edirneli Deli Hasan ile arkadaşı Deli Süleyman’ın zevk gecesi (müstehcen fıkra)
(36b).
107.
İki adamın anlaşmazlığa düştükleri öküzlerini rüşvetçi kadıya kaptırmaları
(40b).
108.
Bağdat şahlarından birinin büyük bir mermere yazdığı kasideleri halifeye bin
altına satması (40b-41a)
109.
Bir bezirgân ile Hindî hizmetçisi: “Tahâret eyle de kademhâneye ol gir; zîrâ
ıbrık su tutmayor.” (41a)
110.
Uzun sakallıların ahmaklığını tecrübe eden uzun sakallı kadı (41a).
111.
Yahudi’den talim gören şeytan (41a-b).
112.
Merhum bir şairin şiirlerini beğenmeyen cami mollası (41b)
113.
Basrevî ile derisini yüzen sert tellak (41b-42a)
114.
Hamamda fesini çaldıran kel (42a).
115.
Ata ters bindiğini kabul etmeyen Sivrihisarlı (42a).
116.
Savaşta serseri bir okla vurulan Sivrihisarlının sitemi (42a-b).
118.
Şair Basrevî ve şiirden, şairden hazzetmeyen Hasan Paşa (43a).
119.
Vüzera musahibi bir şairin ihtiyarlığında kendine ihsanı unutanların canına
lanet okuyan oğlu (43a-b).
120.
Oruç tutmasa da sahuru terk etmeyen Kalenderî (43b).
125.
Bir dilberin kendisini dilenci sanıp yüz vermemesinin utancıyla Edirne’yi terk
eden Basrevî (44b-45a).
126.
Bir hasisin sürekli koyun başı yemesinin sebebi (45a).
127.
Şeytanı ve yemek üzerine gelecekleri uzak tutmak için yemeğe başlamadan iki
kere e’üzü çeken hasis (45a).
133.
Hamal eşinin getirdiği kazı dostu ile birlikte yediği için hamalın kaz yemeğe
davet ettiği Türk’ü (köylüyü) korkutup evden kaçıran hamalın eşi (müstehcen
fıkra) (50b-51a).
134.
Gösterdiği dostluğa hak ettiği karşılığı göremeyen “şehir oğlanı”nın (çelebi),
Türk’e verdiği ders (müstehcen fıkra) (51a-b).
136.
İlk kez yiyip de çok hoşuna giden keşkeğin tarifini öğrenmek için aşçıya gidip
gelmeleri esnasında başından olmadık hadiseler geçen Türk (52b-54a).
2.
Eserdeki Nasreddin Hoca Fıkraları
Yazmada
tespit edilen 134 fıkranın 109’u Nasreddin Hoca fıkrasıdır. Yazmanın başında
müstensih/derlemeci, eserin “sekiz bab”dan oluşacağını belirtmişse de; eser
dört bölümden meydana gelmiştir. Müstensihin/derlemecinin kendi ifadesiyle bu
bölüm başlıkları ile altında sıralanan Hoca fıkraların sayısı şöyledir:
1.
Başlık verilmeyen birinci bölümde 68 fıkraya yer verilmiştir.
2.
“Bâb-ı Sânî / Hoca’nıñ Avretiyle Olan Münâsebetlerin Beyânındadur” başlıklı
ikinci bölümde 10 fıkraya yer verilmiştir.
3.
“Hoca’nıñ Oğlı ile Olan Menâkıblarını Beyân Eder” başlıklı üçüncü bölümde 4
fıkraya yer verilmiştir.
4.
“Ba’de Hoca’nıñ Kâdî İle Olan Menâkıbların Beyân Eder” başlıklı dördüncü
bölümde ise 27 fıkraya yer verilmiştir.
Eserde,
fıkraları oluşturan mizahi olaylarda Hoca’ya eşlik edenlere göre bir bölüm
tasnifi düşünüldüğü anlaşılmaktadır. Ancak bölüm sayıları gibi, bu hususta da
bir tutarlılık sağlanamamıştır.
3.
Fıkraların Değerlendirilmesi
a.
[Birinci Bölüm:]
1.
Bilenler Bilmeyenlere Öğretsin (2a)
[Rivayet
farklılığı olan bu fıkra Hoca’ya atfedilebilir.]
2.
Ya Devenin Kanadı Olsaydı (2a)
[Rivayetteki
eksikliğine rağmen Hoca’ya atfedilebilir.]
3.
Herkesin Bir Saygısı Var (2b-3a)
[Hoca’nın
namaz kılmaması düşünülemez. Bu itibarla fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
4.
Bu Eve Taşınmadık mı (3a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
5.
Elbet Peyniri Yiyen Suya Gelir (3a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
6.
Konya’da Helvayı Döve Döve Yedirirler (3a-3b)
[Ne
dinî ne de mantık açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
7.
Ben Eve Varıp Nikâhımı Tazeleyim (3b-4a)
[Dinî
açıdan fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
8.
Acemi Çaylak Ancak Bu Kadar Uçabilir (4a)
[Dinî
ve mantık açıdan fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
9.
Dokuz Olsun, Getirin Verin (4a-4b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
10.
Sizin Kavak Ağacı Dediğiniz Yoğurt Ağacı imiş (4b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
11.
Dolu Vurunca Beyazı Gidip Sarısı Kaldı (4b-5a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
12.
Dostlar Beni Alış Verişte Görsün (5a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
13.
Şimdi Kuşa Döndün (5a)
[Fıkra
mantık açısından Hoca’ya ait olamaz.]
14.
Çaylak Olmak Gerektir (5a-5b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
15.
Sahan Tencere Takırtısını Severim (5b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
16.
Ağaçtan Öte Yol Vardır (5b-6a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
17.
Yarın Kıyamet Kopacaksa Esvabı Neylersiniz (5b-6b)
[Din
ve mantık açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
18.
Yahudi’nin Altınları (6b-7b)
[Din
ve mantık açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
19.
Pare Pare Edip Yıldız Yaparlar (7b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
20.
Ye Kürküm Ye (7b-8a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
21.
Hoca’nın Hocalığı (8a)
[Yazmanın
en ilgi çekici bilgisini veren ve mizahi yanı olmayan bu rivayet Hoca’ya
atfedilebilir.]
22.
Ciğeri Ciğer-dar Olduğum İçin Yerim (8b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
23.
Çektir Gitsin (8b)
[Karşısındakini
rahatlatma adına fıkra Hoca’ya atfedilebilir.]
24.
Ev Yandıysa, Fareler de Öldü (8b-9a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
25.
Şalgamı Oyup İçine Havuç Koymuşlar (9a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
26.
Arkamdan Ne Çektiyse Çekti; Ama Ay Yerini Buldu (9a-9b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
27.
Al Abdestini, Ver Pabucumu (9b)
[Din
ve mantık açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
28.
Bunun Gibi Pezevengi Çok Vilayete Rast Gelmedim (9b)
[Mantık
ve ahlak açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
29.
Ne Hamam Ne Tas (9b-10a)
[Din
ve mantık açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
30.
Sakın Bu Sarığı Alma (10a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
31.
Bugün de Buradayım, Yarın da Buradayım (10a-10b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
32.
Ördek Suyuna Ekmek Banıyorum (10b)
[Hoca’nın
kuru ekmekleri ıslatarak yediği varsayımıyla fıkra Hoca’ya atfedilebilir.]
33.
Verdiğiniz Yağın Tortusudur (10b-11a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
34.
Büzüğüm Sidiğe Yapışıp Yukarı Çıkmasın (11a-11b)
[Mantık
ve ahlak açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
35.
Analarının Yasını Tutarlar (11b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
36.
Herkesin Malı Başucunda Gerektir (11b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
37.
Halkın Cümlesi Bir Yöne Gitseydi, Dünya O Tarafa Yıkılırdı (11b-12a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
38.
Münker Nekir Havfından Kaçtım (12a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
39.
Ya Çuvala Kim Koydu (12a-12b)
[Mantık
ve ahlak açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
40.
Ay Alıp Satmam (12b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
41.
Her Kande Dilersem Satarım (12b-13a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
42.
Çömlek Hesabı (13a)
[Din
ve mantık açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
43.
Aşk Olsun Seni Boyayan Boyacıya (13a-13b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
44.
Kaz Varken Tutmalıydın (13b-14a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
45.
Siz de Softanın Elinden Tutup Dışarı Çıkarın (14a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
46.
Akçeyi Bulan Buldu (14a-14b)
[Mantık
ve ahlak açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
47.
Tavşanın Suyunun Suyu (14b-15a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
48.
Burada Bir Orak Kadar Ay’a Nasıl Üşüşürler (15a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
49.
Keşke Biri de Gelip Namazı Yiyeydi (15a)
[Dinî
açıdan fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
50.
Sizler Ardımca Gelirken Yüzünüz Yüzüme Gelir (15a-15b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
51.
Evvel de Yerdeydim (15b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
52.
Acaba Karnında Bir Oğlancık mı Var (15b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
53.
Geceyi Gündüzü Bilirsiniz de Koca Caddeyi Neden Bilmezsiniz (16a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
54.
Siz de Bir Akçe Eksik Verin (16a-16b)
[Mantık
ve ahlak açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
55.
Öküz Yediğini Bilir (16b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
56.
Eski Ölüyüm (16b-17a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
57.
Bitmeyen Teşaşür (17a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
58.
Yoksa Size Şu Sahanla Çorba Getirirdim (17a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
59.
Hıyar Getirdiğime Hamd Ederim (17a-17b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
60.
Eğer O Değneği Yeseydin Dört Ayaklı Olurdun (17b-18b)
[Mantık
ve ahlak açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
61.
Gündüzlük Sarığım Araba İle Geliyor (18b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
62.
Ben Bunun Seğirtişini Buzağılığından Bilirim (18b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
63.
Sen de Benim Gibi Esbaplarını Çıkartıp Üzerine Oturaydın (18b-19b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
64.
Alan Bir Kıldan Alır (19b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
65.
Bu Yemeği Yemesem Ben de Ölürdüm (19b-20a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
66.
İnanmazsanız Bir Kıl Bizim Hımarın Kuyruğundan Bir Kıl Senin Sakalından
Koparalım (20a-20b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
67.
Diriyken de İki Ayağı Çukurdaymış (20b-21a)
[Mantık
ve ahlak açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
69.
Kerevet Altındaki Benden Büyük Balıklara Sor (21a-21b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
b.
Bâb-ı Sânî:
Hoca’nıñ
Avretiyle Olan Münâsebetlerin Beyânındadır
71.
İyi ki İçinde Ben Yokmuşum (22a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
72.
Yorganı Aldılar, Kavga Basıldı (22a-22b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
73.
Hirmende Katırlarını Ürkütürseniz Kötek Yersiniz (21b-23b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
74.
İnşaallah Benim (23b-24a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
75.
Endazeyi Bozarsın (24a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
76.
Bir Şey Bulursa Elinden Alayım (24a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
77.
O Bizden Kirli (24a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
78.
Bu Minareyi Yapan Hamamda Yapaydı (24a-24b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
79.
Ben Allah Kuluyum (24b-25a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
80.
Aşağı Yaşına Girmedin, Kavlinin Belini Kırarsın (25a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
c.
[Üçüncü Bölüm:]
Hoca’nıñ
Oğlı ile Olan Menâkıblarını Beyân Eder
81.
Sabahtan Beri Seni Ararım (25a-25b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
82.
Acaba Giden Neydi (25b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
84.
Kuyruk Bir Koparsa Sen Görürsün Tozu Dumanı (26a-26b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
85.
İmad’ın Sözüne Uyan Bundan İyi Olmaz (26b-27a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
ç.
[Dördüncü Bölüm:]
Ba’de
Hoca’nıñ Kâdî İle Olan Menâkıbların Beyân Eder
86.
Yanlış Varsa Baldadır (27a-27b)
[Mantık
ve ahlak açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
87.
Koynumdaki Taşları Sana Vururum (27b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
88.
O Bir Akçeyi Sen Al (27b-28a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
89.
Sen de Onu Öp (28a)
[Mantık
ve ahlak açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
90.
Adam Kendi Kulağını Isırmak Değil, Başını Bile Yarar (28a-28b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
91.
Bolay ki Gerçek Ola (28b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
92.
Yokuş Yukarı Tok Kurda Sıklet Verme (28b-29a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
93.
Eşeğin Gönlü Yok (29a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
94.
Bana Erişeyim, Dersen Al Şunu G.tüne Sür (29a-29b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
95.
Sen Pazarını Gör, Kuyruk Hazırda (29b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
96.
Ak Sakalımla Bana İnanmazsın da Hımara İnanırsın (29b-30a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
97.
Benim Şurada Bir Sezdiğim Var (30a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
98.
Yel Değirmeninin Suyu Nereden Gelir (30a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
99.
Yumağını Eline Veresin de Yüzünü Kara Edesin (30a-30b)
[Mantık
ve ahlak açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
100.
Böyle Divane Olduğundan G.tüne Ağaç Sokmuşlar (30b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
101.
O Seni Öldürürse, Ben de Onu Öldürürüm (30b-31a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
117.
Eğer Yedimse, Allah Bereket Vere (42b-43a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
121.
Ya Cuma Gecesi Dursun, Ya Biz… (43b-44a)
[Mantık
açısından bu müstehcen fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
122.
Kayış da Ne Çekermiş (44a)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
123.
Allah Bilir, Bu Cenazeyi Bizim Eve Götürürler (44a-44b)
[Fıkra
Hoca’ya atfedilebilir.]
124.
Endamın Erik; Ama İçine Zehir mi Kattılar (44b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
128.
Ben Yürek Suyu İle Değirmen Yürütecek Değilim (45a-45b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
129.
Ben De Belindeki Peştamala Paha Biçtim (45b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
130.
Bu Kadar Tavuğa Bir Horoz Gerek (46a)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
131.
Onu İşleyen Burada Yok; Şunun Başına Yestehle (46a-46b)
[Müstehcen
tarafı da bulunan bu fıkra mantık olarak Hoca’ya ait olamaz.]
132.
Devenin Pahasını da Verirseniz, Hiç Söylemem (46b-50a)
[Mantık
ve ahlak açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
135.
Parayı Başında Verip Bizi Bu Kadar Zahmete Komasaydınız (51b-52b)
[Mantık
açısından fıkra Hoca’ya ait olamaz.]
*
Yazmada
Hoca’ya atfedilen 109 fıkra din, ahlak ve mantık açısından değerlendirildiğinde
görülür ki; Hoca’ya atfedilebilecek fıkraların sayısı ise 39’dur. Kalan 70’inde
ise:
-
Hoca bî-namazdır (3), (49).
-
Hoca haram-helal ayırt etmez (6), (46).
-
Hoca pisboğazdır (6), (60).
-
Hoca sözünde durmaz (7).
-
Hoca hırsızdır (8), (29), (39), (41).
-
Hoca hak etmeden para kazanmak ister (9).
-
Hoca boşboğazdır (10).
-
Hoca iş/ticaret bilmez (12).
-
Hoca’nın aklından zoru vardır (13), (24), (26), (36), (43), (52).
-
Hoca tamahkârdır (18).
-
Hoca düzenbazdır (18), (67), (86).
-
Hoca düşük ahlaklıdır (34).
-
Hoca korkaktır (38).
-
Hoca duygusuzdur (54), (82).
-
Hoca kindardır (55).
-
Hoca evine ilgisizdir (58).
-
Hoca düşüncesizdir (59).
-
Hoca yalancıdır (60), (65), (67).
4.
Yazmada Dikkat Çeken Bazı Fıkralar
Yazmada
dikkat çeken ilk fıkra, yazmanın da ilk fıkrası olan Hoca’nın meşhur “Bilenler
Bilmeyenlere Öğretsin” fıkrasıdır. Muhtemelen üç farklı zaman diliminde
gerçekleşmiş üç ayrı latifenin zaman içerisinde birleşmesinden doğan bu fıkrada
–ki bu fıkra Boratav’da üç farklı fıkradır (Boratav, 1996: Nu. 11, 12, 13)- Hoca,
karşısındaki cemaate üç kez: “Ey müminler, ben size ne söyleyeceğim, bilir
misiniz?” sorusunu yöneltir. Bu soruya cemaat topluca ilkin: “Bilmiyoruz”;
ikincisinde: “Biliriz”; üçüncüsünde de anlaşıp: “Kimimiz biliyor, kimimiz
bilmiyor” cevabını verirler. Fıkranın yazmadaki varyantında ise Hoca’nın aynı
sorusuna cemaat ilkinde ve ikincisinde “Yok, bilmeyüz.” cevabını verirler.
Bizce
yazmanın en ilginç latifesi -ki buna latife veya fıkra demeden ziyade bir
hikâyecik (anekdot) demek gerekir- yazmada 21. sırada nakledilen Nasreddin
Hoca’nın hocalığına dair olan şu latifedir:
“Rivâyet
ederler ki; merhûm Hoca Nasreddîn harf-endâzlıkda (etkili söz söylemede) kemâl-i
mertebe (çok üst derecede) mahâreti vardı ki, cümle gelüb kendünden ders
okurlardı. Lakin âdet-i müstemirreleri (sürekli âdetleri) bu idi ki, her kim ki
gelüb ders okumak murâd etdükde Kûdûrî[2]
kitâbından okudurmuş. Tâlebeleri: “Hoca bize Kudûrî kitâbın okutma” dediyü her
kangı fenden isterlerse okudurmuş.” (8a)
Yazmanın
80. sırasında şu fıkra yer alır:
“Hikâyet:
Bir gün Hoca odun kesmeğe gitdi. Bir karpuz elinden düşüb dereye doğrı
yuvarlanub gitdi. Meğer bu taş altında bir tavşan yaturmış. Karpuzı görince
kalkub kaçmağa başladı. Hoca tavşanı görüb: “Hay meded! Karpuz katır kavlini
bilici imiş.” diyüb odunı kesüb eve geldi. Vâkı’a hâli hatunına söyledi. Hatunı
aytdı: “Ey vâh, ey Hoca! Tutub getürmek gerek idiñ. Kaçan bağa gitdükde üzerine
bezdiñ. Hoca eline bir değnek alub: “Nideyüm? Aşağı yaşına girmediñ; kavlüniñ
belin kırarsın.” demiş.”
Bu
fıkra, Pertev Naili Boratav’ın Nasreddin Hoca kitabındaki “Sen Anun
Belini mi Üzsen Gerekdür” başlığı verilebilecek 89. (Boratav, 1996: 113) ile
“Eğer Ard Ayağı Uzun Olmaya idi Tutardım” başlığı verilebilecek 312. (Boratav,
1996: 175) fıkralarının karışımı gibidir.
Yazmanın
ilgi çekici fıkralarından biri de 101. sırada olanıdır. Zira bitiminde fıkranın
ana fikri zikredilmiştir:
“Bir
gün Hoca bir sahrâda gezerken bir câhîle rast geldi. Hoca’ya aytdı: “Sen fakkî[3] misin?”
dedi. Hoca: “Belî, fakkîyim.” dedi. “Öyle ise gel seni bizüm obaya götüreyüm;
bize fakkî ol.” dedi. Yolda giderken birine dahı rast geldiler. Ol da Hoca’ya
yapışdı ki, gel bize fakkî ol. Bu ikisi Hoca’dan ötürü cenge başladılar. Soñra
gelen bir zerdeste[4] çıkarıb
eytdi: “Şimdi ben bu fakkîniñ başına bir zerdeste ururum ne saña kalur ne
baña!” dedi. Evvelki aytdı: (30b) “Ko, seni öldürsün, ben de anı öldürürüm.”
demiş. İmdi, ilm, fazl, ma’rifet kadrin bilmeyüb câhil ile kendin berâber tutan
kimseler içün darb-ı meseldür. (31a)”
Yazmada
dikkat çeken bir husus da sayıları az da olsa, bazı fıkralarda müstehcen
unsurların bulunmasıdır. Yazmada müstehcen unsurlar barındıran 6 fıkradan 2’si
Hoca’ya aittir (Son tarafı eksik olan 102. sıradaki Hoca fıkrası bu sayıya
dâhil edilmemiştir).
Ç.
SONUÇ
Yazma:
“Râviyân-ı ahbâr ve nâkilân-ı âsâr ve muhaddisân-ı rüzgâr öyle nakl-i rivâyet
ve bu yüzden hikâyet eder ki işte zamân-ı evâ’ilde Hoca Nasreddîn rahmetullahi
aleyh hazretlerinin zurafâ ile olan mâbeynlerinde latîfeleridür. Naklolunur
sekiz bâb üzere rivâyet etmişlerdür. Râvî öyle rivâyet eder ki:” şeklindeki klişe
ibarelerle başlamaktadır. Bu ibareler bu yazmanın bir istinsah olduğunu
düşündürse de; yazmadaki bazı hususlar da bu yazmanın bir derleme olabileceği
kanaatini uyandırmaktadır. Şöyle ki:
Her
şeyden önce dili kaleme alındığı döneme göre oldukça sade olan yazmanın, üslubu
duru ve yalın ise de; açıklığı sıkıntılıdır. Bu sebepten ötürü kimi fıkraların -bilinmelerine
rağmen- anlaşılmalarında güçlük yaşanmaktadır. Bu durumun da kalem sahibinin
ilmî seviyesinin düşüklüğü ile yerel söyleyişleri aynen aktarmasından
kaynaklandığı kuvvetle muhtemeldir.
Günümüz
Türkçesiyle “Nasreddin Hoca’nın Nakledilmiş Hikâyeleri” başlığını taşıyan
eserin, başka kahramanlara ait sayısı azımsanamayacak kadar çok fıkra ihtiva
etmesi de bu kanaatimizi destekler mahiyettedir.
Diğer
yandan 132. fıkranın sonunda: “İşte Hoca Nasreddîn Efendi’niñ kıssa-ı kaviyyesi
bunda tamâm oldı. Benüm cânum Hoca Nasreddîn Efendi velî oldığına iştibâh
yokdur. Bu şeylerden haberi agâhı (49b) yokdur. Velâkin añlatmak içün
böyle latîfecikler yazmışlardur.[5]
Her kim okuyub tamâmında merhûmıñ rûhı şerîfi içün üç İhlâs ile bir Fâtiha
şerîf okuyub sevâbın rûhına armagân gönderirse Hüdâ-yı Müte’âl ol kimesneniñ
akîbetin hayreyleye. Âmîn. (50a)” cümleleriyle eserini sonlandıran kalem
sahibi, ardından -1’i Hoca’ya ait- 4 fıkra daha eklemiştir.
Yazmanın,
Nasreddin Hoca Fıkraları bölümünden başka 50 sayfalık -âdeta- bir cönk kısmı
mevcuttur. Pek çok güftenin yanında Ferhat ile Şirin “beyit”lerini de muhtevi
bu bölümde birçok da tılsım formülü verilmiştir. Ayrı bir çalışmanın konusu
olabilecek bu bölüm de yazmanın bir derleme kaydı olabileceği kanaatini
güçlendirmektedir.
KAYNAKÇA:
ANONİM
(ts.), Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn-i
Nakl-şüde, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, Yazma Nu. BY7297/1.
AKÇAKALE,
Zahide (2013), “Konya Bölge Yazmalar, Burdur, Isparta ve Niğde İhtisas
Kütüphanelerindeki Arap Dili Ve Edebiyatına Dâir El Yazması Nadir Eserlerin
Tanzîmi ve Tanıtımı”, T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya.
ATALAY,
Besim (1939), Dîvânü Lûgati’t-Türk, C. I, Ankara.
(1940), Dîvânü Lûgati’t-Türk, C. II,
Ankara.
BİLGİN,
Orhan (2013), “Yazma”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.
XLIII, s. 369-373.
BORATAV
Pertev Naili (1996), Nasreddin Hoca, Ankara: Edebiyatçılar Derneği Yayınları
(2. bs.).
ÇAĞBAYIR,
Yaşar (2007), Ötüken Türkçe Sözlük, IV, İstanbul: Ötüken Yay.
ERSOY,
Osman (2001), “Kâğıt”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.
XXIV, s. 163-166.
KALLEK,
Cengiz (2002), “Kudûrî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.
XXVI, s. 321-322.
KOMİSYON
(1965), Derleme Sözlüğü II, Ankara: TDK Yay.
KONYALI,
İbrahim Hakkı (1945), Nasreddin Hocanın Şehri Akşehir/Tarihi-Turistik
Kılavuz, İstanbul: Nûmune Matbaası.
KÖPRÜLÜZÂDE
MEHMED FUAD (1918), Nasreddîn Hoca, İstanbul: Kanaat Matbaası.
ODABAŞ,
Hüseyin (2011), “Osmanlı Yazma Eserleri ve Türkiye’de Yazma Eser
Kütüphaneciliği”, Bilig, S. 56 (Kış), s. 143-164.
SAKAOĞLU,
Saim-Ali Berat ALPTEKİN (2014), Nasreddin Hoca, Ankara: Atatürk Kültür
Merkezi Yay. (2. bs.)
SÜMBÜLLÜ,
Yusuf Ziya (2008), “Taşbaskısı Bir ‘Letâif-i Nasreddin Hoca’ Kitabı Üzerine”, Pamukkale
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 2008/1, s. 1-22.
ŞAHİN,
Bekir (2008), “Nasreddin Hoca ile İlgili Bir El Yazması”, Merhaba/Akademik
Sayfalar, c. VIII, S. 16 (7 Mayıs), s. 270-272.
ŞEMSEDDİN
SAMİ (2005), Kâmûs-ı Türkî, (Tıpkı Basım), İstanbul: Çağrı Yayınları
(14. bs.)
TİMURTAŞ,
Faruk K. (1976), “Küçük Eski Anadolu Türkçesi Grameri”, Türkiyat Mecmuası,
c. XVIII, s. 331-368.
[1] Türkiye
Türkçesinin tarihî devresinin ilkini Eski Anadolu Türkçesi teşkil etmektedir.
Selçuklu devri Türkçesini de içine alan bu devre XIII. asırdan XV. asrın sonuna
kadar devam etmiştir. XV. asrın ikinci yarısı bir geçiş devri olmakla beraber,
Eski Anadolu Türkçesinin hususiyetleri, bütün XVI. asır boyunca devam etmiş,
hattâ XVII. asırda da kendisini göstermiştir (Timurtaş, 1976: 331).
[2] Kûdûrî
(Ebü'l-Hüseyn Ahmed b. Ebî Bekr Muhammed b. Ahmed el-Kudûrî; ö.: 428/1037).
Müçtehit ve Hanefî âlimi. Eserlerinden el-Muhtasar, fıkıh
alanında yüzyıllarca medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur (Kallek,
2002: 321-322).
[3] fakkî: (Ar.
“fakîh”ten galat) Anadolu’da okumuş adamlara yani köy imamı ve mekteb-i sıbyan
muallimi gibi adamlara derler (Ş. Sâmî, 1317: 1001).
[4] zerdeste:
Asa, baston (http://w.vajehyab.com/dehkhoda/زردسته, Erişim: 25.04.2015, 00.55).
[5] Müstensihin/derlemecinin bu
ifadeleri, onun da pek çok fıkrasının Nasreddin Hoca’ya yakıştırıldığı
kanaatinde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder