27 Ekim 2021 Çarşamba

XX. YÜZYIL BAŞLARINDA ALÂEDDİN TEPESİ’NDE BİR TARİH VE MEDENİYET TALANI

 Giriş

Geçmişi sekiz bin sene öncesine uzanan Konya, yaklaşık iki asır Türkiye Selçuklu Devleti’ne payitahtlık yapmış tarihî bir şehirdir. Konya, bu denli şanlı bir geçmişe sahip olup da şehir silüetinde ne bir sur ne de tek bir burç görünmeyen Anadolu’daki yegâne tarihî şehirdir, dense yanlış olmaz. Şehirdeki tarih ve medeniyet talanı sadece şehrin dış ve iç kaleleriyle de kalmamıştır. Şehir merkezindeki birçok Selçuklu, Karamanoğlu ve Osmanlı nadiresi de bu talandan nasibini almıştır. Sultan Selim İmareti, Türbe Hamamı, Muvakkithane, Ulvi Sultan Mescidi ve Türbesi, Şerefeddin Türbesi[1], Konya Bedesteni, Nalıncı Baba Türbesi, Eflatun Mescidi, Tacülvezir Külliyesi, İnceminare Mescidi ve talebe hücreleri, vd. bunlardan ilk akla gelenlerdir.

Merhum İbrahim Hakkı Konyalı’nın bu hakikate dair şu tespiti oldukça ibretamizdir: “Eski eserler bakımından Konya’nın makûs bir talii [talihi] vardır. Paytaht, başşehir yapılışı Konya için felâket olmuştur. Siyasî hâkimiyet nevbeti [nöbeti] bir Türk kolundan başka bir Türk oruğuna [uruk; soy, sülale] geçerken iktidar mevkiine gelen ikinci siyasî teşekkül kendinden evvelki hükümdarların, siyasî teşekküllerin yaptıkları medenî eserleri kıskandıkları için ya yakıp yıkmışlar, yahut ihmalin yıkıcı tırnaklarına terk etmişlerdir.”

“Karaman oğulları Selçuk siyasetine ve Selçuk eserlerine düşman idiler. Osmanlılar Karaman oğullarının ve Selçukluların Konya’sına tehlikeli bir düşman gözüyle baktıkları için eserlerini yıktılar. Yıkamadıklarını yüz üstü bıraktılar.” (Konyalı 1964: 179) Cumhuriyet Döneminde de önceki dönemlerden aşağı kalınmamış; yol açma, park yapma, kentsel dönüşüm, vb. bahaneleriyle pek çok ata yadigârı kamu yapısı ve sivil mimari örneği yok edilmiştir.

Konya’da, özellikle, son asırda yoğunlaşan tarih ve medeniyet tahribatı üzerine Selçuk Üniversitesi tarafından Mustafa Yıldırım’a bir doktora çalışması yaptırılmıştır (Yıldırım, bu tezini Konya’da Kaybolan Türk İslam Eserleri adıyla 2016’da kitaplaştırmıştır; Konya: Palet Yayınları). Bu bilgiyi de verdikten sonra asıl konumuz olan Alâeddin Tepesi üzerindeki talana geçebiliriz.

Geçmişi dört bin yıl öncesine uzanan bir höyük olan mezkûr tepe, adını, kuzey yamacında yer alan ve Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat tarafından yaptırıldığı kabul edilen Alâeddin Camii ile aynı adlı köşkten almıştır. Şekli ovale yakın olan tepe, kuzeyden güneye 450, doğudan batıya 350 metre uzunluğunda ve 20 metre yüksekliktedir.

Her ne kadar bu yazımızın konusunu teşkil eden tepe üzerindeki talan XX. yüzyıl başlarında ise de talanın başlangıcı Alâeddin Köşkü’nün terk edildiği XVII. yüzyıla dayanır.

Selçuklu sultanlarının kışlık ikametgâhı olan köşkte, Selçuklulardan sonra Karamanoğulları beyleri, Osmanlılar zamanında da Karaman beylerbeyleri ve Konya valileri ikamet etmişlerdir. XVII. yüzyılda terk edilen köşk, yıkılmaya yüz tutunca, duvar taşlarının çeşitli yerlerde kullanılmak üzere alınmaya başlanması üzerine bazı fermanlarla bu durum önlenmeye çalışılmıştır. Divan-ı Âli tarafından 1083/1673’te Konya kadısına gönderilen bir emr-i şerifte de hamam yaptırılmak amacıyla taşlarının alınması yasaklanmıştır. Yine aynı sene Edirne’den gönderilen diğer bir hükümde ise Şeyh Ahmet’in şehre on iki çeşme, bir kervansaray, bir mescit ve bir çifte hamam için temin edemediği mermer ve taşları, Sultan Alâeddin Sarayı’ndan karşılamak arzusu ile emr-i şerif rica etmesi üzerine gelen cevapta, adı geçen arazinin kimsenin malı ve mülkü değilse ve binadan eser kalmayıp tamamen toprak altında kalmış ise, kâfi miktarda mermer ve taş çıkarılması ve bu bahane ile bedava olarak kimsenin taş almasına izin verilmemesi emredilmiştir. Bu emr-i şerifin tarihinden beş ay sonra ikinci vezir Musahip Mustafa Paşa’ya da yaptırdığı hayrat için lazım olan mermer ve taşların alınmasına aynı şartlarla izin verilmiştir.

Yukarıdaki tarihten üç sene sonra, yani 1676 yılında adı geçen şahısların yapmak istedikleri hayrat için bütün mahalle sakinlerinin, sarayın tamamen yıkılmış ve kapalı hiçbir yerinin olmadığına şahitlik etmeleri üzerine buradan 150 araba ve 2200 merkep yükü taş alınmış ve toplam olarak 14.750 akçe ödenmiştir (Atçeken [2009]: 164).

Merhum Konyalı da mezkûr köşke dair hatırladıklarını şöyle ifade eder: “Köşk; eski resimlere göre iç kalenin bir burcu gibi asıl surun duvarından dışarıya taşmış bir vaziyette idi. Ben bu mahallede doğup büyüdüğüm için eski durumunu biliyorum. Önünde hendek, sağında ve solunda kale duvarları vardı. Bu duvarların ve Köşk’ün alt kısmının bir taş ocağı gibi kullanıldığını da hatırlarım.”

“1907 yılında[2] Rizo isminde bir Rum mühendisi tarafından tamir etme bahanesiyle Köşkün alt kısmı kazılmıştı. Bundan müteessir olan eyvanın ayakta kalan ikinci katı ve duvarlarının bir kısmı çökmüştür, kitabeli çinileri o vakit Konya’da Köşk civarında oturan Alman konsolosu tarafından kendi memleketine gönderilmiştir.” (Konyalı 1964: 180, 183)

Konyalı’nın belirttiği yıl, 1905-1908 yılları arasında Konya valiliği yapan M. Cevat Bey’in dönemine rastlar. Bu tarihlerde bazı şahıs ve makamlar, binada meydana gelen tahriplerin önüne geçilmesi hususunda adı geçen validen ricada bulunduklarında vali, binanın ehemmiyetsiz bir yapı olduğunu belirttikten sonra: “Merak etmeyin ben size, 200 altın lira ile daha iyisini yaptırırım” deme gafletini göstermiştir (Yıldırım 1997: 39).

XX. Yüzyıl Başlarında Konya Belediyesinin Alâeddin Tepesi’nde Yaptığı Tarih ve Medeniyet Talanına Kılıf Arama Girişimi

16 Mart 1911 tarihinde Konya Vilayet Meclisi Sadrazamlık makamına, özetle, padişahın özel hazinesi hesabına bir korulukla üzerinde yine padişah [V. Mehmet Reşat] için bir köşk inşası kararını arz eden aşağıdaki dilekçeyi gönderir:

 

Konya Vilâyeti

1

Huzûr-ı Sâmî-i Sadâret-penâhîye

 

Menşe’-i feyzâ feyz-i Osmânî olan ve bunuñla berâber ezmine-i sâlifede dahi bir kıymet-i mahsûsa-i târîhiyyeyi hâ’iz bulunan Konya şehriniñ şânlı bir hisse-i iftihârı da müddet-i medîde Selçûkî pâdişâhlarına merkez-i saltanat olmasıdır. Mevki’en bir düzlük içinde izhâr-ı mevcûdiyyet iden Konya şehriniñ dergâh-ı mu’allâ-yı Hazret-i Mevlânâ’dan soñra eñ şerefli bir mevkî’i selâtîn-i Selçûkîyeniñ ekserisine hayâtlarında mesken ve bir kısmına memâtlarında medfen olan Alâeddîn Tepesi’dir. Bu tepe Konya zemîninden takrîben on beş metro mürtefi’ ve şark cihetinde vâki’ meşhûr sarây-ı Selçûkî harâbesile ve Sultân Alâeddîn-i evvel ve sânî hazretleriniñ türbelerini hâvî olarak şekl-i mustatîlde tahmînen – otuz biñ metro murabba’ında arâzîden terkîb eylemişdir ki ahîren Konya’ya isâle idilen Çayırbağı suyu maksemi de anıñ üzerindedir. Târîh-ı Osmânî’ye kemâl-i ta’alluku olan işbu peşt…-i dilârânıñ …[3] böyle hâlî bir hâlde kalmasını tecvîz itmeyen arzû-yı umûmî sâye-i meşrûtiyyetde sevgili pâdişâhımız efendimiz hazretlerile teb’a-i sâdıkaları arasında vâsıta-i temâs ve teşerrüf olmak üzere orada Hazîne-i Hassa-i Şâhâne hesâbına bir mükemmel meşcere ve üzerinde bir kasr-ı hümâyûn inşâsı merkezinde olub esâsen saltanat-ı Selçûkiyyeniñ hayru’l-halefi saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye olmak i’tibâr-ı târîhiyyesile gösterilen arzûda bir isâbet-i fevkâl’âde görülerek keyfiyyetiñ vesâtat-ı fahîme-i sadâret-penâhîlerile arz-ı atabe-i ulyâ idilmesi geçende in’ikâd idilen cem’iyyet-i belediyyede karâr-gîr olmağla bu bâbda delâlet-i Osmânlılığıñ eñ eski müntesebâtı olan Konyalılarıñ bu sûretle de vâye-mend-i sürûr ve mefharet buyurulması istid’âsına mücâseret eyleriz ol-bâbda emir ve fermân hazret-i veliyyü’l-emriñdir fî 15 Rebi’ü’l-evvel sene 1329 ve fî 3 Mart sene 327

 

Konya Vâlîsi/mühür: Ârifî[4]    Nâ’ib/mühür: Âşir   Defterdâr/mühür: … Sâmî   Tahrîrât Müdîri/mühür: Dimitraki   Müftî/mühür: Es-seyyid Alî Rızâ   Ermeni Murahassası: Dersa’âdet’de   A’zâ/mühür: Alî Râmiz   A’zâ/mühür: …   A’zâ/mühür: … Koyunoğlu   A’zâ/mühür: Ohannes[5] (Belge Nu. 1)

Vilayet idare meclisi kararı olarak Sadrazamlığa sunulan dileğin aslında Konya Belediyesinin[6] bir talebi olduğu müteakip belgeden anlaşılmaktadır. Sadrazamlık mezkûr dilekçeyi durumun araştırılması için Evkaf-ı Hümayun Nezaretine havale eder. Belge ile takip edilemese de mezkûr nezaret konuyla ilgili olarak Konya Vakıflar Müdürlüğü ile Asar-ı Atika Müzesi Müdürlüğünden mütalaa ister. Gelen mütalaalar neticesinde Evkaf-ı Hümayun Nezaretinden Sadrazamlığa gönderilen ve girişimin önlenmesini talep eden aşağıdaki dilekçede ayrıca Konya Belediyesinin Alâeddin Tepesi’nin üzerinde yaptığı hafriyatla çıkardığı müzeyyen taşları barutla parçalayarak yollara döşettiği, dahası yapacağı koruluk etrafındaki araziyi satışa çıkarma düşüncesi de gün yüzüne çıkmaktadır:

Nezâret-i Evkâf-ı Hümâyûn

Tahrîrât Kalemi

Aded

Umûmî 16789

Husûsî 19

Hulâsa

Konya’da Alâeddîn Tepesi hakkında

Melfûf

Aded

 

Huzûr-ı Sâmî-i Cenâb-ı Sadâret-penâhîye

 

Ma’rûz-ı çâker-i kemîneleridir

Konya’da kâ’in Sultân Alâeddîn Tepesi’ni dâ’ire-i belediyye karârile bir bağçe hâline ifrâğ itmek ve etrâfını satmak üzere cânib-i vilâyetden huzûr-ı sâmî-i sadâret-penâhîlerine iş’âr-ı keyfiyyet olunduğu añlaşılmış bulunan ve mahall-i mezkûruñ bağçe hâline ifrâğına değil bir taşınıñ bile yerinden kımıldamamasına müze müdîriyyetince muvâfakat olunmayacağı derkâr bulunduğundan bahs ile îcâb-ı hâliñ icrâsı hakkında Konya Evkâf Müdîriyyetinden vârid olan tahrîrât üzerine sebk iden iş’âra binâ’en müdîriyyet-i müşârünileyhâdan alınan tezkire-i cevâbiyyede mahallî belediyyesiniñ bu bâbdaki teşebbüsü dahâ evvelce mesmû’ olması ve mezkûr tepe Konya’nıñ eñ şerefli ve mu’tenâ bir mahalli olmakla berâber âsâr-ı İslâmiyye-i makbûleden Sultân Alâeddîn Câmi’-i şerîfiyle selâtin-ı Selçûkiyye türbeleriniñ orada bulunması ve bu tepede birçok âsâr-ı atîka ve makbûleniñ medfûn bulunduğu müzece ma’lûm olub sıra geldikce taharriyyât icrâsı musammem olması hasebiyle oradan bir karış yeriñ satılması ve hâl-i hâzırda sâbıkınıñ ta’mîri asla câ’iz olmadığından men’-i müdâhale hakkında îcâb-ı hâliñ icrâsı Ma’ârif Nezâret-i celîlesine yazıldığı ve buranıñ ağaç garsı ve çiçekler yetişdirilmesi sûretiyle belediyyece tezyîninde be’is görülmez ise de hârice satılmak ve hâl ve mevki’i tağyîr idilmek gibi müdâhaleniñ rehîn-i cevâz olamayacağı bildirilmiş ve bu kerre vilâyet-i müşârünileyhâ evkâf müdîrliğinden vârid iden tahrîrâtda mezkûr tepeniñ meşcereye ifrâğı ve merkezine bir köşk binâ idilmesi meclis-i idâre-i vilâyetden huzûr-ı sâmî-i sadâret-penâhîlerine iş’âr kılındığı fıkrasını hâvî Konya’da münteşir Merâm gazetesiniñ bir nüshası gönderildiği iş’âr ve mahall-i mezkûr Alâeddîn Câmi’-i şerîfiniñ harîmi olub sekiz ay evvel dâ’ire-i belediyyeniñ mahall-i mezkûrda hafriyyât icrâ eylediği görülerek men’ idilmiş olduğu ve belediyye çıkartdığı gâyet müzeyyen taşları yollara ferş idilmek üzere kırdırdığı ve dahâ evvel dahi birçok âsâr-ı târîhiyye bu sûretle fedâ idilmiş ve bu taşları mahallinde parçalamak içün İtalyan barutla Alâeddîn Köşkü ta’bîr olunan kıymetli bir binânıñ münhedim olmuş idüği ve bu def’adaki teşebbüs cami’iñ asırlardan beri muhâfaza idilmiş olan harîmini zabt itmek ve bir kısmına üç beş ağaç dikildikden soñra biñlerce metro terbî’inde bulunan muhîtini satmakdan ibâret bulunduğu izbâr kılınmış olmasına ve tafsîlât-ı mebsûtadan müstebân olacağı vech ile belediyyeniñ bu bâbdaki teşebbüsü âsâr-ı atîka nokta-i nazarından şâyân-ı tecvîz olmadığı gibi hukûk-ı evkâfı dahi muhal bulunmasına nazaran Konya vilâyetine îcâbı vech ile hemân o emr-i kat’iyye ve mü’essire i’tâ ve netîcesiniñ emir ve inbâ buyurulması kemâl-i ehemmiyyetle temennî olunur ol-bâbda emir ve fermân hazret-i veliyyü’l-emriñdir

Fî 23 Rebi’ü’l-evvel sene 1329 ve fî 10 Mart sene 1327

Evkâf Nâzırı nâmına

mu’âvin

bende

İbrâhîm Edhem[7]

(BOA, BEO      / 3873-290443, 26 Rebiyülevvel 1329) (Belge Nu. 2)

Sadrazamlık Konya’dan gelen belgenin suretini de ekleyerek durumu Maarif Nezaretine de aksettirmiş, Evkaf-ı Hümayun Nezaretine gönderdiği aşağıdaki yazıyla da Maarif Nezaretinden gelecek mütalaa üzerine durumun tekrar değerlendirilmesini istemiştir:

Dâ’ire-i Sadâret Tahrîrât Kalemi    Şu’be/2

Târîh-i Tesvîdi: 25 Rebi’ü’l-evvel sene 329/14 Mart sene 327 [26 Mart 1911]

Târîh-i Tebyîzi: 26 [Rebi’ü’l-evvel sene 329]/15 [Mart sene 327]

 

 

Evkâf-ı Hümâyûn Nezâret-i Celîlesine

 

10 Mart sene 327 târîhli ve 16789/19 numerolu tezkire-i aliyyelerine cevâbdır Konya şehriniñ eñ şerefli mevki’lerinden ma’dûd Sultân Alâ’eddîn-i Sânîniñ muntazam bir câmi’i ile selâtîn-i Selçûkîden ba’zı zâtıñ türbelerini ve bir sarây harâbesini muhtevî olarak otuz biñ metro murabba’ında arâzîden mürekkeb bulunan Alâeddîn Tepesi’niñ Hazîne-i Hassa-i Şâhâne hesâbına bir meşcere hâline ifrâğı ve üzerine bir kasr-ı hümâyûn inşâsı hakkında Konya Vilâyeti Meclis-i İdâresinden vârid olan mazbatanıñ sûreti leffen savb-ı devletlerine tesyâr ve Ma’ârif Nezâret-i celîlesiniñ mütâla’ası da istifsâr idilmiş vâki’ olacak mülâhazât-ı aliyyeleriniñ de izbârına himmet[8] (Belge Nu. 3)

Evkaf-ı Hümayun Nezaretinin görüşü üzerine Sadrazamlık, aşağıdaki yazı ile Hazine-i Hassa-i Şahane Müdürlüğünün de görüşünü ister.

 

Dâ’ire-i Sadâret Tahrîrât Kalemi       Şu’be/2

Evrâk Numerosu: 38/53

Târîh-i Tesvîdi: 15 Cemâziye’l-evvel sene 329/1 Mayıs 327

Târîh-i Tebyîzi: 16 [15 Cemâziye’l-evvel sene 329]

 

Hazîne-i Hassa-i Şâhâne Müdîriyyet-i Aliyyesine

 

Konya’da kâ’in Alâeddîn Tepesi’niñ Hazîne-i Hassa-i Şâhâne hesâbına meşcere hâline vaz’ile orada bir kasr-ı hümâyûn inşâsı Konya Vilâyeti Meclis-i İdâresinden bâ-mazbata iş’âr olunması üzerine Evkâf-ı Hümâyûn ve Ma’ârif Nezâret-i celîlelerinden istifsâr-ı mütâla’at olunmuş idi nezâreteyn-i müşârünileyhâdan biriñe cevâben gelen 21 Mart sene 327 ve 26 Nisan sene 327 târîhli ve 17280/38 ve 2763/53 numerolu iki kıt’a tezkire leffen savb-ı atûfetlerine tesyâr kılınmağla me’âllerine nazaran vâki’ olacak mütâla’a-i aliyyeleriniñ dahi inbâsına ve tezkireleriñ i’âdesine himmet[9]

(BOA, BEO      / 3893-291961, 16 Cemaziyelevvel 1329) (Belge Nu. 4)

Konya Vilayet İdaresi Meclisince Sadrazamlığa bildirilen Konya belediyesinin girişimi için görüşü istenilen Maarif Nezareti, bu husustaki görüşünü aşağıdaki yazı ile Dâhiliye Nezaretine iletir:

Ma’ârif-i Umûmiyye Nezâreti

Tahrîrât Müdîriyyeti

Numero

Husûsî: 7

Umûmî: 418

 

Dâhiliyye Nezâret-i Celîlesine

 

Devletlü efendim hazretleri

Konya’da Sultân Alâeddîn Tepesi’niñ dâ’ire-i belediyye karârile bağçe hâline ifrâğ idilmek ve etrâfı satılmak üzere bulunduğu haber alındı mezkûr tepe Konya’nıñ eñ ehemmiyyetli ve şerefli bir mahalli olduğu gibi Sultân Alâeddîn’iñ âsâr-ı atîka-i İslâmiyye nokta-i nazarından gâyet makbûl bir câmi’-i şerîfi ile selâtîn-i Selçûkîyyeniñ türbesi orada mevcûd olmak ve bunuñla berâber mezkûr tepede birçok âsâr-ı atîka ve nâdireniñ medfûn bulunduğu şimdiye kadar çıkanlarile müsbet olub bunlarıñ sırası geldikde taharrî ve ihrâcı musammem bulunmak hasebile oradan bir karış yeriñ bile satılması câ’iz olmadığına mebnî teşebbüsât-ı vâk’anıñ men’i içün vilâyete teblîgât îfâsınıñ savb-ı âlî-i nezâret-penâhîlerine inbâsile berâber bu işe hem müzeniñ hem de Evkâf-ı Hümâyûn Nezâret-i celîlesiniñ alâkadâr bulunduğuna binâ’en nezâret-i müşârünileyhâya da ma’lûmât i’tâsı müze müdîriyyetinden iş’âr idilmiş ve îcâbı icrâ kılınmış olmağla ol-bâbda emir ve fermân hazret-i men lehü’l-emriñdir

Fî 21 Rebi’ü’l-evvel sene 329 ve fî 10 Mart sene 327        

Ma’ârif-i Umûmiyye Nâzırı

İsmâ’il Hakkı[10] (Belge Nu: 5)

 

Görüşü istenilen bütün nezaret ve kurumların düşüncelerini özetleyen aşağıdaki telgraf emri Dâhiliye Nezaretince Konya Valiliğine gönderilerek talana son verilmesi istenir:

Dâhiliyye Nezâreti Muhâberât-ı Umûmiyye Dâ’iresi   Şu’be 3/233

Evrâk Numerosu: 7

Târîh-i Tesvîdi: 12 Mart sene 327

Târîh-i Tebyîzi: 13 [Mart sene 327]

Konya Vilâyetine

 

“Hulâsa”

(Âsâr-ı atîkanıñ tahrîbden vikâyesi hakkında telgraf 1)

 

Konya’da kâ’in Sultân Alâeddîn Tepesi dâ’ire-i belediyye karârile bir bağçe hâline ifrâğ idilmek ve etrâfındaki arâziniñ satılmak istenileceği ve hattâ bu bâbda vilâyet-i behiyyelerinden makâm-ı sadâret-i uzmâya mürâca’at vukû’ bulduğu ve dâ’ire-i belediyyece oralarda hafriyyât icrâ idilerek çıkarılan müzeyyen taşlarıñ barutla parçalanarak yollara ferş idildiği ve barutuñ te’sîrile Alâeddîn nâmındaki kıymetli bir köşküñ münhedim olduğu iş’âret-i vâk’adan añlaşıldığından bahs ile âsâr-ı atîka ve hukûk-ı evkâf nokta-i nazarından şâyân-ı tecvîz olmayan teşebbüsât ve tahrîbât-ı vâk’aya nihâyet virilmesi hakkında ba’zı ifâdâtı hâvî Evkâf-ı Hümâyûn Nezâret-i celîlesinden alınan tezkireniñ sûreti leffen savb-ı vilâyete gönderilmişdir münderecâtına ve âsâr-ı atîkanıñ muhâfaza-i mevcûdiyyeti vakfa dâ’ir evvel ve âhir vukû’ bulan teblîgâta nazaran iktizâ-yı hâliñ îfâkeyfiyyetiñ inbâsına himmet buyurulması bâbında

 

Tebyîz[11] (Belge Nu: 6)

(BOA, DH.İD.. / 129-1, 01 Cemaziyelevvel 1330)

Hıyanet Üstüne Hıyanet

Aynı günlerde dönemin Konya belediyesinin hıyaneti bununla da kalmaz. Konya’nın hayırlı (!) evlatları Alâeddin Tepesi üzerinde yaptırdıkları kazılarla çıkarttıkları abide mesabesindeki üstü yazılı koca koca taşları taşçılara satarlar. Bu konuda da sözü yine arşiv belgelerine bırakıyoruz.

Alâeddin Tepesi’nden çıkarılan kırk elli kadar tarihî sanat eserinin taşçılara parçalattırılarak nakledildiği Konya Evkaf Müdürlüğünün Evkaf-ı Hümayun Nezaretine ihbarı üzerine anılan nezaret de 06 Nisan 1911 tarihinde Dâhiliye Nezaretini durumdan haberdar eder (Belge Nu. 7).

Konya Maarif Müdürlüğünün de aynı minvaldeki ihbarı üzerine Maarif Nezareti de 12 Nisan 1911 tarihli dilekçesiyle Dâhiliye Nezaretini bilgilendirir (Belge Nu. 8).

Aynı konuda Evkaf-ı Hümayun Nezaretinin Dâhiliye Nezaretine gönderdiği 15 Nisan 1911 tarihli ikinci dilekçe ise tam bir ibret vesikasıdır. Önemine binaen bu dilekçeye aynen yer veriyoruz (Belge Nu. 9):

Nezâret-i Evkâf-ı Hümâyûn

Tahrîrât Kalemi

Dâhiliyye Nezâret-i Celîlesine

Hulâsa

Konya’da Sultân Alâ’eddîn Tepesi hakkında

Aded

Umûmî: 17911

Husûsî: 18

 

Nâzır bey efendi hazretleri

Muhâberât-ı Umûmî Dâ’iresi Üçüncü Şu’besi ifâdesiyle vârid olan 27 Mart sene 327 târîhli ve 37037/5 umûmî/husûsî numerolu tezkire-i aliyye-i nezâret-penâhîleri cevabıdır Konya’da kâ’in Sultân Alâ’eddîn Tepesi hakkında Evkâf müdîriyyetlerinden vâki’ olan iş’ârât hukuk-ı evkâfıñ muhâfazası ve âsâr-ı atîkanıñ sıyâneti maksadına müstenid olub evvelce de yazıldığı üzere işbu tepede birçok âsâr-ı atîka ve makbûleniñ medfûn ve müzece sırası geldikce taharriyyât icrâsı musammem olarak ağac garsı ve çiçekler yetişdirilmesi suretiyle belediyece tezyîninde be’is görülemezse de hâl ve mevki’iniñ tağyîri câ’iz olmadığı Müze-i Hümâyûn Müdîriyyetiniñ cümle-i iş’ârından olmasına ve mezkûr tepeden ihrâc kılınan âsâr-ı nefîseden taşcılara parçalatdırılmakda ve nakledilmekde olduğu 24 Mart sene 327 [06 Nisan 1911] târîhli ve 17446/15 umûmî/husûsî numerolu tezkire-i âcizîde beyân olunan kırk elli parça kadar büyük ve yazılı taşlarıñ belediyece Hüseyin Efendi nâmında bir taşcıya satılmış olduğu Evkâf Müdîriyyetiniñ iş’âr-ı âhîrinden añlaşılmasına nazaran âsâr-ı atîka hakkında revâ görülen bu mu’âmele müdîriyyetiñ iş’âr-ı keyfiyyet husûsundaki isti’câliniñ muhikk olduğunu te’yîd eylemekde ve mezkûr tepeniñ müze müdîriyyetiniñ ifâdesi vechile ağaç ve çiçek garsiyle tezyîni kâbil ise de inşâ’at muvâfık olamayacağı derkâr bulunmakda olmasile men’-i inşâ’at hakkında vilâyet-i müşârünileyhâya evâmir-i lâzime i’tâsı husûsuna himem-i aliyye-i nezâret-penâhîleriniñ masruf buyurulması temennî olunur efendim hazretleri fî 15 Rebî’ü’l-âhir sene 329 ve fî 2 Nisan sene 327

Evkâf Nâzırı nâmına

Mu’âvin

Edhem[12]

Dâhiliye Nezareti kendisine gelen bu ihbarlar sonucu 17 Nisan 1911 tarihinde Konya Valiliğine aşağıdaki yazılı emri gönderir (Belge Nu. 10):

Dâhiliyye Nezâreti Muhâberât-ı Umûmiyye Dâ’iresi

Evrâk Numerosu: 18/16

Târîh-i Tesvîd: fî 4 Nisan sene 327

Târîh-i Tebyîz: 5 …

 

Konya Vilâyet-i Behiyyesine

Alâ’eddîn Tepesi’ne dâ’ir

 

20 Mart sene 327 târîhli ve 36 numerolu tahrîrât-ı behiyyelerine cevâbdır birçok âsâr-ı atîka ve makbûle medfûn olan Konya’da kâ’in Sultân Alâ’eddîn Tepesi’nden kırk elli kadar yazılı taş belediyece bi’l-ihrâc Hüseyin Efendi nâmında bir taşçıya satıldığı añlaşıldığından ve orada sırası geldikce müzece taharriyyât icrâsı musammem ağaç garsı ve çiçekler yetişdirilmesi sûretiyle tezyîninde be’is yok ise de birtâkım mebânî inşâsı muvâfık olamayacağından bâhisle gerek inşâ’at-ı mezkûreniñ gerek icrâ edilen taharriyâtıñ men’i lüzûmu Ma’ârif ve Evkâf-ı Hümâyûn nezâret-i celîleriniñ iş’âr cevâbları üzerine teblîğ olunur ol-bâbda[13]

(BOA, DH.ID / 129-1, Cemaziyelevvel 1330/18 Nisan 1912)

Alâeddin Tepesi’nde, üstelik şehrin belediyesince, acımasızca yapılan tarih tahribatı bu emirle önlenmiştir önlenmesine de artık çok geçtir. Tepe, kâmilen temizlenmiş (!), maziye dair en ufak bir kalıntı bırakılmamıştır.

Sonuç

Dersaadet’ten gönderilen bütün yazılara göre XX. yüzyılın hemen başında Konya Belediyesinin Alâeddin Tepesi üzerinde bir tarih ve medeniyet tahribatı yaptığı gün gibi apaçıktır. Son tahlilde belediyenin, tepeyi ağaçlandırıp ortasına bir de sultan köşkü yaptırma girişimi, yaptığı tahribatı gizleyecek bir kılıf olsa gerektir. Dönemin Konya Vakıflar ve Maarif müdürlüklerinin cesaretli ve hayırhah duruşu belediyenin hıyanetini gözler önüne serdirmiştir.

O zamanki Konya Belediyesinin bu hıyaneti geç kalınmakla birlikte önlenmiş olsa da ilerleyen yıllardaki şehir yöneticilerinin de Alâeddin Tepesi üzerindeki emellerinin değiştiği söylenemez. Nitekim 1941 yılında yaptırılan Alâeddin Tepesi kazıları, Konya İmar Müdürlüğünün tepe üzerinde, bazı yeni binaların kurulmasını düşünmesi üzerine başlamıştır. Zamanın belediye idarecileri Alâeddin Tepesi’ni uluorta bir tepe kabul edip, eski bir yerleşme yeri olamayacağını ileri sürüyorlardı. Kazı heyeti tepe üzerinde ilk yaptığı yüzey araştırmalarında elde ettiği dokümanlara dayanarak, buranın bir höyük olacağını kesin olarak ilgililere bildirmiştir (Akok 1975: 217).

Ancak Konya Belediyesinin 1946-1970 tarihleri arasında Alâeddin Tepesi ve çevresi üzerine odaklanan, orduevi, sinema, halkevi, evlendirme ve düğün salonu, çay bahçeleri,
ağaçlandırma-sulama ve zemin tesviye projeleri, asfalt-bordür döşeli araç ve yaya yolları
düzenlemeleri ile Alâeddin Tepesi çevresinde kent içi ring niteliğindeki araç yolu geçkisi
gibi yoğun imar ve altyapı faaliyetlerinin varlığı, 1941 yılında gerçekleştirilen arkeolojik
araştırma sonuçlarının dikkate alınmadığını düşündürmektedir. Nitekim söz konusu projelere
ek olarak, 1990 yılında Konya Belediyesi tarafından Alâeddin Tepesi çevresinde ring
oluşturan hafif raylı sistem geçkisine ilişkin projenin, Konya Koruma Kurulu’nun olumsuz
görüş ve kararlarına rağmen faaliyete geçirilmesi, kentsel bilgi birikim sürecinin temel
kaynak alanı niteliğindeki arkeolojik miras varlığının -tamamen- gözden çıkarıldığını ortaya
koymaktadır (Özcan-Yenice 2008: 5).

 

Kaynakça:

AKOK, Mahmut (1975), “Konya Şehri İçindeki Alâeddin Tepesinde Türk Tarih Kurumu Adına Yapılan Arkeolojik Kazıların Mimari Buluntuları”, TTK Belleten, C XXXIX, S 154 (Nisan 1975), s. 217-224.

ATÇEKEN, Zeki ([2009]), “Arşiv Belgelerine Göre Alâeddin Köşkü”, Konya Ansiklopedisi, C I, s. 163-164.

ERAVŞAR, Osman ([2009]), “Alâeddin Köşkünün Arkeolojik ve Sanatsal Değeri”, Konya Ansiklopedisi, C I, s. 164-166.

KONYALI, İbrahim Hakkı (1964), Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Konya: Yeni Kitap Basımevi.

ÖZCAN, Koray-M. Serhat YENİCE (2008), “Arkeolojik Mirasın Sürdürülebilirliği: Koruma-Geliştirme Stratejileri İçin Bir Yöntem Önerisi Konya Alâeddin Tepesi, Türkiye Örneği”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, C 5, S 1, s. 1-16.

YILDIRIM, Mustafa (1997), “Konya’da Son Asırda Kaybolan Bazı Türk Yapıları”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı Türk İslam Sanatları Bilim Dalı, (Doktora Tezi), Konya.

ZOROĞLU, Levent K. ([2009]), “Alâeddin Tepesi”, Konya Ansiklopedisi, C I, s. 168-170.



[1] Şerefeddin Türbesi ile Ulvi Sultan Mescidi ve Türbesi günümüzde Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından asıllarına uygun biçimde yeniden inşa edilmişlerdir.

[2] 22 Safer 1325 [6 Nisan 1907] günü sabaha yakın müthiş bir gürültü ile eyvan yerlere serilmişti. (İ. H. Konyalı’nın notu)

[3] Mürekkep dağılması sebebiyle okunamamıştır. Yanı sıra Arşiv belgelerinde okunamayan yerlerde de üç nokta (…) kullanılmıştır.

[4] Mehmet Arifî Paşa (1857-1915): Adanalıdır. 1327/1909-1330/1912 yılları arasında Konya valiliği yaptı. Anıt’taki Amberreis Camii onun zamanında inşa edilmiştir (Daha geniş bilgi için bk. Konya Ansiklopedisi, C I, s. 256-257).

[5] Günümüz Türkçesiyle:

Konya Valiliği

1

Sadrazamlığın Koruyucusunun Yüce Makamına

 

Feyizli kökeni Osmanlı feyzi olan ve bununla beraber geçmiş zamanlarda da özel bir tarihî değere sahip bulunan Konya şehrinin, şanlı bir övün payı da uzun müddet Selçuklu sultanlarına saltanat merkezi olmasıdır. Mevki olarak bir düzlük içinde varlığını gösteren Konya şehrinin, Hazret-i Mevlâna’nın yüce dergâhından sonra en şerefli bir mevkii Selçuklu sultanlarının ekserisine hayatlarında mesken ve bir kısmına ölümlerinde metfen olan Alâeddin Tepesi’dir. Bu tepe Konya zemininden takriben on beş metre yüksek ve doğu tarafında bulunan meşhur Selçuklu sarayı harabesiyle Birinci ve İkinci Sultan Alâeddin hazretlerinin türbelerini bulundurarak, dikdörtgen biçiminde, tahminen otuz bin metre kare araziden oluşmuştur ki sonradan Konya’ya akıtılan Çayırbağı suyu maksemi de onun üzerindedir. Osmanlı tarihine tam bir ilintisi olan bu gönül süsleyen … [eserin!] böyle boş bir hâlde kalmasını uygun görmeyen genel arzu, meşrutiyet sayesinde sevgili padişahımız efendimiz hazretleriyle sadık tebaaları arasında temas ve şereflenme vasıtası olmak üzere orada Hazine-i Hassa-i Şahane hesabına bir mükemmel koruluk ve üzerinde padişahımız için bir köşk inşası merkezinde olup esasen Selçuklu saltanatının hayırlı bir evladı Osmanlı’nın yüce saltanatı olmak dolayısıyla gösterilen arzuda olağanüstü bir isabet görülerek durumun yüce sadrazamlığın koruyucusunun aracılıklarıyla yüce eşiğe [saraya] arz edilmesi geçende toplanan belediye meclisinde kararlaştırılmakla bu konuda Osmanlılık nişanının en eski müntesiplerinden olan Konyalıların bu suretle de sevinç ve övünçten nasiplendirilmesi dilekçesine cesaret gösteririz. Bu konuda emir ve ferman emir sahibi hazretlerinindir. 16 Mart 1911

 

Konya Valisi/mühür: Arifi    Naip/mühür: Âşir   Defterdar/mühür: … Sami   Yazı İşleri Müdürü/mühür: Dimitraki   Müftü/mühür: Es-seyyid Ali Rıza   Ermeni Piskoposu: Dersaadet’te   Üye/mühür: Ali Ramiz   Üye/mühür: …   Üye/mühür: … Koyunoğlu   Üye/mühür: Ohannes

[6] Bu sırada Konya belediye başkanı, görevini 1908 ila 1912 yılları arasında sürdürmüş Arapkirli Mustafa Efendi’dir.

[7] Günümüz Türkçesiyle:

 

Evkaf-ı Hümayun Nezareti

Yazı İşleri Kalemi

Sayı

Umumi 16789

Hususi 19

Özeti

Konya’da Alâeddin Tepesi hakkında

Eki

Sayı

 

Sadrazamlığın Koruyucu Hazretlerinin Yüce Makamına

 

Aciz bendelerinin dilekçesidir

Konya’da bulunan Sultan Alâeddin Tepesi’ni belediye yönetimi kararıyla bir bahçe hâline getirmek ve etrafını satmak üzere valilik tarafından yüce sadrazamlığın koruyucusunun makamına durumun, yazıyla bildirildiği anlaşılmış bulunan ve mezkûr mahallin bahçe hâline getirilmesine değil, bir taşının bile yerinden kımıldamamasına müze müdürlüğünce uygun görülmeyeceği açık olduğundan bahis ile durumun gereğinin yapılması hakkında Konya Vakıflar Müdürlüğünden gelen yazı üzerine önceden gönderilen yazıya dayanılarak adı geçen müdürlükten alınan cevabi tezkirede mahallî belediyenin bu konudaki teşebbüsü daha evvelce duyulması ve mezkûr tepe Konya’nın en şerefli ve seçkin bir mahalli olmakla beraber güzel İslami eserlerden Sultan Alâeddin Camii şerifiyle Selçuklu sultanlarının türbelerinin orada bulunması ve bu tepede birçok eski ve güzel eserlerin gömülü bulunduğu, müzece malum olup sıra geldikçe araştırma yapılması kararlaştırılmış olması hasebiyle oradan bir karış yerin satılması ve bugünkü durumda eskisinin tamiri asla uygun olmadığından müdahalenin önlenmesi hakkında gerekli durumun yapılması yüce Maarif Nezaretine yazıldığı ve buranın ağaç dikilmesi ve çiçekler yetiştirilmesi suretiyle belediyece tezyininde beis görülmez ise de harice satılmak ve durum ve mevkii değiştirilmek gibi müdahalenin uygun görülemeyeceği bildirilmiş ve bu kere adı geçen valiliğin vakıflar müdürlüğünden gelen yazıda mezkûr tepenin koruluğa dönüştürülmesi ve merkezine bir köşk bina edilmesi il idare meclisinden sadrazamlığın koruyucusunun yüce makamına yazıyla bildirildiği fıkrasını havi Konya’da yayımlanan Meram gazetesinin bir nüshası gönderildiği bildirilmiş ve mezkûr mahal, Alâeddin Camii şerifinin iç mekânı olup sekiz ay evvel belediye yönetiminin mezkûr mahalde hafriyat yapacağı görülerek yasaklandığı ve belediye çıkarttığı gayet müzeyyen taşları yollara döşenmek üzere kırdırdığı ve daha evvel de birçok tarihî eser bu suretle feda edilmiş ve bu taşları mahallinde parçalamak için İtalyan barutuyla Alâeddin Köşkü tabir olunan kıymetli bir binanın yıkıldığı ve bu defadaki teşebbüs camiin asırlardan beri muhafaza edilmiş olan iç mekânını zapt etmek ve bir kısmına üç beş ağaç dikildikten sonra binlerce metre kare bulunan muhitini satmaktan ibaret bulunduğu yazıyla bildirilmiş olmasına ve ayrıntılı açıklamadan açıkça anlaşılması sebebiyle belediyenin bu konudaki teşebbüsü eski eserler açısından uygun görülmediği gibi vakıflar hukukunda da imkânsız bulunmasına nazaran Konya valiliğine gereği biçimde hemen o kesin ve etkili emir verilmesi ve neticesinin emir ve bildirilmesi tam bir önemle temenni olunur. Bu konuda emir ve ferman, emir sahibi hazretlerinindir.

24 Mart 1911

Evkaf Nazırı namına

Muavin

bende

İbrahim Ethem

[8] Günümüz Türkçesiyle:

Sadrazamlık Dairesi Yazı İşleri Kalemi    Şube/2

Müsvedde Tarihi: 26 Mart 1911

Temize Çekme Tarihi: 27 Mart 1911

 

 

Yüce Evkaf-ı Hümayun Nezaretine

 

23 Mart 1911 tarihli ve 16789/19 sayılı yüce tezkirelerine cevaptır. Konya şehrinin en şerefli mevkilerinden sayılan Sultan İkinci Alâeddin’in muntazam bir camii ile Selçuklu sultanlarından bazı zatın türbelerini ve bir saray harabesini muhtevi olarak otuz bin metre kare araziden oluşan Alâeddin Tepesi’nin Hazine-i Hassa-i Şahane hesabına bir koruluk hâline getirilmesi ve üzerine bir sultan köşkü inşası hakkında Konya Vilayeti İdare Meclisinden gelen belgenin sureti eklenerek devletlilerinin makamına gönderilip yüce Maarif Nezaretinin mütalaası da istenilmiştir. Oluşacak yüce değerlendirmelerinin de bildirilmesine himmet…

 

[9] Günümüz Türkçesiyle:

Sadrazamlık Dairesi Yazı İşleri Kalemi       Şube/2

Evrak Sayısı: 38/53

Müsvedde Tarihi: 14 Mayıs 1911

Temize Çekme Tarihi: 15 Mayıs 1911

 

Yüce Hazine-i Hassa-i Şahane Müdürlüğüne

 

Konya’da bulunan Alâeddin Tepesi’nin Hazine-i Hassa-i Şahane hesabına koruluk hâline getirilmesiyle orada bir sultan köşkü inşası Konya Vilayeti İdare Meclisinden belge ile bildirilmesi üzerine yüce Evkaf-ı Hümayun ve Maarif Nezaretlerinden görüşleri sorulmuştu. Adı geçen iki nezaretten birine cevaben gelen 3 Nisan 1911 ve 9 Mayıs 1911 tarihli ve 17280/38 ve 2763/53 sayılı iki ayrı tezkire ekli olarak müdürlüğünüz makamına gönderilmekle anlamlarına nazaran oluşacak yüce değerlendirmelerinin de bildirilmesine ve tezkirelerin iadesine himmet…

[10] Günümüz Türkçesiyle:

Maarif-i Umumiye Nezareti

Yazı İşleri Kalemi

Sayı

Hususi: 7

Umumi: 418

 

Yüce Dâhiliye Nezaretine

 

Devletli efendim hazretleri

Konya’da Sultan Alâeddin Tepesi’nin, belediye yönetimi kararıyla bahçe hâline getirilmek ve etrafı satılmak üzere bulunduğu haber alındı. Mezkûr tepe Konya’nın en önemli ve şerefli bir mahalli olduğu gibi Sultan Alâeddin’in, İslami eski eserler açısından gayet makbul bir camii şerifi ile Selçuklu sultanlarının türbesi orada mevcut olmak ve bununla beraber mezkûr tepede birçok nadir ve eski eserin medfun bulunduğu şimdiye kadar çıkanlarla sabit olup bunların sırası geldikçe araştırılıp çıkarılması kararlaştırılmış olması hasebiyle oradan bir karış yerin bile satılması uygun olmadığına dayanılarak girişilen olayın önlenmesi için valiliğe tebligat yapılmasının yüce nazırlığın koruyucusunun makamlarına bildirilmesiyle beraber bu işe hem müzenin hem de yüce Evkaf-ı Hümayun Nezaretinin alakadar bulunduğuna binaen adı geçen nezarete de malumat verilmesi müze müdürlüğünden bildirilmiş ve icabı yapılmış olmakla o konuda emir ve ferman emir sahibi hazretlerinindir.

22 Mart 1911

Maarif-i Umumiye Nazırı

İsmail Hakkı

 

[11] Günümüz Türkçesiyle:

Dâhiliye Nezareti Genel Haberleşmeler Dairesi   Şube 3/233

Evrak Sayısı: 7

Müsvedde Tarihi: 25 Mart 1911

Temize Çekme Tarihi: 26 [Mart 1911]

Konya Valiliğine

 

“Özeti”

(Eski eserin tahripten korunması hakkında telgraf 1)

 

Konya’da bulunan Sultan Alaeddin Tepesi belediye yönetimi kararıyla bir bahçe hâline getirilmek ve etrafındaki arazinin satılmak istenileceği ve hatta bu konuda değerli valiliklerinden yüce sadrazamlık makamına müracaat vuku bulduğu ve belediye yönetimince oralarda hafriyat yapılarak çıkarılan süslemeli taşların barutla parçalanarak yollara döşendiği ve barutun tesiriyle Alâeddin namındaki kıymetli bir köşkün harap olduğu vakanın bildirilmesiyle anlaşıldığından bahis ile eski eserler ve vakıflar hukuku açısından uygun olmayan girişimler ve yıkım olayına son verilmesi hakkında bazı ifadeleri havi yüce Evkaf-ı Hümayun Nezaretinden alınan tezkirenin sureti eklenerek valilik makamına gönderilmiştir. İçindekilere ve eski eserlerin varlığının korunması, vakfa dair önce ve sonra vuku bulan tebligata nazaran durumun gereğinin yapılmasına, durumun yazıyla bildirilmesine himmet buyurulması hususunda…

 

Temize çekilmiştir.

 

[12] Günümüz Türkçesiyle:

Evkaf-ı Hümayun Nezareti

Yazı İşleri Kalemi

Yüce Dâhiliye Nezaretine

Özü

Konya’da Sultan Alâeddin Tepesi hakkında

Sayı

Genel: 17911

Özel: 18

 

Nâzır bey efendi hazretleri

Umumi Muhaberat Dairesi Üçüncü Şubesi ifadesiyle ulaşan 09 Nisan 1911 tarihli ve 37037/5 genel/özel sayılı nazırlığın koruyucusunun yüksek dilekçeleri cevabıdır. Konya’da bulunan Sultan Alâeddin Tepesi hakkında [Konya] Vakıflar Müdürlüğünden gelen yazılar, vakıflar hukukunun muhafazası ve eski eserlerin korunması maksadına ilişkin olup evvelce de yazıldığı üzere bu tepede birçok eski ve değerli eserin toprağa gömülü olduğu müzece sırası geldikçe araştırılma yapılması kararlaştırılmış olarak ağaç dikilmesi ve çiçekler yetiştirilmesi suretiyle belediyece tezyininde beis görülemezse de hâl ve mevkiinin değiştirilmesi uygun olmadığı Müze-i Hümayun Müdürlüğünün yazıları cümlesinden olmasına ve mezkûr tepeden çıkarılan güzel sanat eserlerinin taşçılara parçalattırılmakta ve nakledilmekte olduğu 06 Nisan 1911 tarihli ve 17446/15 genel/özel sayılı acizlerinin dilekçesinde beyan olunan kırk elli parça kadar büyük ve yazılı taşın belediyece Hüseyin Efendi namında bir taşçıya satılmış olduğu Vakıflar Müdürlüğünün önceki yazılarından anlaşılmasına nazaran eski eserler hakkında reva görülen bu muamele, müdürlüğün durumun bildirilmesi hususundaki aceleciliğinin doğruluğunu teyit eylemekte ve mezkûr tepenin müze müdürlüğünün ifadesi üzerine ağaç ve çiçek dikilerek süslenmesi kabil ise de inşaat uygun olamayacağının aşikâr olmasıyla inşaatın yasaklanması hakkında adı geçen valiliğe gerekli emirlerin verilmesi hususuna nezaretin koruyucusunun yüce himmetlerinin sarf buyurulması temenni olunur efendim hazretleri. 15 Nisan 1911

Evkaf Nâzırı namına

Muavin

Edhem

[13] Günümüz Türkçesiyle:

Dâhiliye Nezareti Umumi Muhaberat Dairesi

Evrak Sayısı: 18/16

Karalama Tarihi: 17 Nisan 1911

Temize Çekme Tarihi: 18 [Nisan 1911]

 

Değerli Konya Valiliğine

Alâeddin Tepesi’ne dair

 

02 Nisan 1911 tarihli ve 36 sayılı değerli yazılarına cevaptır. Birçok eski ve değerli eserin gömülü olduğu Konya’da bulunan Sultan Alâeddin Tepesi’nden kırk elli kadar yazılı taş belediyece çıkartılarak Hüseyin Efendi namında bir taşçıya satıldığı anlaşıldığından ve orada sırası geldikçe müzece araştırma yapılması kararlaştırılmış; ağaç dikilmesi ve çiçekler yetiştirilmesi suretiyle süslenmesinde sakınca yok ise de birtakım binalar inşası uygun olamayacağından bahisle gerek anılan inşaatın gerek yapılan araştırmanın yasaklanması lüzumu Maarif ve Evkaf-ı Hümayun yüce nezaretlerinin yazılı cevapları üzerine tebliğ olunur. O konuda…

















KONYA’YA AMASYA VE TOKAT AYNALARINDAN BAKMAK…

Yörük kanı taşımamdan olsa gerek gezip tozmayı severim oldum olası. Bu küresel salgın döneminde, kışlağından yüce Torosları derin derin süzüp yazlak özlemi çeken atalarım kadar darlandım.

Bir ay kadar öncesi idi. TYB Konya Şubesi’nin sevgili başkanı Ahmet Köseoğlu fakiri telefonla arayıp,

- Abi, temmuz sonunda Amasya-Tokat gezimiz var. Ödüllü yazarımız olduğun için sana iki kişilik kontenjan ayırdık, bize katılır mısın?

Bu değerli teklif, darlanan gönlüme deva olacağından başkanımın teklifini hiç düşünmeden tabi, diye cevaplandırıvermiştim.

Amasya ve Tokat… Tarihî birer şehir olmalarının yanı sıra Anadolu’daki Türk kültür ve medeniyetinin önemli şubelerindendiler.

Aracımızın formu ve yollarımızın gelişmişliğine ilaveten, yola koyulduktan sonra başlayan -yer yer gülümseten, yer yer düşündüren- münavebeli sıcak sohbet halkası berekâtıyla günün çeyreğini biraz aşan süreyi de ayaklara saldıran kanın sıkletini de hissetmeden Amasya’ya vasıl olup sağ salim otelimize indik.

Oldukça yorgun olan otelimizin adı, ülkemizin turizm/ticaret dünyasındaki İngilizce özlemini yansıtıyordu. Adı, güzelim Türkçeyle “Elma Otel[i]” oluverse kazancına halel mi gelirdi? Neyse… Batı-doğu istikametinde akan Yeşilırmak’ın oluşturduğu sağlı sollu yalçın kayalıkların sağ tarafa düşenlerinden birisinin zirvesine yakın bir yere kondurulan otelin, konuklarına en önemli ikramı seyri doyumsuz bir Amasya manzarasıydı. Çok çok aşağılarımızda kalsa da akışının dinginliği fark edilen Yeşilırmak’ın, hemen iki kıyısından itibaren kayalık eteklerine değin bir halay samimiyetinde sıralanmış üzerleri kırmızı kiremit örtülü akça pakça yapılar, yapılaşmanın sonlandığı mevkiin biraz üzerinde onarım geçirdiği anlaşılan surlar, bunların da biraz üzerinde kayalıklara oyulmuş kral mezarları ve bu Harşena Dağı’nın zirvesinde, nazlı nazlı yüzerek burcundan göğe ağan al bayrağımızla Amasya Kalesi…

 

Sağı kaya, solu kaya

Ortasından akar derya

Harşenası kral kaya

İşte buradır Amasya

               (Sami Aslan)

 

Fakire göre bir şehrin tarihî olduğunu gösteren ilk nişane “kal’a”dır. Bu kanaatimde bir zamanlar bütün bu toprakların hâkimi olan bir devletin, “kal’a”sı sakinlerince yok edilmiş payitahtının bahtsız evladı olmanın tesiri büyüktür. Bu sebeple yazımda kale(ler) üzerine yoğunlaşmak istiyorum. Dahası, yazımın son bölümünde de sözü Konya Kalesi’ne düşürüp nasıl yok edildiğiyle de sözümü bağlamak istiyorum.

Gezginlerimizin piri Evliya Çelebi (1611-1685), günümüzden dört asra yakın bir zaman önce çıktığı Anadolu seyahatinde Amasya ve Tokat topraklarına geldiğinde bu illerimiz Sivas vilayetine bağlı birer sancaktır.

Çelebi, Amasya Kalesi’ni şöyle anlatır:

Eski zamanlarda kalesi Amalika kavminin yapısıdır. Nice yüz krallardan kalmış Anadolu’nun kahkaha kalesidir. Bazı tarihlerde dağ kazıcı Ferhad yaptı, derler.

Gökyüzüne doğru baş uzatmış yüksek zirvesinde olan kuleleri, burçları ve bedenleri daima mavi bulutlar içindedir. Kuşluk vakti olup açık hava olunca kale içinde olan cami minareleri ve binaların çatıları belli olur, bir iç kaledir. Fırdolayı büyüklüğü 9.060 adım [yaklaşık 9 bin m], beşgen şeklinde köşe köşebentli ve çeşit çeşit fendli taştan yapılmış ve Ferhat işi sağlam bir kaledir. Tamamı 41 kule ve 800 bedendir. İçinde hanelerini bilmiyorum, ama eski yapı saraylar, cephane, tahıl ambarları ve su sarnıçları var. Aşağıda akan nehre inecek su yolları hayat yoludurlar.

Doğu ta­rafına bakar dört kat demir kapısı var. Kale içinde Yıldırım Han Camii var. Garipliklerinden cehennem çukuru gibi bir zindanı vardır. Büyük ve küçük toplam yetmiş adet topu vardır. İç il olduğundan büyük balyemez topları yoktur.

Bu kalenin altı, baştan başa mağaralar ile donatılmış olup ibret verici mağaraları vardır. Hatta Celâli Karayazıcı ve Kara Said zamanında vilayetin bütün ileri gelenleri bütün değerli es­vaplarını ve ağırlıklarını bu mağaralara ve bu kaleye saklayıp çoluk çocuklarıyla korunmuşlar ve saklanmışlardır.

Hatta nursuz Timur yer götürmez denizler gibi asker ile bu ka­leyi yedi ay kuşatıp bir türlü zafer bulmayıp hüsrana uğra­yarak gitmiştir. Gerçi iç ildir ama bir celali saklanmasın diye kale muhafızı ve askerleri de gözcülük eyleyip kapısında silahlı hazır dururlar. Ama aşağı kalesi şeh­rin ta ortasından akan Tozanlı Nehri kenarında yalın kat duvarlı bir alçacık taş yapı kaledir, büyüklüğünün ne kadar olduğunu bilmiyorum.

Ama üç kapısı var: Kıbleye bakar alçak köprüde Karanlık Kapı, kaleye bakar Maydanos Kapısı, Bayezid Han Köprüsü yoludur. Merzifon ve Gergiraz kasabası, Lâdik ve Varay ve batı tarafa Meydan Kapısı büyük tahta köprüye karşı şehre Gök Medrese’ye geçer. Doğu tarafına Serkiz Kapısı ve Zeytinabad, Elvan Çelebi kabri ve Amasya tahta köprüsü karşı şehirde Garipler Camii’ne geçerler (Kahraman-Dağlı 2005: 2-1/212-214).

Güneş istirahate çekilir çekilmez ışıltılı gerdanlığını takınan Amasya’nın, otelimizin terasından kuş bakışı temaşası seyreden gözleri büyüledi. Bu terasta gözümü kırpmadan sabahı edebilirdim. Lakin soluk soluğa geçecek bir şehir turunun arifesi akşamındaydık.

İngilizce öğretmeni Orhan Akdeniz rehberliğindeki gezimizin ilk durağı Ferhat Su Kanalı oldu. Mezkûr kanalın mazisi Geç Hellenistik-Erken Roma Dönemine ait olsa da halkımızın muhayyilesi burasını trajik bir aşk efsanesine bağlamış. Şehrin ileri gelenleri de kanalın oyulduğu tepeye kondurdukları -pozlarını efsanesiyle ilişkilendiremediğim- iki tunç heykel ve eteğinde inşa ettikleri yan yana iki mezarla/makamla efsaneyi somutlaştırmışlar.

Amasya Müzesi, Sultan II. Bayezit Külliyesi, Minyatür Amasya, İmaret Kültür Merkezi, Sabuncuoğlu Şefefeddin Tıp ve Cerrahi Müzesi, Yazma Eserler Kütüphanesi, Kral Kaya Mezarları… Sade Amasya merkezinde gezilip görülecek o kadar kültürel miras hazinesi var ki bizim ise vaktimiz Yeşilırmak kıyısında bir çay içimi. Araştırmacı Ahmet Çelik Hoca’nın teklifi, Başkan Ahmet Köseoğlu’nun tensibiyle -program dışı- bir zuhuratla Şirvanlı Camii’nin bitişiğindeki türbesinde, beş on arkadaşın iştirakiyle yapıverdiğimiz Seyyid Mir Hamza Nigârî ihtifaliyle zevahiri kurtarıp günü daha bir bereketlendiriyoruz.

Meraklısı için: XIX. yüzyılın tanınmış mutasavvıf ve şairlerinden olan ve “Nigârî” mahlasıyla tanınan eş-Şeyh Seyyid Hamza Karabağî (ö. 1886), aslen Azerbaycanlı olsa da hayatının önemli bölümü Anadolu’da geçirmiştir. Harput’ta vefat eden Nigârî -vasiyeti doğrultusunda- Amasya’da toprağa verilmiştir (Daha geniş bilgi için bk. TDV İslam Ansiklopedisi, C XXXIII, s. 85-87).

*

Tıpkı bir gün öncesinde, Amasya’yı selamladığımız saatlerde bu kez onunla vedalaşıyoruz. İki saatlik bir yolculuğun ardından gün dinlenmeden Tokat’a vasıl oluyoruz.

Orta Karadeniz sahil kesimiyle İç Anadolu arasında önemli bir geçit yeri olan Tokat Yeşilırmak havzasında yer alır. Şehir, ortasından Yeşilırmak’ın geçtiği (bu kesimdeki adıyla Tozanlı Suyu) doğu-batı istikametinde uzanan, Kazova adı verilen ovanın güneyindeki dağlar arasından inen Behzat Deresi’nin iki yamacında ve tabanında kurulmuş.

Ağustos ayını selamladığımız günlük güneşlik bir pazar sabahında, yine nefes nefese bir Tokat gezisine başlıyoruz. Tokat’taki rehberimiz bir Tokat sevdalısı, araştırmacı ve koleksiyoncu Hasan Erdem. Gezdiği yerleri tarihî geçmişleriyle öyle doyurucu anlatıyor ki müktesebatına ve anlatımına hayran kalıyorum.

Hz. Mevlâna’nın “iklimi ve insanı mutedil” diye tavsif ettiği Tokat’ın coğrafyası da Amasya’ya nispetle daha mutedil. Tarihî Tokat şehri, Yeşilırmak’ın güney kıyısıyla kale arasında yer alıyor. Tarihî Şehir Meydanı, Taşhan, Sulu Sokak, Arastalı Bedesten, Yağıbasan Medresesi, Saat Kulesi, Latifoğlu Konağı, Mevlevihane… âdeta bir sinema şeridi gibi akıp geçiveriyor.

Aslında çok da geniş olmayan bir alana serpiştirilmiş irili ufaklı birçok ata yadigârını gören gezi arkadaşlarımızdan bazıları Konya’yı ihmal ettiği zehabıyla Osmanlı hakkındaki görüşlerinin müspetten menfiye evrildiğini dahi dillendirdiler. Hemen belirtmeliyim ki Konya’nın yaşadığı bahtsızlık Osmanlı kaynaklı olmaktan çok başta coğrafi ve jeolojik yapısı ile -yerli yabancı- insan kaynaklı. Yazımızın son bölümünde sanıyorum bu konuya da biraz değinirim.

Tokat Şehir Müzesi fakirin “kal’a” yarasına tuz biber ekti. Rehberimiz Hasan Erdem’in büyük katkılarıyla oluşturulan şehir müzesini hayranlıkla gezerken sık sık mahallî yöneticilerimizin kulağını çınlatıyorum. Konya’da bir grup arkadaşla neredeyse çeyrek asırdır her vesileyle dillendirdiğimiz şehir müzesinin güzel bir örneğini Tokat belediyesi hayata geçirmiş.

Lakin illa da kale…

 

Selçuklu’dan bir asker

Kaleye keşfe gider

Nöbetçiler sarınca

Birer tokat aşk eder

 

Atılan her tokattan

Düşer yere askerler

Rivayet belki ama

Yöreye Tokat derler

            (Mehmet Fikret Ünalan)

 

Mahallî rivayete göre, Kont Dracula’nın babası Vlad, Osmanlı’yla yaptığı savaşı kaybedince bir daha Osmanlı’ya saldırmayacağının garantisi olarak oğlunu rehin/esir verir. Kont Dracula, yani III. Vlad, 1442-1448 yılları arasında Osmanlı elinde rehine olarak Nif ve Tokat bölgelerinde diğer beylik şehzadeleriyle birlikte yaşar.

Tokat Kalesi, mutedil bir düzlüğün bitiminde birdenbire yükseliveren -Amasya’daki gibi olmasa da- yalçın bir kayalığın zirvesini ihata ediyor. Gezip gördüğüm bütün kalelerde olduğu gibi, Tokat Kalesi’nin en yüksek burcu üzerinde de al bayrağımız nazlı nazlı dalgalanıyor.

Çelebi’mizin kaleminden Tokat Kalesi:

Tarihçilere göre ilk defa Amasya Kalesini yapan Amalika kavminden Dok’ad adında bir Ferhad işli yapmıştır ki ilk mekân­ları mağara ardı ki hâlâ mağaralarında adam kaybolur.

Sonra yine onların neslinden çoğalarak mağaralardan çıkıp bir yüksek dağın doruğu üzerinde beşgen şekilli kesme taşlı, savaş yeri bir kale yapmıştır ki Amasya Kalesi’ne denk bir sağlam hisar ve dayanıklı bir set yapmıştır.

Kalesi bir yüksek tepe üzerinde, dayanıklı beyaz kesme taş ile yapılmış sağlam bir kaledir, ama o kadar büyük değildir. Fırdolayı büyüklüğü 5.060 adımdır [yaklaşık 5 bin m]. Çevresi burç ve bedenlerle süslenmiş, sanatlı beden dişleriyle bezenmiş, etrafında asla hendeği yok, korkusuz yüksek bir surdur ki Samanyolu gibi göklere baş uzatmıştır. Ve dört tarafı cehennem çukurundan nişan verdiğinden asla hendek olacak yeri yoktur. Bütün etrafı şahin, kartal ve zağanos [doğan cinsinden bir av kuşu] yuvalı elvan renkli kayalardır.

Batı tarafa bakar bir demir kapısı vardır. Hisar içinde dizdar hanesi, kethüda, imam, müezzin ve kale mehterleri hanesi var ve cephane odaları, tahıl ambarları, su sarnıçları ve Ceylân Yolu adında su yolları vardır. Tam 362 ayak kesme kaya taş merdiven ile nehre inilir.

Göklere doğru boy uzatmış yüksek bir kale olduğundan, değme adam bir saatte çıkamadığından gece gündüz kapısı daima kapalıdır. Aşağı şehir halkının bütün değerli malları tamamen kalede korunur. Bütün suçlular ve kanlılar burada mahpustur (Kahraman Dağlı 2010: 5-1/84-87).

*

Evliya Çelebi Konya’ya geldiğinde ise Konya, Karaman vilayetinin paşa sancağıdır. Bugün yerinde yellerin bile esmez olduğu Konya Kalesi’ni de Çelebi’miz şöyle nakleder:

Bu eski şehrin ilk kurucusu, Yunanlılardan “Yanvan Tarihi” sahibinin yazdığına göre Hazret-i Yahya aleyhisselam zamanın­da kayserlerden Harkilan oğlu Aleksandıran oğlu Rişan’dır. Hazret-i Ömer Medine’den balçıklı eliyle,

“Kayserin gözün çıkarırım” diye Rum’a doğru elini uzatınca Allah’ın izniyle Konya’da o an bir çamurlu mübarek el gelip kay­ser tahtında otururken gözünü çıkarır. Daha sonra Hazret-i Ömer’den kayser elçisi gelip kayserin gözünü çıkmış görünce kral acınacak hâlini elçiye anlatır.

Elçi bilir ki, Hazret-i Ömer’in o gün çamurlu eliyle işaret edip kralın gözü çıktığıdır. Hemen elçi bir takrip ile menzilleri kat ederek Hazret-i Ömer’i Kudüs-i Şerif gazasında bulur, Hazret-i Ömer huzurunda Kayser elçisi iman ile şereflenir. Hazret-i Ömer ismini Hüseyin kor. İki kere varıp geldiği için “Hüseyn-i zü’l- cenâheyn (iki kanatlı Hüseyin)” diye künye verirler.

Hazret-i Ömer Kudüs’ü ve Kumame’yi fethedip Mısır di­yarına kumandanlıkla Amr ibnü’l-Âs’ı gönderip fethedince beri tarafta kör kayser korkusundan Konya’yı yeniden yapar, böylece ikinci yapıcı (kurucu) kör Rum kayseri olur.

Sultan Alâeddin Konya Kalesi’ni tekrar istihkam üzere yapıp üçüncü yapıcısı olmuştur.

Daha sonra sene 569 [1172-73] tarihinde yontulmuş taşlar ile Sultan Muizzeddin Kılıç Arslan b. Mesut inşa edip sağlamlık ve­rerek dördüncü yapıcısı olmuştur.

Zel­zeleden yıkılan kaleyi daha sonra Selçuklu Sultanı Keykubad tamir etmiştir. Büyük bir hendek inşa etmiştir ki, de­rinliği 11 zira [yaklaşık 8,5 m], genişliği 50 zira [yaklaşık 38 m] ve yüksekliği 30 melik ziraidir [yaklaşık 23 m]. Dış katındaki sağlam hisarının duvarı fırdolayı 11.000 gerine adımdır [yaklaşık 11.000 m].

Selçuklular zamanında 12 kapı İdi. Osmanlılar zamanında dördü kalıp diğerlerini kapattılar, ama iç kalesinin büyüklüğünü bilmiyorum. Bütün dört köşe beyaz taş ile çeşit çeşit mimari hen­deseler ile yivli, mukarnaslı ve sanki Alanya kuleli ustaca yapılmış dörtgen şekilli sanatlı bir kaledir (Kahraman-Dağlı 2006: 3-1/23-24).

Sultan I. Alâeddin Keykubat tarafından yeniden inşa ettirilen Konya Kalesi, 144 burcu ve 12 kapısıyla Türkiye Selçuklu Devleti’nin payitahtına yaraşır bir savunma yapısıdır. Merkezindeki Alâeddin Tepesi diye bilinen höyüğü çepeçevre çeviren iç kale ve mezkûr tepenin hemen batısında Zindankale olarak adlandırılan ahmedek’i manzumeyi tamamlar. Dahası, şehrin on üç kilometre kadar batısındaki Takkeli Dağ üzerinde yükselen ve Konya’nın fethinde Fatih Sultan Mehmet tarafından yıktırılan, günümüzde Selçuklu Belediyemiz tarafından yeniden ihyasına gayret edilen Gevale Kalesi’ni de unutmuş değilim.

XIX. yüzyıl başlarında Konya’ya gelen William Martin Leake, Leon de Laborde, Mareşal Von Moltke ve C. Texier gibi gezginlerin yazdıklarından bu yüzyılın ortalarına kadar Konya Kalesi’nin ayakta olduğu anlaşılmaktadır. Mezkûr yüzyıl sonlarına doğru Konya’yı ziyaret eden C. Huart ve F. Sarre ise kale harabelerinden söz ederler. Bu durum gösteriyor ki önemini kaybetmiş olsa da XIX. yüzyıl başlarında, diğer bir ifadeyle Tanzimat Fermanı’na kadar Konya Kalesi büyük ölçüde ayaktadır. Konya Kalesi ilk önemli darbeyi Tanzimat Döneminde başlatılan şehirlerin modernleştirilmesi hamlesi bağlamında kârgir binaların yapımının teşvikiyle yemiştir. Konya şehri tamamıyla derin bir toprak katmanı üzerinde kurulu olduğu gibi çevresindeki dağların taşları da dayanıksız andezitlerdir. Konya’da inşaata uygun, dayanıklı taşlar şehrin güneybatısında, yirmi kilometre mesafedeki Gödene’den sağlanmaktadır. Selçuklu Döneminde ayrıca bol miktarda da devşirme taş kullanılmıştır. Temin edilen bu taşlar da sadece kamu binalarının inşasında kullanılmıştır.

Modernleşme adına bu yıkım döneminde Alâeddin Tepesi âdeta bir taş ocağına dönmüş, buradaki kıymetli mazi yadigârları kara barutla patlatılarak yollara döşenmiştir. Konya Kalesi’nin son kalıntıları da 1867 yılında vuku bulan büyük çarşı yangını sonrası Konya Hükümet Konağı ve Kapı Camii’nin yeniden inşalarında kullanılmıştır.

Bu yıkım döneminde Konya valiliği yapan bazı zevatın hâletiruhiyesini yansıtması açısından 1905-1908 yılları arasında Konya valiliği yapan M. Cevat Bey’i zikretmeden geçemeyeceğim. İ. H. Konyalı’nın nakline göre mezkûr valinin görev yaptığı yıllarda Rizo isminde bir Rum mühendisi tarafından tamir etme bahanesiyle Alâeddin Köşkü’nün alt kısmı kazılmış, bundan müteessir olan köşk eyvanının ayakta kalan ikinci katı ve duvarlarının bir kısmı çökmüştür (1907). Köşkün kitabeli çinileri de o vakit Konya’da köşk civarında oturan Alman konsolosu tarafından kendi memleketine gönderilmiştir (Konyalı 1964: 183). Zaten harabe hâlindeki Alâeddin Köşkü’ndeki bu tahribatı gören bazı şahıs ve makamlar, binada meydana gelen tahriplerin önüne geçilmesi hususunda adı geçen validen ricada bulunduklarında vali, binanın ehemmiyetsiz bir yapı olduğunu belirterek: “Merak etmeyin ben size, 200 altın lira ile daha iyisini yaptırırım.” deme gafletini göstermiştir (Yıldırım 1997: 39).

Tanzimat Fermanı’yla hız kazanıp günümüze değin uzanan Konya’nın yıkım döneminde ortadan kaldırılan tarihî eserlerden önemlilerini sayarak konuyu sonlandıracağız: Konya surları (dış ve iç kale), Konya Köşkü, yirmiye yakın şehir hanı, Türbe Hamamı, Konya Bedesteni, Dede Bahçesi, Millet Bahçesi, Sultan Selim İmareti, Türbe Kahvesi, Sulu Kahve, Kayıklı Kahve, buzhaneler, Buğday Pazarı, Baruthane, Muvakkithane, konaklar (Evliya Çelebi’ye göre görkemli Konya konaklarının sayısı 300’dür), Ulvi Sultan Mescidi ve Türbesi, Eflatun Mescidi, Anber Reis Camii ve Türbesi, Tacülvezir Türbe, Hankâh, Mescit ve Medresesi, İnceminareli Mescidi ve talebe hücreleri, Gazezler (İpekçiler) Tekkesi, Söylemezin Tekkesi, Nalıncı Baba Türbesi, Ayabakan Dede Türbesi ve Tekkesi, Şeyh Şerefeddin Türbesi, Kemaliye/Küçük Karatay Medresesi, Sultan Veled Medresesi, Nizamiye Medresesi, Ziyaiye Medresesi (Bunlardan Şerefeddin Türbesi ile Ulvi Sultan Mescidi ve Türbesi Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir.). Yanı sıra gelenekli hariciyeli Konya evlerinden hiçbiri bırakılmadığı gibi, ihtişamlı pek çok Ermeni, Rum ve Maruni evinden de kala kala üç beş örnek kalmıştır.

Konya adına oluşan bu karamsar tabloyu biraz yumuşatmak adına Kültür ve Turizm Bakanlığından aldığımız verilerle oluşturduğumuz karşılaştırmalı bir Amasya-Tokat-Konya tescilli yapıları istatistiği ile yazımızı sonlandırıyoruz.

 

TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARI

KONYA

AMASYA

TOKAT

Korunmaya Alınan Sokaklar

-

1

-

Anıt ve Abideler

4

1

-

İdari Yapılar

82

16

27

Kültürel Yapılar

452

144

119

Şehitlikler

5

4

-

Askerî Yapılar

10

3

2

Endüstriyel ve Ticari Yapılar

92

9

14

Dinî Yapılar

450

115

153

Mezarlıklar

92

63

29

Sivil Mimarlık Örneği

537

261

628

Kalıntılar

56

14

34

TOPLAM

1780

631

1006

(https://kvmgm.ktb.gov.tr/TR-44799/illere-gore-korunmasi-gerekli-tasinmaz-kultur-varligi-i-.html)

Hamiş:

Tokat Kalesi’nin eteklerinde, tarihî Sulusokak’ta bulunan ve bir Osmanlı yapısı olan Arastalı Bedesten, günümüzde Tokat Müzesi olarak hizmet vermektedir. Rehberimiz Hasan Erdem Bey bizi buraya getirdiğinde, ilkin müzenin fazla geniş olmayan girişteki avlusunda sergilenen mezar taşları dikkatimi çekiyor. Bu ata yadigârlarına özel ilgim olduğundan kitabelerini okumadan geçemem. Müze girişinin soluna düşen mezar taşlarından enteresan formlu olanı fakiri cezbediyor. Benzerine daha önce hiç rastlamadığım sarı mermerden yapılmış mezar iki bölümden oluşuyor. Yukarı doğru ölçülü bir biçimde daralarak yükselen kaidesinin üzerinde tepesi yuvarlatılmış bir sütunla sonlanan baş taşının iç yüzündeki künyesini okuduğumda kalbim bir kuş gibi çırpınmağa başladı. Zira bu mezar taşı, 1911 ila 1918 yılları arasında aralıklarla üç kez Konya Valiliği görevinde bulunmuş (Altuncuoğlu 2007: 28) Muammer Bey (1874-1928)’in ilk hanımı Faika Hanım’a aitti. Faika Hanım 1915 yılında vefat ettiğinde geride dört evladını bırakmış. Bunlar: Oğulları Demir Fethi, İskender ve Yaşar beylerle kızı Kaya Sabiha Hanım’dır. Oğulları Konya, kızı ise Sivas doğumludur (Altuncuoğlu 2007: 6).

Kitabesine göre Faika Hanım, verem sebebiyle 1331/1915 yılında vefat etmiş. Bu yılda Muammer Bey Sivas valisidir. Henüz il olmayan Tokat da Sivas’ın kazasıdır (Tokat 31 Mayıs 1920 tarihinde Sivas’tan ayrılarak il olmuştur). Yaptığımız araştırmada, ikameti Sivas olan bu hanımın mezarının niçin Tokat’ta olduğuna dair merakımızı gideremedik. Neyse ki defin yerinin Gülbahar Hatun (Meydan) Camii Haziresi ve 1930’lu yıllarda Hatuniye Medresesinin yıktırılması esnasında oradan kaldırılan mezarlardan biri olduğuna dair bir bilgiye ulaşabildik (Dutoğlu 2015: 29).

Mezarın sütunlu şahidenin iç yüzündeki kitabede şunlar yazılıdır:

Bu yerde Sivas

vâlisi Muammer Bey’in

refikası Fâ’ika Hanım

gömülüdür

merhumeyi

ölümden evvel

verem soldurdu

Her şey geçer Tanrı bâkîdir

1331 [1915]

Mezar taşının üçgen prizma formlu sandukasının her iki yanındaki kitabesinde ise Muammer Bey tarafından yazılmış şu mısralar yer almaktadır (Mezar taşı, muhtemelen, oradan oraya taşınırken hem şahidesi hem de sandukası kırılmıştır. Sandukasındaki kırığı betonla tamir etmeğe kalkışan mahir bir el (!) tabiatıyla kitabenin bir bölümünün üstünü kapatmış. Bu hâliyle mahzun taş, kendisine el atacak gerçek bir ehlini muntazırdır.):

Ey tenhâ Türk kadını hayatımın yoldaşı

Sen mi varsın altında kaldırırsam bu taşı

 

Yok sen yoksun cismin var zulmet dolu bu yerde

Sen bir rûhsun gülersin yıldızlarla göklerde

 

Ay doğdukça rûhunu hissettirir bu yerler

Söyler benim hüznümü ağladıkça bülbüller

*

Rûhun gibi muazzez hâtıralar bıraktın

Milletine İskender, Demir, Yaşar bıraktın

 

..... millî yolunda senden bize örnektir

Onda çarpar yüreğin sen ölmedin demektir

 

Artık şenim Fâ’ika’m layık değil gözyaşı

Fâtiha’yla okusun görüp geçen bu taşı

 

Kaynakça:

KONYALI, İ. Hakkı (1964), Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Konya: Yeni Kitap Basımevi.

KAHRAMAN, Seyit Ali-Yücel DAĞLI (haz.) (2005), Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, C 2/1, İstanbul: YKY; (2006), C 3/1, İstanbul: YKY; (2010), C 5/1, İstanbul: YKY.

YILDIRIM, Mustafa (1997), “Konya’da Son Asırda Kaybolan Bazı Türk Yapıları”, (Basılmamış DT), SÜSBE İslam Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı Türk İslam Sanatları Bilim Dalı, Konya. (“Konya’da Kaybolan Türk-İslam Eserleri” adıyla basıldı: 2016/Palet Yay.)

DUTOĞLU, Yasemin (2015), “Erenler Diyarında Hayat ve Ölüm”, Kümbet, S 36 (Nisan-Mayıs-Haziran), Tokat: Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği (Toşayad) Yay., s. 27-30.

YAŞAR, Hasan (2014), “Muammer Bey”, Konya Ansiklopedisi, C VII, s. 1.

ALTUNCUOĞLU, Neslihan (2007), “Modern Kayseri’nin Mimarlarından Vali Muammer Bey (1874-1928)”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Kayseri.