Bir
ay kadar öncesi idi. TYB Konya Şubesi’nin sevgili başkanı Ahmet Köseoğlu fakiri
telefonla arayıp,
-
Abi, temmuz sonunda Amasya-Tokat gezimiz var. Ödüllü yazarımız olduğun için
sana iki kişilik kontenjan ayırdık, bize katılır mısın?
Bu
değerli teklif, darlanan gönlüme deva olacağından başkanımın teklifini hiç
düşünmeden tabi, diye cevaplandırıvermiştim.
Amasya
ve Tokat… Tarihî birer şehir olmalarının yanı sıra Anadolu’daki Türk kültür ve
medeniyetinin önemli şubelerindendiler.
Aracımızın
formu ve yollarımızın gelişmişliğine ilaveten, yola koyulduktan sonra başlayan -yer
yer gülümseten, yer yer düşündüren- münavebeli sıcak sohbet halkası berekâtıyla
günün çeyreğini biraz aşan süreyi de ayaklara saldıran kanın sıkletini de
hissetmeden Amasya’ya vasıl olup sağ salim otelimize indik.
Oldukça
yorgun olan otelimizin adı, ülkemizin turizm/ticaret dünyasındaki İngilizce
özlemini yansıtıyordu. Adı, güzelim Türkçeyle “Elma Otel[i]” oluverse kazancına
halel mi gelirdi? Neyse… Batı-doğu istikametinde akan Yeşilırmak’ın oluşturduğu
sağlı sollu yalçın kayalıkların sağ tarafa düşenlerinden birisinin zirvesine
yakın bir yere kondurulan otelin, konuklarına en önemli ikramı seyri doyumsuz
bir Amasya manzarasıydı. Çok çok aşağılarımızda kalsa da akışının dinginliği
fark edilen Yeşilırmak’ın, hemen iki kıyısından itibaren kayalık eteklerine değin
bir halay samimiyetinde sıralanmış üzerleri kırmızı kiremit örtülü akça pakça yapılar,
yapılaşmanın sonlandığı mevkiin biraz üzerinde onarım geçirdiği anlaşılan
surlar, bunların da biraz üzerinde kayalıklara oyulmuş kral mezarları ve bu Harşena
Dağı’nın zirvesinde, nazlı nazlı yüzerek burcundan göğe ağan al bayrağımızla
Amasya Kalesi…
Sağı
kaya, solu kaya
Ortasından
akar derya
Harşenası
kral kaya
İşte
buradır Amasya
(Sami Aslan)
Fakire
göre bir şehrin tarihî olduğunu gösteren ilk nişane “kal’a”dır. Bu kanaatimde
bir zamanlar bütün bu toprakların hâkimi olan bir devletin, “kal’a”sı
sakinlerince yok edilmiş payitahtının bahtsız evladı olmanın tesiri büyüktür. Bu
sebeple yazımda kale(ler) üzerine yoğunlaşmak istiyorum. Dahası, yazımın son
bölümünde de sözü Konya Kalesi’ne düşürüp nasıl yok edildiğiyle de sözümü
bağlamak istiyorum.
Gezginlerimizin
piri Evliya Çelebi (1611-1685), günümüzden dört asra yakın bir zaman önce çıktığı
Anadolu seyahatinde Amasya ve Tokat topraklarına geldiğinde bu illerimiz Sivas vilayetine
bağlı birer sancaktır.
Çelebi,
Amasya Kalesi’ni şöyle anlatır:
Eski zamanlarda kalesi Amalika
kavminin yapısıdır. Nice yüz krallardan kalmış Anadolu’nun kahkaha kalesidir. Bazı
tarihlerde dağ kazıcı Ferhad yaptı, derler.
Gökyüzüne doğru baş uzatmış yüksek
zirvesinde olan kuleleri, burçları ve bedenleri daima mavi bulutlar içindedir.
Kuşluk vakti olup açık hava olunca kale içinde olan cami minareleri ve binaların
çatıları belli olur, bir iç kaledir. Fırdolayı büyüklüğü 9.060 adım [yaklaşık 9 bin m], beşgen şeklinde köşe köşebentli ve çeşit
çeşit fendli taştan yapılmış ve Ferhat işi sağlam bir kaledir. Tamamı 41 kule
ve 800 bedendir. İçinde hanelerini bilmiyorum, ama eski yapı saraylar, cephane,
tahıl ambarları ve su sarnıçları var. Aşağıda akan nehre inecek su yolları hayat
yoludurlar.
Doğu tarafına bakar dört kat
demir kapısı var. Kale içinde Yıldırım Han Camii var. Garipliklerinden cehennem
çukuru gibi bir zindanı vardır. Büyük ve küçük toplam yetmiş adet topu vardır.
İç il olduğundan büyük balyemez topları yoktur.
Bu kalenin altı, baştan başa
mağaralar ile donatılmış olup ibret verici mağaraları vardır. Hatta Celâli
Karayazıcı ve Kara Said zamanında vilayetin bütün ileri gelenleri bütün değerli
esvaplarını ve ağırlıklarını bu mağaralara ve bu kaleye saklayıp çoluk çocuklarıyla
korunmuşlar ve saklanmışlardır.
Hatta nursuz Timur yer götürmez
denizler gibi asker ile bu kaleyi yedi ay kuşatıp bir türlü zafer bulmayıp
hüsrana uğrayarak gitmiştir. Gerçi iç ildir ama bir celali saklanmasın diye
kale muhafızı ve askerleri de gözcülük eyleyip kapısında silahlı hazır
dururlar. Ama aşağı kalesi şehrin ta ortasından akan Tozanlı Nehri kenarında
yalın kat duvarlı bir alçacık taş yapı kaledir, büyüklüğünün ne kadar olduğunu
bilmiyorum.
Ama üç kapısı var: Kıbleye
bakar alçak köprüde Karanlık Kapı, kaleye bakar Maydanos Kapısı, Bayezid Han
Köprüsü yoludur. Merzifon ve Gergiraz kasabası, Lâdik ve Varay ve batı tarafa
Meydan Kapısı büyük tahta köprüye karşı şehre Gök Medrese’ye geçer. Doğu
tarafına Serkiz Kapısı ve Zeytinabad, Elvan Çelebi kabri ve Amasya tahta
köprüsü karşı şehirde Garipler Camii’ne geçerler (Kahraman-Dağlı 2005: 2-1/212-214).
Güneş
istirahate çekilir çekilmez ışıltılı gerdanlığını takınan Amasya’nın,
otelimizin terasından kuş bakışı temaşası seyreden gözleri büyüledi. Bu terasta
gözümü kırpmadan sabahı edebilirdim. Lakin soluk soluğa geçecek bir şehir
turunun arifesi akşamındaydık.
İngilizce
öğretmeni Orhan Akdeniz rehberliğindeki gezimizin ilk durağı Ferhat Su Kanalı
oldu. Mezkûr kanalın mazisi Geç Hellenistik-Erken Roma Dönemine ait olsa da
halkımızın muhayyilesi burasını trajik bir aşk efsanesine bağlamış. Şehrin
ileri gelenleri de kanalın oyulduğu tepeye kondurdukları -pozlarını efsanesiyle
ilişkilendiremediğim- iki tunç heykel ve eteğinde inşa ettikleri yan yana iki
mezarla/makamla efsaneyi somutlaştırmışlar.
Amasya
Müzesi, Sultan II. Bayezit Külliyesi, Minyatür Amasya, İmaret Kültür Merkezi, Sabuncuoğlu
Şefefeddin Tıp ve Cerrahi Müzesi, Yazma Eserler Kütüphanesi, Kral Kaya
Mezarları… Sade Amasya merkezinde gezilip görülecek o kadar kültürel miras hazinesi
var ki bizim ise vaktimiz Yeşilırmak kıyısında bir çay içimi. Araştırmacı Ahmet
Çelik Hoca’nın teklifi, Başkan Ahmet Köseoğlu’nun tensibiyle -program dışı- bir
zuhuratla Şirvanlı Camii’nin bitişiğindeki türbesinde, beş on arkadaşın
iştirakiyle yapıverdiğimiz Seyyid Mir Hamza Nigârî ihtifaliyle zevahiri
kurtarıp günü daha bir bereketlendiriyoruz.
Meraklısı
için: XIX. yüzyılın tanınmış mutasavvıf ve şairlerinden olan ve “Nigârî”
mahlasıyla tanınan eş-Şeyh Seyyid Hamza Karabağî (ö. 1886), aslen Azerbaycanlı
olsa da hayatının önemli bölümü Anadolu’da geçirmiştir. Harput’ta vefat eden Nigârî
-vasiyeti doğrultusunda- Amasya’da toprağa verilmiştir (Daha geniş bilgi için
bk. TDV İslam Ansiklopedisi, C XXXIII, s. 85-87).
*
Tıpkı
bir gün öncesinde, Amasya’yı selamladığımız saatlerde bu kez onunla
vedalaşıyoruz. İki saatlik bir yolculuğun ardından gün dinlenmeden Tokat’a
vasıl oluyoruz.
Orta
Karadeniz sahil kesimiyle İç Anadolu arasında önemli bir geçit yeri olan Tokat
Yeşilırmak havzasında yer alır. Şehir, ortasından Yeşilırmak’ın geçtiği (bu kesimdeki
adıyla Tozanlı Suyu) doğu-batı istikametinde uzanan, Kazova adı verilen ovanın
güneyindeki dağlar arasından inen Behzat Deresi’nin iki yamacında ve tabanında
kurulmuş.
Ağustos
ayını selamladığımız günlük güneşlik bir pazar sabahında, yine nefes nefese bir
Tokat gezisine başlıyoruz. Tokat’taki rehberimiz bir Tokat sevdalısı,
araştırmacı ve koleksiyoncu Hasan Erdem. Gezdiği yerleri tarihî geçmişleriyle
öyle doyurucu anlatıyor ki müktesebatına ve anlatımına hayran kalıyorum.
Hz.
Mevlâna’nın “iklimi ve insanı mutedil” diye tavsif ettiği Tokat’ın coğrafyası
da Amasya’ya nispetle daha mutedil. Tarihî Tokat şehri, Yeşilırmak’ın güney
kıyısıyla kale arasında yer alıyor. Tarihî Şehir Meydanı, Taşhan, Sulu Sokak, Arastalı
Bedesten, Yağıbasan Medresesi, Saat Kulesi, Latifoğlu Konağı, Mevlevihane… âdeta
bir sinema şeridi gibi akıp geçiveriyor.
Aslında
çok da geniş olmayan bir alana serpiştirilmiş irili ufaklı birçok ata yadigârını
gören gezi arkadaşlarımızdan bazıları Konya’yı ihmal ettiği zehabıyla Osmanlı
hakkındaki görüşlerinin müspetten menfiye evrildiğini dahi dillendirdiler.
Hemen belirtmeliyim ki Konya’nın yaşadığı bahtsızlık Osmanlı kaynaklı olmaktan
çok başta coğrafi ve jeolojik yapısı ile -yerli yabancı- insan kaynaklı. Yazımızın
son bölümünde sanıyorum bu konuya da biraz değinirim.
Tokat
Şehir Müzesi fakirin “kal’a” yarasına tuz biber ekti. Rehberimiz Hasan Erdem’in
büyük katkılarıyla oluşturulan şehir müzesini hayranlıkla gezerken sık sık mahallî
yöneticilerimizin kulağını çınlatıyorum. Konya’da bir grup arkadaşla neredeyse
çeyrek asırdır her vesileyle dillendirdiğimiz şehir müzesinin güzel bir örneğini
Tokat belediyesi hayata geçirmiş.
Lakin
illa da kale…
Selçuklu’dan
bir asker
Kaleye
keşfe gider
Nöbetçiler
sarınca
Birer
tokat aşk eder
Atılan
her tokattan
Düşer
yere askerler
Rivayet
belki ama
Yöreye
Tokat derler
(Mehmet Fikret Ünalan)
Mahallî
rivayete göre, Kont Dracula’nın babası Vlad, Osmanlı’yla yaptığı savaşı kaybedince
bir daha Osmanlı’ya saldırmayacağının garantisi olarak oğlunu rehin/esir verir.
Kont Dracula, yani III. Vlad, 1442-1448 yılları arasında Osmanlı elinde rehine olarak
Nif ve Tokat bölgelerinde diğer beylik şehzadeleriyle birlikte yaşar.
Tokat
Kalesi, mutedil bir düzlüğün bitiminde birdenbire yükseliveren -Amasya’daki
gibi olmasa da- yalçın bir kayalığın zirvesini ihata ediyor. Gezip gördüğüm
bütün kalelerde olduğu gibi, Tokat Kalesi’nin en yüksek burcu üzerinde de al
bayrağımız nazlı nazlı dalgalanıyor.
Çelebi’mizin
kaleminden Tokat Kalesi:
Tarihçilere göre ilk defa
Amasya Kalesini yapan Amalika kavminden Dok’ad adında bir Ferhad işli yapmıştır
ki ilk mekânları mağara ardı ki hâlâ mağaralarında adam kaybolur.
Sonra yine onların neslinden
çoğalarak mağaralardan çıkıp bir yüksek dağın doruğu üzerinde beşgen şekilli
kesme taşlı, savaş yeri bir kale yapmıştır ki Amasya Kalesi’ne denk bir sağlam
hisar ve dayanıklı bir set yapmıştır.
Kalesi bir yüksek tepe üzerinde,
dayanıklı beyaz kesme taş ile yapılmış sağlam bir kaledir, ama o kadar büyük
değildir. Fırdolayı büyüklüğü 5.060 adımdır [yaklaşık 5 bin m]. Çevresi burç ve bedenlerle süslenmiş,
sanatlı beden dişleriyle bezenmiş, etrafında asla hendeği yok, korkusuz yüksek
bir surdur ki Samanyolu gibi göklere baş uzatmıştır. Ve dört tarafı cehennem
çukurundan nişan verdiğinden asla hendek olacak yeri yoktur. Bütün etrafı
şahin, kartal ve zağanos [doğan cinsinden bir av kuşu] yuvalı elvan
renkli kayalardır.
Batı tarafa bakar bir demir
kapısı vardır. Hisar içinde dizdar hanesi, kethüda, imam, müezzin ve kale
mehterleri hanesi var ve cephane odaları, tahıl ambarları, su sarnıçları ve
Ceylân Yolu adında su yolları vardır. Tam 362 ayak kesme kaya taş merdiven ile
nehre inilir.
Göklere doğru boy uzatmış
yüksek bir kale olduğundan, değme adam bir saatte çıkamadığından gece gündüz
kapısı daima kapalıdır. Aşağı şehir halkının bütün değerli malları tamamen
kalede korunur. Bütün suçlular ve kanlılar burada mahpustur (Kahraman Dağlı 2010: 5-1/84-87).
*
Evliya Çelebi Konya’ya geldiğinde
ise Konya, Karaman vilayetinin paşa sancağıdır. Bugün yerinde yellerin bile
esmez olduğu Konya Kalesi’ni de Çelebi’miz şöyle nakleder:
Bu eski şehrin ilk kurucusu,
Yunanlılardan “Yanvan
Tarihi” sahibinin yazdığına göre Hazret-i Yahya aleyhisselam zamanında kayserlerden Harkilan oğlu Aleksandıran oğlu Rişan’dır.
Hazret-i Ömer Medine’den balçıklı eliyle,
“Kayserin gözün çıkarırım”
diye Rum’a doğru elini uzatınca Allah’ın izniyle Konya’da o an bir çamurlu
mübarek el gelip kayser tahtında otururken gözünü çıkarır. Daha sonra Hazret-i
Ömer’den kayser elçisi gelip kayserin gözünü çıkmış görünce kral acınacak hâlini
elçiye anlatır.
Elçi bilir ki, Hazret-i Ömer’in
o gün çamurlu eliyle işaret edip kralın gözü çıktığıdır. Hemen elçi bir takrip
ile menzilleri kat ederek Hazret-i Ömer’i Kudüs-i Şerif gazasında bulur,
Hazret-i Ömer huzurunda Kayser elçisi iman ile şereflenir. Hazret-i Ömer ismini
Hüseyin kor. İki kere varıp geldiği için “Hüseyn-i zü’l- cenâheyn (iki kanatlı Hüseyin)”
diye künye verirler.
Hazret-i Ömer Kudüs’ü ve
Kumame’yi fethedip Mısır diyarına kumandanlıkla Amr ibnü’l-Âs’ı gönderip
fethedince beri tarafta kör kayser korkusundan Konya’yı yeniden yapar, böylece
ikinci yapıcı (kurucu) kör Rum kayseri olur.
Sultan Alâeddin Konya Kalesi’ni
tekrar istihkam üzere yapıp üçüncü yapıcısı olmuştur.
Daha sonra sene 569 [1172-73] tarihinde yontulmuş taşlar ile Sultan Muizzeddin
Kılıç Arslan b. Mesut inşa edip sağlamlık vererek dördüncü yapıcısı olmuştur.
Zelzeleden yıkılan kaleyi daha
sonra Selçuklu Sultanı Keykubad tamir etmiştir. Büyük bir hendek inşa etmiştir
ki, derinliği 11 zira [yaklaşık
8,5 m], genişliği 50 zira [yaklaşık 38 m] ve yüksekliği 30 melik
ziraidir [yaklaşık 23 m]. Dış katındaki sağlam hisarının duvarı fırdolayı
11.000 gerine adımdır [yaklaşık 11.000 m].
Selçuklular zamanında 12 kapı
İdi. Osmanlılar zamanında dördü kalıp diğerlerini kapattılar, ama iç kalesinin
büyüklüğünü bilmiyorum. Bütün dört köşe beyaz taş ile çeşit çeşit mimari hendeseler
ile yivli, mukarnaslı ve sanki Alanya kuleli ustaca yapılmış dörtgen şekilli
sanatlı bir kaledir (Kahraman-Dağlı
2006: 3-1/23-24).
Sultan
I. Alâeddin Keykubat tarafından yeniden inşa ettirilen Konya Kalesi, 144 burcu
ve 12 kapısıyla Türkiye Selçuklu Devleti’nin payitahtına yaraşır bir savunma
yapısıdır. Merkezindeki Alâeddin Tepesi diye bilinen höyüğü çepeçevre çeviren
iç kale ve mezkûr tepenin hemen batısında Zindankale olarak adlandırılan ahmedek’i
manzumeyi tamamlar. Dahası, şehrin on üç kilometre kadar batısındaki Takkeli
Dağ üzerinde yükselen ve Konya’nın fethinde Fatih Sultan Mehmet tarafından
yıktırılan, günümüzde Selçuklu Belediyemiz tarafından yeniden ihyasına gayret edilen
Gevale Kalesi’ni de unutmuş değilim.
XIX.
yüzyıl başlarında Konya’ya gelen William Martin Leake, Leon de Laborde, Mareşal
Von Moltke ve C. Texier gibi gezginlerin yazdıklarından bu yüzyılın ortalarına
kadar Konya Kalesi’nin ayakta olduğu anlaşılmaktadır. Mezkûr yüzyıl sonlarına
doğru Konya’yı ziyaret eden C. Huart ve F. Sarre ise kale harabelerinden söz
ederler. Bu durum gösteriyor ki önemini kaybetmiş olsa da XIX. yüzyıl
başlarında, diğer bir ifadeyle Tanzimat Fermanı’na kadar Konya Kalesi büyük ölçüde
ayaktadır. Konya Kalesi ilk önemli darbeyi Tanzimat Döneminde başlatılan
şehirlerin modernleştirilmesi hamlesi bağlamında kârgir binaların yapımının
teşvikiyle yemiştir. Konya şehri tamamıyla derin bir toprak katmanı üzerinde
kurulu olduğu gibi çevresindeki dağların taşları da dayanıksız andezitlerdir. Konya’da
inşaata uygun, dayanıklı taşlar şehrin güneybatısında, yirmi kilometre mesafedeki
Gödene’den sağlanmaktadır. Selçuklu Döneminde ayrıca bol miktarda da devşirme
taş kullanılmıştır. Temin edilen bu taşlar da sadece kamu binalarının inşasında
kullanılmıştır.
Modernleşme
adına bu yıkım döneminde Alâeddin Tepesi âdeta bir taş ocağına dönmüş, buradaki
kıymetli mazi yadigârları kara barutla patlatılarak yollara döşenmiştir. Konya Kalesi’nin
son kalıntıları da 1867 yılında vuku bulan büyük çarşı yangını sonrası Konya Hükümet
Konağı ve Kapı Camii’nin yeniden inşalarında kullanılmıştır.
Bu
yıkım döneminde Konya valiliği yapan bazı zevatın hâletiruhiyesini yansıtması
açısından 1905-1908 yılları arasında Konya valiliği yapan M. Cevat Bey’i zikretmeden
geçemeyeceğim. İ. H. Konyalı’nın nakline göre mezkûr valinin görev yaptığı
yıllarda Rizo isminde bir Rum mühendisi tarafından tamir etme bahanesiyle Alâeddin
Köşkü’nün alt kısmı kazılmış, bundan müteessir olan köşk eyvanının ayakta kalan
ikinci katı ve duvarlarının bir kısmı çökmüştür (1907). Köşkün kitabeli çinileri
de o vakit Konya’da köşk civarında oturan Alman konsolosu tarafından kendi
memleketine gönderilmiştir (Konyalı 1964: 183). Zaten harabe hâlindeki Alâeddin
Köşkü’ndeki bu tahribatı gören bazı şahıs ve makamlar, binada meydana gelen tahriplerin
önüne geçilmesi hususunda adı geçen validen ricada bulunduklarında vali, binanın
ehemmiyetsiz bir yapı olduğunu belirterek: “Merak etmeyin ben size, 200 altın
lira ile daha iyisini yaptırırım.” deme gafletini göstermiştir (Yıldırım 1997:
39).
Tanzimat
Fermanı’yla hız kazanıp günümüze değin uzanan Konya’nın yıkım döneminde ortadan
kaldırılan tarihî eserlerden önemlilerini sayarak konuyu sonlandıracağız: Konya
surları (dış ve iç kale), Konya Köşkü, yirmiye yakın şehir hanı, Türbe Hamamı, Konya
Bedesteni, Dede Bahçesi, Millet Bahçesi, Sultan Selim İmareti, Türbe Kahvesi, Sulu
Kahve, Kayıklı Kahve, buzhaneler, Buğday Pazarı, Baruthane, Muvakkithane, konaklar
(Evliya Çelebi’ye göre görkemli Konya konaklarının sayısı 300’dür), Ulvi Sultan
Mescidi ve Türbesi, Eflatun Mescidi, Anber Reis Camii ve Türbesi, Tacülvezir
Türbe, Hankâh, Mescit ve Medresesi, İnceminareli Mescidi ve talebe hücreleri, Gazezler
(İpekçiler) Tekkesi, Söylemezin Tekkesi, Nalıncı Baba Türbesi, Ayabakan Dede
Türbesi ve Tekkesi, Şeyh Şerefeddin Türbesi, Kemaliye/Küçük Karatay Medresesi, Sultan
Veled Medresesi, Nizamiye Medresesi, Ziyaiye Medresesi (Bunlardan Şerefeddin
Türbesi ile Ulvi Sultan Mescidi ve Türbesi Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından
aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir.). Yanı sıra gelenekli hariciyeli
Konya evlerinden hiçbiri bırakılmadığı gibi, ihtişamlı pek çok Ermeni, Rum ve
Maruni evinden de kala kala üç beş örnek kalmıştır.
Konya
adına oluşan bu karamsar tabloyu biraz yumuşatmak adına Kültür ve Turizm
Bakanlığından aldığımız verilerle oluşturduğumuz karşılaştırmalı bir
Amasya-Tokat-Konya tescilli yapıları istatistiği ile yazımızı sonlandırıyoruz.
TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARI |
KONYA |
AMASYA |
TOKAT |
Korunmaya
Alınan Sokaklar |
- |
1 |
- |
Anıt ve Abideler |
4 |
1 |
- |
İdari
Yapılar |
82 |
16 |
27 |
Kültürel Yapılar |
452 |
144 |
119 |
Şehitlikler |
5 |
4 |
- |
Askerî Yapılar |
10 |
3 |
2 |
Endüstriyel
ve Ticari Yapılar |
92 |
9 |
14 |
Dinî Yapılar |
450 |
115 |
153 |
Mezarlıklar |
92 |
63 |
29 |
Sivil Mimarlık Örneği |
537 |
261 |
628 |
Kalıntılar |
56 |
14 |
34 |
TOPLAM |
1780 |
631 |
1006 |
(https://kvmgm.ktb.gov.tr/TR-44799/illere-gore-korunmasi-gerekli-tasinmaz-kultur-varligi-i-.html)
Hamiş:
Tokat
Kalesi’nin eteklerinde, tarihî Sulusokak’ta bulunan ve bir Osmanlı yapısı olan
Arastalı Bedesten, günümüzde Tokat Müzesi olarak hizmet vermektedir. Rehberimiz
Hasan Erdem Bey bizi buraya getirdiğinde, ilkin müzenin fazla geniş olmayan girişteki
avlusunda sergilenen mezar taşları dikkatimi çekiyor. Bu ata yadigârlarına özel
ilgim olduğundan kitabelerini okumadan geçemem. Müze girişinin soluna düşen
mezar taşlarından enteresan formlu olanı fakiri cezbediyor. Benzerine daha önce
hiç rastlamadığım sarı mermerden yapılmış mezar iki bölümden oluşuyor. Yukarı
doğru ölçülü bir biçimde daralarak yükselen kaidesinin üzerinde tepesi
yuvarlatılmış bir sütunla sonlanan baş taşının iç yüzündeki künyesini okuduğumda
kalbim bir kuş gibi çırpınmağa başladı. Zira bu mezar taşı, 1911 ila 1918
yılları arasında aralıklarla üç kez Konya Valiliği görevinde bulunmuş (Altuncuoğlu
2007: 28) Muammer Bey (1874-1928)’in ilk hanımı Faika Hanım’a aitti. Faika
Hanım 1915 yılında vefat ettiğinde geride dört evladını bırakmış. Bunlar: Oğulları
Demir Fethi, İskender ve Yaşar beylerle kızı Kaya Sabiha Hanım’dır. Oğulları Konya,
kızı ise Sivas doğumludur (Altuncuoğlu 2007: 6).
Kitabesine
göre Faika Hanım, verem sebebiyle 1331/1915 yılında vefat etmiş. Bu yılda
Muammer Bey Sivas valisidir. Henüz il olmayan Tokat da Sivas’ın kazasıdır
(Tokat 31 Mayıs 1920 tarihinde Sivas’tan ayrılarak il olmuştur). Yaptığımız
araştırmada, ikameti Sivas olan bu hanımın mezarının niçin Tokat’ta olduğuna
dair merakımızı gideremedik. Neyse ki defin yerinin Gülbahar Hatun (Meydan)
Camii Haziresi ve 1930’lu yıllarda Hatuniye Medresesinin yıktırılması esnasında
oradan kaldırılan mezarlardan biri olduğuna dair bir bilgiye ulaşabildik
(Dutoğlu 2015: 29).
Mezarın
sütunlu şahidenin iç yüzündeki kitabede şunlar yazılıdır:
Bu
yerde Sivas
vâlisi
Muammer Bey’in
refikası
Fâ’ika Hanım
gömülüdür
merhumeyi
ölümden
evvel
verem
soldurdu
…
Her
şey geçer Tanrı bâkîdir
1331 [1915]
Mezar
taşının üçgen prizma formlu sandukasının her iki yanındaki kitabesinde ise
Muammer Bey tarafından yazılmış şu mısralar yer almaktadır (Mezar taşı,
muhtemelen, oradan oraya taşınırken hem şahidesi hem de sandukası kırılmıştır. Sandukasındaki
kırığı betonla tamir etmeğe kalkışan mahir bir el (!) tabiatıyla kitabenin bir
bölümünün üstünü kapatmış. Bu hâliyle mahzun taş, kendisine el atacak gerçek
bir ehlini muntazırdır.):
Ey
tenhâ Türk kadını hayatımın yoldaşı
Sen
mi varsın altında kaldırırsam bu taşı
Yok
sen yoksun cismin var zulmet dolu bu yerde
Sen
bir rûhsun gülersin yıldızlarla göklerde
Ay
doğdukça rûhunu hissettirir bu yerler
Söyler
benim hüznümü ağladıkça bülbüller
*
Rûhun
gibi muazzez hâtıralar bıraktın
Milletine
İskender, Demir, Yaşar bıraktın
.....
millî yolunda senden bize örnektir
Onda
çarpar yüreğin sen ölmedin demektir
Artık
şenim Fâ’ika’m layık değil gözyaşı
Fâtiha’yla
okusun görüp geçen bu taşı
Kaynakça:
KONYALI,
İ. Hakkı (1964), Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Konya: Yeni
Kitap Basımevi.
KAHRAMAN,
Seyit Ali-Yücel DAĞLI (haz.) (2005), Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, C 2/1,
İstanbul: YKY; (2006), C 3/1, İstanbul: YKY; (2010), C 5/1, İstanbul: YKY.
YILDIRIM,
Mustafa (1997), “Konya’da Son Asırda Kaybolan Bazı Türk Yapıları”, (Basılmamış
DT), SÜSBE İslam Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı Türk İslam Sanatları
Bilim Dalı, Konya. (“Konya’da Kaybolan Türk-İslam Eserleri” adıyla basıldı:
2016/Palet Yay.)
DUTOĞLU,
Yasemin (2015), “Erenler Diyarında Hayat ve Ölüm”, Kümbet, S 36 (Nisan-Mayıs-Haziran),
Tokat: Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği (Toşayad) Yay., s. 27-30.
YAŞAR,
Hasan (2014), “Muammer Bey”, Konya Ansiklopedisi, C VII, s. 1.
ALTUNCUOĞLU,
Neslihan (2007), “Modern Kayseri’nin Mimarlarından Vali Muammer Bey (1874-1928)”,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Kayseri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder