7 Haziran 2020 Pazar

KONYA FOLKLORUNDA ÖLÜM İLE İLGİLİ İNANIŞ VE UYGULAMALAR

KONYA FOLKLORUNDA ÖLÜM İLE İLGİLİ İNANIŞ VE UYGULAMALAR


ÖZET
İnsan hayatının sonu olan ölüm, insanın fiziki dünyadan metafizik dünyaya geçişini sağlayan bir olgudur. İnancımıza göre insan öldükten sonra metafizik dünyada ruh olarak yaşamasını sürdürür. Ölenin öbür dünyaya rahat geçmesi ve orada huzurlu yaşaması için örf ve adetlere, dinî kurallara uygun bir şekilde uğurlanması ve defnedilmesi gerekmektedir. Köklü bir kültüre sahip Konya’da, hayatın bu son geçiş dönemine dair de oldukça zengin örf ve âdet mevcuttur. Bu makalede insanın bu dünyadaki hayatının sonu olan ölüm çevresinde toplanarak ona bir kurum niteliği kazandıran âdet, inanma ve işlemlerin sistemli bir serimi ve yorumu yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Konya, ölüm, ölü, mezar, âdet, folklor.
APPLICATIONS AND BELIEF RELATED TO DEATH AT KONYA FOLKLORE
ABSTRACT
Death, the end of human life, is a phenomenon that enables the transition of human from the physical world to the metaphysical world. According to our belief, after the death of a person, he lives in the metaphysical world as a soul. In order for the deceased to live comfortably in the other world and live there peacefully, customs must be tolerated according to religious rules and buried. In Konya, which has a deep-rooted culture, there is a wide range of customs and customs in this last transition period of life. In this article, a systematic laying and interpretation of the manners, beliefs and processes that gathered around death, which is the end of his life in this world and gave him an institution character, will be made.

Key Words: Konya, death, dead, tomb, menstruation, folklore.
Giriş
“Her canlı ölümü tadacaktır (Âl-i İmrân/185, Enbiyâ/35, Ankebut/57).”[1], “Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır (Nisâ/78).” ilahi fermanları gereği ölüm, hayatın tabii sonucudur. Bütün milletlerin kültürlerinde, hayatın bu son ana geçiş döneminde ölümle ilgili âdetler oluşmuştur. Her şeyden önce her Türk insanının ölmek üzerine ortak dileği “Üç gün yatak, dördüncü gün toprak”tır. Uzun süren hastalık, felç/yatalak olmak hiç arzu edilmez. Şehit olarak ölmeye ise âdeta can atılır. Zira şehitlerin cennete gidecekleri ilahi bir müjdedir.
Konya’da yaşlılar, hatta orta yaşlılar duygu ve düşünce olarak kendilerini ölüme hazırlarlar. Bunlar arasında cenaze masraflarını bir kenara, kefenini bir sandığa koyan, hatta gömülmeyi arzuladığı mezarlıkta mezar yerini belirleyip mezarını yaptıran ve vasiyetini hazırlayanların sayısı oldukça fazladır.
Ölüm ve mezar çevresinde gelişen kültür, köklü bir milletin binlerce yıllık yaşantısının bugüne yansımasıdır. Binlerce yıllık hayatın son bin yılı İslâmiyet’in denetim ve gözetimi altında olmasına ve bu denetim ve gözetim, olanca hassasiyetine rağmen, eski dinlerin etkilerini tamamen ortadan kaldıramamıştır. Tabiatıyla ölüm ve mezarla ilgili âdet ve uygulamalarda İslâmî olanlarla olmayanlar iç içedir. Bizim bu başlık altında ortaya koyacaklarımız ne birtakım hurafelerin canlandırılması ne de bu hususlarda fıkhi bilgileri aktarmak olacaktır. Biz meseleye tamamen halk biliminin penceresinden bakacağız.
I. Ölüm Öncesi
A. Ölümü Düşündüren Ön Belirtiler
Ölüm korkusunun bilinçaltındaki baskısıyla tedirgin olan halk düşüncesi, geleceği bilmek isteğinin de etkisiyle, alışılagelmişin dışındaki birtakım davranışları; araç-gereçlerin şu ya da bu biçimdeki kullanılışlarını; meteorolojik olayları; hayvanların hareket ve seslerini; düşlerdeki görüntülerle hastadaki psikolojik ve fizyolojik değişiklikleri çoğu zaman ölümün bir işareti, bir ön belirtisi saymaktadır.
1. Hayvanlarla ilgili olanlar
Halk inanmalarında, ölümü önceden haber veren belirtiler arasında, hayvanlarla ilgili olanlar büyük bir yer tutmaktadır. Hayvanların insanlarda bulunmayan kimi yetenekleri, sezi güçleri, biçimsel özellikleri, uğurlu ya da uğursuz sayılmaları bu tür inanmaların oluşmasında ve evrensel bir çizgiye erişmesinde büyük bir rol oynamaktadır. Evcil ve yabanıl hayvanların ötüşleri, ulumaları, kişnemeleri, böğürmeleri, belli hareketleri, uçuş yönleri, alışılmışın dışındaki davranışları yaklaşan bir ölümün ön belirtisi ve işareti olarak yorumlanmaktadır (Örnek 1971: 15).
Horozun vakitsiz ötmesi (Örnek 1971: 18).
Baykuşun geceleyin ötmesi (N.I.; ayrıca bk. Örnek 1971: 19).
Köpek uluması, evin çeleninde baykuş ötmesi, hayvanlardan ayrı olarak, bir çocuğun sürekli ağlaması da o evden bir ölü çıkacağına işarettir (N.I.).
2. Ev, ev eşyası, araç-gereç ve yiyecekle ilgili olanlar
Ev, ev eşyası, araç-gereç ve yiyecek çevresinde kümelenen birtakım inanmaların temelinde de ölüm korkusu yatmakta, bunlar halk tarafından çoğu zaman ölümün ön belirtileri ya da ölüm getirecek eylemler olarak nitelenmektedir (Örnek 1971: 20).
Kapı ya da tahtanın kendiliğinden gıcırdaması (Örnek 1971: 21).
Beklenmedik anda kapı çalınışı (Örnek 1971: 21).
Geceleyin soğan-sarımsak verme (Örnek 1971: 23).
Altı kara kaplar, “kara haber” için birer işarettirler (Örnek 1971: 23).
Ayakkabı çıkarıldığında ters dönerse, ayakkabı sahibinin tez vakitte öleceğine inanılır (N.I.).
3. Astronomik, kozmik ve meteorolojik olaylarla ilgili olanlar
Ay ve güneş tutulması, yıldız kaymaları, şimşek çakması ve gök gürlemesi gibi olaylar da halk inanmalarında çoğu zaman ölüme ön belirti sayılmaktadırlar (Örnek 1971: 24).
Yıldız kayması ölüm belirtisidir (N.I.; Örnek 1971: 25).
4. Düşle ilgili olanlar
Bilinçaltında biçimlenen çeşitli görüntülerin simgesel birtakım çağrışımlarla da desteklenerek gerek düşü gören gerekse yakınları için, bir ölüm belirtisi olarak yorumlanışı oldukça yaygındır (Örnek 1971: 25).
Sarı renkli meyveler yemek ya da görmek.
Diş çektirmek ya da dişlerin dökülmesi, kırılmasını görmek (N.I.; Örnek 1971: 26).
Diş acıyarak çıkar, çekilir ya da kırılırsa düşü görenin yakınlarından biri; diş acımadan çıkar, çekilir ya da kırılırsa uzaktan biri; ön diş çıkarsa aileden biri; yan dişlerden biri çıkarsa komşu ve uzak tanıdıklardan biri ölür (N.I.; Örnek 1971: 27).
Manda[2] görmek (Örnek 1971: 27).
Ölmüş birinin düşü göreni çağırması ya da bir yere götürmesi (N.I.; Örnek 1971: 28).
Duman görmek (Örnek 1971: 28).
5. Hastadaki psikolojik ve fizyolojik değişikliklerle ilgili olanlar
Hastada görülen birtakım psikolojik ve fizyolojik değişiklikler hastanın yakınları tarafından dikkatle izlenerek değerlendirilmektedir. Hastanın “gidici” olduğuna, artık sonunun yaklaştığına birer işaret sayılan bu değişikliklere ve isteklere önem verilmekte, ona göre hazırlığa girişilmektedir (Örnek 1971: 30).
a. Psikolojik değişikliklerle ilgili olanlar:
Hasta ayağa kalkmayı deneyerek, “gitmem gerek” derse (A.I.; Örnek 1971: 30).
Gaipten ses duyduğunu, birtakım kimseleri gördüğünü söylerse; sayıklarsa (Örnek 1971: 31).
a. Fizyolojik değişikliklerle ilgili olanlar:
Elleri, ayakları, tırnakları beyazlaşırsa (Örnek 1971: 31).
İştahı birdenbire açılırsa, güçlükle nefes alıp verirse, dalgınlaşırsa, bedeni sararır veya morarırsa, bedeni şişerse[3], ağzından köpük veya kan gelirse (Örnek 1971: 32); uzuvları katılaşmaya başlarsa (Örnek 1971: 33).
Gözünün nuru dökülüyorsa [gözünden yaş gelmesi]; çenesi ve burnu sivrilip burun delikleri örümceklenir gibi olursa; soğuk soğuk ecel terleri döküyorsa (N.I.).
Bu ön belirtilerin görüldüğü ve sekaratülmevte[4] düşen kişinin başında Kur’an okunur, yanı sıra sık sık Kelime-i Şahadet ve Tevhit getirilir (A.I.).
B. Kaçınmalar
Çağrışım yoluyla ölümü hatırlatan, başka bir söyleyişle ölüm için ön belirti sayılan belli olayların, eşyanın, düşlerin, psikolojik ve fizyolojik değişikliklerin yanında, yerine getirilmediği zaman ölüm getireceğine inanılan birtakım işlemler ve davranışlar da görülmektedir (Örnek 1971: 37).
Bir evde ölen olursa su dolu kaplar boşaltılır; yeri okununcaya kadar da doldurulmaz (N.I.).
Bir mahallede ölen olursa, o mahalledeki su dolu kaplar boşaltılır (Örnek 1971: 37).
Cenaze geçerken uyuyan kimseler uyandırılır (Örnek 1971: 38).
Cenaze geçerken ayaktaki çocuklar oturtulur (N.I.).
Ölü yıkandıktan sonra su ısıtılan kazan ters çevrilir (N.I.; Örnek 1971: 39) ve kazan üstünde mum yakılır (Örnek 1971: 39; 49 numaralı dipnot)
Cenaze için su ısıtılan kazanın isi cemaat mezardan dönünceye kadar sürtülmez, çoğu kez de ertesi günü sürtülür (N.I.).
Eve ölü girmesi iyi değildir, eve dışarıdan ölü getirilirse o evden birbiri ardı sıra üç ölü çıkar (N.I.).
Ölü yıkanmak için yattığı yerden kaldırılınca oraya bir taş parçası konur (N.I.).
Ölü gömülene kadar ev süpürülmez, çamaşır yıkanmaz, eve su getirilmez (N.I.).
Kefen makasla veya bıçakla kesilmez (N.I.).
Ölü evden çıkarılmadan üzerinden kedi atlarsa ölünün hortlayacağına inanılır. Sıcak havalarda ölünün yattığı yerin kapısı, penceresi açıldığında içeri kedi köpek girmemesine dikkat edilir (N.I.).
Baş sağlığına gelen kişilerin ayakkabıları, misafirliğe gelenlerin ayakkabıları gibi, ters çevrilip düzeltilmez (N.I.).
Yatak katlanırken baş taraftan katlanmaz, ayak tarafı önce katlanır. Baş tarafından yalnız ölünün yatağı katlandığı için o yatakta yatan kimse ölür (N.I.).
Ölüyü yıkama suyunun üstünden atlamak iyi olmaz N.I.).
Ölünün kefeninden parça artarsa ilaç[5] yapılır, diye kimseye verilmez (N.I.).
II. Ölümden Hemen Sonra Yapılan İşlemler
Ölümden hemen sonra yapılan işlemlerin bir bölümü doğrudan doğruya cesetle ilgiliyken, bir bölümü de ceset çevresinde toplanmaktadır. Ölünün öte dünyaya gönderilişine ön hazırlık niteliğindeki bu işlemlerin kimilerinin temelinde ölene “canlı” gözüyle bakmanın ve ondan korkmanın tipik belirtileri yatarken, kimilerinde de hijyenik düşünceler ve dinsel gelenekler rol oynamaktadır (Örnek 1971: 44).
Ölüm vukuunda kişinin öldüğünden emin olmak için gözlerini kontrol edip ağzına ayna tutulur. Aynanın yüzü buğulanmıyorsa öldüğüne karar verilir. Ölen kadınsa, artık namahrem olduğu için kocası ve odada bulunan diğer erkekler; erkekse, aynı düşünceyle hanımı ve diğer kadınlar dışarı çıkarılır. İnsan öldüğünde çenesinin düştüğüne inanıldığı için bir yakını tarafından çenesi çekilir (bağlanır). Sonra cenazenin elbiseleri, varsa ağzındaki takma dişi çıkartılır, altın kaplama dişi varsa ölene zarar vermeden sökülür. Yatağında sekaratülmevte düşenlerin koltuk altı ve etek tıraşları yapılır. Şayet bu temizlik yapılmadan ölüm gerçekleşmişse “kefeni ayağı dikilir” diyerek bu temizlikleri yapılır (N.I.).
Ölünün rahat yıkanması, tabuta kolay konması ve mezara düzgün yatırılabilmesi için bedeninin bir düzene sokulması gerekmektedir. Bacakları uzatılarak iki ayağı yan yana getirilir ve ince bir iple başparmakları birbirine bağlanır. Ölenin ayakları üst üste binerse ölen kişinin arkasından ailelerindeki kişilerin de sırayla öleceğine inanılır. Bu işi zamanında yapmazlarsa, ölünün vücudu katılaşır. Açılması da zor olacağından mezara böylece konur. Kolları iki yanında olmak üzere düzgünce uzatılır. Gözleri açık kalmış ise kapatılır. Bazen açık kalan göz bir türlü kapanmaz. Bunun üzerine ölüye namahrem olmayan biri, ellerinin başparmağını toprağa sürdükten sonra “Gözünü toprak kapatsın” temennisiyle bu parmaklarıyla ölünün gözlerini sıvazlar. Gözü yine kapanmazsa, “Bu arkasından birini götürecek” derler. Ölen genç ise bu durumu muradını alamadığına yorarlar. Bu hadise halk arasında “gözü açık gitme” deyiminin doğmasına sebep olmuştur. Ölüm akşam vuku bulmuşsa ölü “uzun yatağa/rahat döşeğe” alınır. Karnı şişmesin diye üzerine bir makas veya bıçak konularak ölü odasında yalnız bırakılıp kapısı çekilir. Yaz olsun, kış olsun ölünün yattığı odanın penceresi açılır ve ışığı yanık bırakılır. Yalnız kedi pencereden girip ölünün burnunu, kulağını yemesin diye dikkatle gözetlenir. Bu arada gece boyunca gerek ölünün odasında gerekse evin bazı yerlerinde günlük yakılır (N.I.).
Cenaze rahat döşeğinde yatarken evdeki kadınlar Kelime-i Tevhit çekip Salat-ı Nariye okurlar. Bunların toplamı dört bin dört yüzü bulunca Yasin, Amme, Tebareke sureleri okunup duası yapılır (N.I).
Cenazenin yıkanıp kefenlenmesinden defnine kadar geçen süreç, Konyalı dayanışmasının tipik örneklerindendir. Doğum, düğün işlerinde olduğu gibi ölüm vukuunda da konu komşu hemen toplanıp kendi aralarında iş bölümü yaparlar. Komşuların tecrübeli olanları, mezarın kazdırılması, kefenin sağlanması, gasil işleri… gibi işleri hemencecik organize ederler. Cenaze defnedildikten sonra evde yapılacak dinî merasim ve diğer işler yine mahallenin yaşlı ve tecrübeli kişileri tarafından yapılır. Yapılan bu işlerde yalnızca Allah’ın sevabı gözetilir, hiçbir karşılık beklenmez (Odabaşı 1999: 74).
Konya’da -gurbetteki bir yakının gelmesini beklemek- dışında cenazenin defni geciktirilmez. Öğle veya ikindi namazlarına yetiştirilecek şekilde aceleyle cenazelerin defin hazırlıkları başlar.
1. Ölünün Yıkanması ve Defne Hazırlanması
Eski Konyalılar ölünün kendi evinde yıkanmasını makbul tutarlardı. Bugün bu anlayış değiştiğinden mahalle camilerinde modern gasilhaneler yapılmıştır. Biz burada evde yıkamayı anlatacağız.
Evin bahçesinde ölünün yıkanacağı yer ottan çöpten temizlenir. Bahçe kuytu değilse yıkanacak alana çadır kurulur. Mahalle camiinden teneşir tahtası, tabut ve su kazanları getirilir. Kazanlardan biri ocağa konulup suyla doldurulur. Diğer kazan soğuk su için ayrılır. Teneşir tahtası deliklerinden akacak yıkanma suyunun arıkları ve toplanacağı çukur hazırlanır. Ölü, teneşir tahtasına ayakları kıbleye gelecek şekilde yatırılır. Ölüyü yakınlarının yıkaması makbuldür. Şayet cesaret edemezlerse bu görevi kadın veya erkek hocalar yapar. Ölüyü yıkama suyu türlü kokulu maddelerle kokulandırılır. Ölüyü yıkamaya kazandan su almak için çömlek veya özel şekilde oyulmuş et [su] kabağı kullanılır. Günümüzde bu âdetin yerini “kulplular [kulplu tas]” almıştır (N.I.).
Yıkama işlemine geçmeden teneşir tahtasının üstünde ölü hafifçe doğrultulup yatırılarak ve karnı sıvazlanarak taharetlendirilir. Tahareti tamamlandıktan sonra üç kere ağzına, üç kere de burnuna su verilerek ölüye abdest aldırılır. Sonra özel lifler, önceden rendelenmiş sabunla köpürtülerek bütün vücudu sabunlanır. Üç kere bu işlem tekrar edilip ölünün hiçbir tarafı kuru kalmayacak şekilde iyice yıkanır. Üçüncüde tekrar abdest aldırılır. Bu abdest aldırılmadan önce ölüye su dökmek isteyenlere izin verilir. Bunun üzerine ölünün yakınları ve sevap almak amacıyla bekleşen komşular “Gufraneke ya Rahîm” duasıyla ölüye su dökerler (A.I.).
Ölü yıkanırken yüzünde yoğun bir gülümseme hâkimse, o kişinin iman ehli, dolayısıyla cennetlik olduğuna inanılır (S.K.).
Ölünün yıkanması tamamlandıktan sonra kullanılmamış bir havluyla iyice kurulanıp el ve ayak parmak araları, diz kapaklarının altı, kasıkları, koltuk altları, kulaklarının arkası, burun delikleri ve gözleri pamuklanır. Zemzemle alnına “Allah”, göğsüne besmele yazılır. Artık ölü yakasız, dikişsiz göyneği giymeye hazırdır. Ölü kefenlenmeden, kefene zemzem ve kokulu maddeler serpiştirilip –şayet kadınsa- içine çörek otu ve kına saçılır.
Ölü kefenlendikten sonra baş, bel ve ayak tarafı uçkurlanır (bunlar ölü kabre indirilirken gereklidir) ve üzerine temiz bir çarşaf atılarak tabuta konur.
Tabutun üzerine örtülen örtü, varsa ölü evinden, komşulardan, yoksa camiden alınır. Bu amaçla Hac’dan getirilmiş örtüler de vardır. Genellikle yeşil renkli olan ve üzerlerinde Arapça yazılı dualarla kutsal kişilerin adları bulunan bu örtülere “Tabut Örtüsü”, “Kâbe Örtüsü”, “Cenaze Örtüsü”, “Sal Örtüsü” denmektedir (Örnek 1971: 55). Hâli vakti yerinde olanlar tabutun üzerine bir halı seccade bağlarlar. Ayrıca kadınlar için tülbent ve çember; ünlü din âlimleri ve hocalar için türlü sarıklar; genç kız ve gelinler için tel duvak, çeyiz eşyası konulur. Tabut üzerine ölü evinden serilenlerden değerli olanlar uygun kurum ve kişilere hayır olarak bağışlanır. “Hayır”dan söz etmişken Konya’da cenaze daha evden kalkmadan yapılan başka bir hayır da ölünün evinden kısmetiyle gitmesi içindir. Ölü daha evinde yatarken kısmetiyle gitsin diye bir tas bulgur, bir tas yağ, bir tas salça, bir tas tuz ve elbiseleri bir ihtiyaçlıya verilir (N.I.).
Osmanlının son dönemlerine kadar cenaze evinde, cenaze evden çıkarılıncaya kadar ağıtlar yakılırmış (Hatta söylentiye göre, o zamanlar, Konya’da bu işi meslek edinmiş halkından dolayı bir mahallenin adı “Ölübenledi/Ölübekledi”[6] kalmış). Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra bir kilim veya halıya sarılarak merdiven şeklindeki sala konularak taşınırmış. Bu âdetler R 1315/1899 M yılına kadar sürmüş. Bu tarihte zamanın Konya Valisi Ferid Paşa bir emirle bunları yasaklamış. Sal yerine bugünkü tabutları yaptırtmış (Kendi 1959: 66).
Ölüyü bir an önce defnetmek gerektiğinden hiç bekletilmeden defin için bekleyen konu komşu, eş dost hemen tabutu omuzlarlar. Bu arada biri ölünün hane halkına yüksek sesle: “Hak-hukuk helal edin” der. Bu, üç kere tekrarlanır. Yakınları ve diğer konu komşu, eş dost yüksek sesle: “Helali hoş olsun” diye karşılık verirler. Bu helallik alındıktan sonra “Allahaısmarladık” denilerek musallaya doğru tabut yola çıkarılır. Bu esnada evde kalanlar giden tabutun arkasından: “Allah rahmet eylesin! Sorgu suvalcı [sualci] sağ yanından gelsin! Dilin dolaşmasın! Allah ahiret muradın versin! Haydi, git güle güle! Essah dünyaya gidiyorsun!” der (S.K.).
Ölü, evinden alınıp “musalla taşına” doğru götürülürken yakınları, bilhassa evlatları, onu taşımak için gayret gösterirler. Cenaze namazı mahalle camiinde kılınacaksa caminin musalla taşına, büyük bir merkez camiinde (Kapı veya Selimiye) ya da mezarlıkta kılınacaksa –buralar da cenaze evine uzaksa- evinin biraz ilerisinde bekletilen cenaze arabasına kadar tabut omuzlarda taşınır. Cenazeye katılan cemaat çok kalabalık ise hemen sağlı sollu hizalanarak âdeta bir insan koridoru oluşturularak tabut eller üstünde bir sandal gibi yüzer gider. Cenaze taşınırken tabut ağır ise ölünün günahının çok, hafifse az olduğuna yorulur.
Cenaze musalla taşına konulduktan sonra –vakit namazından sonra veya hemen- cemaat tabutun önünde duran imamın ardında saf tutmaya başlar. Cenaze namazı rükû ve secdesiz olduğu için bu saflar normal namaz saflarından daha sıkıdır. Eskiden safta yerini alanlar ayaklarını ayakkabılarından çıkarıp ayakkabılarının üzerine basarlar ve namazı öylece kılarlardı. Şimdi bu âdet terkedilmiştir. Cemaat saf sayısının tek rakamlı olmasına dikkat ederek saf tutar. Saf tutma işlemi tamamlandıktan sonra cemaatten birisi: “Hoca efendi cemaat tamam” diyerek hocaya namazı kıldırabilirsiniz, işareti gönderir. Bunun üzerine bir din görevlisi yahut cemaatten yetkin birisi namaza nasıl niyet edileceğini ve cenaze namazının nasıl kılınacağını cemaate tarif eder. Cenaze namazı kılındıktan sonra imam cemaate dönüp: “Ey cemaat-i Müslimîn bu meyyiti/meyyiteyi (veya merhumu/merhumeyi) nasıl bilirsiniz?” diye sorar. Cemaat de bir ağızdan bu soruyu “Allah rahmet eylesin” diye cevaplandırır. Bunun üzerine imam cemaatten ölü için helallik diler; cemaat de yine topluca haklarını helal ettiklerini belirtirler. Bu dilek ve karşılık üç kere tekrarlanır (A.I.).
Tabut, öncelikle ölünün yakınları tarafından musalla taşından kaldırılır. Bunlar tabutu birkaç adım götürdükten sonra cemaat tabuta yaklaşır. Tabutu taşımaya besmeleyle sağ ön koldan tutarak başlanır; dua ve salâvatlarla arka kolda tamamlanır. Aynı uygulama bu kere sol taraftan yapılır. Bundan dolayı hızla giden tabutun arkasında sağdan sola, soldan sağa bir koşuşturmaca yaşanır. Bu, bir yakın, bir komşu, bir dost/arkadaş olan cenazeye cemaatin son görevidir zira. Yalnız cemaat tabutun önüne geçmeyip arkasını takip eder. Şayet cemaat çok kalabalıksa, cenazenin evden alınışındaki yöntem uygulanır.
Konya’da mümkün olduğunca tabutu omuzda taşımanın daha “ecir”li [sevap] olduğuna inanılırsa da şehrin çok büyümesi bunu imkânsız kıldığı için bu iş araçlarla yapılır olmuştur (A.I.).
Konya’da mezarlar genellikle sapmalı[7], bazen de sandıklı (içi, harçsız tuğla/briket örgülü) olarak hazırlanmaktadır. Kazılıp hazırlanan mezar, ölü gelinceye kadar bir kişi tarafından beklenir. Şayet beklenilmeyecekse mezarın üzerine çapraz olarak iki kürek uzatılır. Bu uygulamadan maksat, kazılan mezara şeytanın girmesini önlemektir (A.I.).
Konya’da mezar kazılırken “sapma toprağı” diğer kazı toprağına karıştırılmaz; ayrı yığılır. Bu toprak ölü sapmaya yatırıldığında yüzünün kıbleye yönelmesi için sol yanına yastık yapılır. Artanı da diğer kazı toprağından önce mezara atıldıktan sonra cenazeye katılanlar üçer kürek olmak şartıyla ölüyü gömmeye başlarlar. Toprak atma hakkını yerine getiren insanlar, küreği yere bırakıp çekilirler. İnsanların küreği elden ele aktarmaları hoş görülmez. Bu arada cenazeye katılanlardan bazıları toprak yığının arasından seçtikleri yedi ufak toprak keseğini Kelime-i Şehadet okuyarak mezarın başucuna doğru ara ara atar. Bundan maksat bu toprak keseklerinin cehennemin yedi kapısına perde olmasıdır (A.I.).
Toprak tamamen mezarın üstüne yığıldıktan sonra baş ve ayakuçlarına iki geçici taş dikilir ve bu işlerde tecrübeli birisi mezar toprağını kürek yardımıyla düzenleyip sıkıştırır. Ardından mezarın üstünde ufak bir su yatağı oluşturur. Cenazeyi gördüklerinde bahşiş almak için hemen bidon, bardak benzeri kaplarla cenazeye su yetiştiren civar semt çocuklarının suları mezarın baş tarafından başlamak suretiyle bu yatağa dökülür. Bu işlemden iki yarar umulur. Biri cenazenin rahmet bulması, diğeri de mezar toprağının oturup pekişmesi… Bu arada kavak, söğüt gibi ağaçlardan kesilip cenazeyle beraber getirilen dallar cenazenin başucuna sokulur. Bunlara çaput, bez türü nişanlar bağlamak âdettendir. Bunlar cenaze hakkında fikir verir. Meselâ al yazmanın genç gelini simgelemesi gibi. Öte yandan, yine halk inanışına göre, dikilen dalın kurumaması yahut kuru dikilenin yeşermesi ölünün ahiretteki ahvalinden iyi haberdir (A.I.).
Mezara toprak atılmaya başladığında hoca ve bu konuda ehil olan diğer kişiler, mezarın sağ yanına çömelerek okumağa başlar. Hocalar okumağa başladığında mezara toprak atanlar dışında bütün cemaat ya oturur ya da çömelir. Cenaze defni esnasında en çok Yasin-i Şerif, Bakara Suresi’nin son iki ayeti (Âmene’r-rasûlü…), Haşr Suresi’nin son üç âyeti (Hüv’allahü’l-lezi…), İnşirah, Tekasür, İhlâs (üç kere), Felak, Nas sureleri okunur. Okunan bütün bu sureler sevgili Peygamberimiz ve bütün peygamberlerden başlayarak –özellikle yeni defnedilen olmak üzere- bütün geçmişlerin ruhuna bağışlanır ve Allah’ın onları yarlıgaması için niyazda bulunulur (A.I.).
Bu duadan sonra cemaat mezarın başından uzaklaşırken hoca iki yanına cenazenin en yakınından iki kişiyi çağırarak “dalkın [telkin]” verir. Bu kabrinde yeniden hayat verilerek ilk sorguya alınacak ölüye, vereceği cevapların bir tür hatırlatmasıdır.
Definden sonra mezar başından ayrılan cemaat, mezarlık girişinde topluca bekleşirler. Hoca ve cenaze yakınlarının dalkını tamamlayarak yanlarında yer almasıyla “ölünün yeri okunur”. Ölünün yerinin okunması âdeti geçmişte bütün cemaatin katılımıyla ölü evinde yapılırken, günümüz hayat şartları bu âdetin mezarlıkta veya mezarlığa yakın bir camide yapılmasını doğurmuştur. Bir hafız/hoca ya da ehil bir kimse tarafından Kur’an’dan bir aşır okunup sevabı ölenin ruhuna bağışlandıktan sonra cemaat tek tek ölü yakınlarıyla tokalaşırken sözlü olarak da taziyelerini sunarlar. Bu arada iki genç veya çocuk sağlı sollu durarak cemaate gülsuyu ve şeker/çikolata ikram ederler (A.I.).
Konya’da sıklıkla kullanılan taziye sözleri şunlardır:
- İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.[8]
- El hükmü lillah (Arapça bu söz Türkçe olarak “Hüküm Allah’ın/dır” biçiminde de söylenir).
- El hükmü lillah, başınız sağ olsun.
- Emir Allah’ın.
- Emir Allah’ın, başınız sağ olsun.
- Allah rahmet eylesin.
- Allah taksiratını affeylesin.
- Rabbim cennetinde cem eylesin (A.I.).
Ölü gömülüp gelince ya da aynı günün akşamı devrine oturulur. Bu işlemin tam adı “ıskat-ı salât, ıskat-ı savm ve devir”dir. Iskat, üzerindeki borcu düşürmek demektir. Iskat-ı salât ise, ölmüş bir insanın üzerinden, kazaya kalmış farz namazlarıyla vitir namazları borçlarını düşürmek ve affettirmek ümidiyle yapılan bir tasadduk muamelesidir. Iskat-ı savm da ölünün üzerindeki oruç borçlarını düşürmek manasınadır. Ölünün ıskat için vasiyet ettiği mal veya geride bıraktığı malın üçte biri, üzerinde olan namaz veya oruç borçlarını ödemeye kâfi gelmiyorsa bu takdirde “devir” [kabultü-hebtü: kabul ettim-hibe ettim] usulüne başvurulur. Devir, tek fakirle yapılabileceği gibi, birden fazla fakirle de yapılabilir. Sonunda da devredilen para fakire/fakirlere bağışlanır.
Bu günlerde ölü çıkan evde yemek yapılmaz. Daha doğrusu komşular buna fırsat vermezler. Komşu kadınlar, kendi aralarındaki görüşmelerle ölü evine sini sini farklı yemeklerle akın ederler. Bu akın bir hafta kadar sürer. Yemek götüren komşu acılı komşusunun sofrasını da şenlendirir. Günümüzde etli ekmek fırınlarının yaygınlaşması sonucu ölü evine daha çok etli ekmek ve çarşı böreği götürülmektedir (A.I.).
Ölünün gömüldüğü ilk akşam, ölü evinin bütün ışıkları yanar. Odasının ışığı ise sabaha kadar açık bırakılır. Rivayete göre bunun sebebi, ölenin, gömüldüğünün ilk gecesi ruhunun odasını ziyarete gelmesiymiş. Geldiğinde odasını karanlık görüp üzülmesin, yıkandığı yeri bulsun, diye de odasını aydınlatırlarmış. Ölünün ruhu, kırk gece boyunca odasını ziyaret etmeye devam edermiş (N.I.).
Konyalılarda definden sonra yas tutma âdeti yoktur. Açıktan ağlayanı “Araya deniz korsanız bir daha birbirinizi göremezsiniz; hatta rüyanızda bile…” diye uyardıklarından herkes ağıt ve gözyaşını içine akıtır.
Hane halkı, definden bir hafta kadar sonra topluca kabir ziyaretine giderler.
Cenazesinin defninden sonra yapılacak en önemli görevler onu duadan unutmamak ve varsa vasiyetini yerine getirmektir. Buna özellikle dikkat edilir (N.I.).
Ölünün kırkıncı gününe gelmeden önce üçüncü veya yedinci günlerinde yahut ilk cumasında bişi dağıtılır.
Özellikle Konya kadınlarının inanışına göre, ölenin eti ile kemiği kırkıncı gün ayrışırmış. Başka bir inanışa göre de ölü ruhu, kırkı çıkıncaya kadar mezarlıkta yaşamakla birlikte ara sıra evine girmek istermiş. Kırkıncı gün geldiğinde ölü, yeni yurdu mezara kalıcı olarak yerleşirmiş. Ölünün buradaki günlerinin esenlikle geçmesi için hayır hasenatta bulunulur, Mevlid okutulur ve konu komşuya helva ekmek/pide dağıtılır (N.I.).
Yaygın inanışa göre, elli ikinci gecede ölenin kemiği toprağa karışırmış. Bu günde ölü fazla acı çekmesin, acısı hafiflesin diye Mevlid okutulur, fakir fukara, çoluk çocuk sevindirilir (N.I.).
- Rüyada ölü görmek diriye işarettir, misafir gelir (N.I.).
- Ölünün yıkandığı evde üç gün ışık yanar (N.I.).
- Ölü mezara konulunca eğer iman ehli değilse, bir yılan göğsünün üstüne çöreklenip ölünün dilini ağzından çıkardıp[9] emermiş. Ama yılan gelmeden önce “ossurgan böcü” gelirmiş. Ölüyü yemeğe başlarmış. O anda kurbağa ellerini açarak yılanı çağırırmış:
“Uzun yenge dal yenge
Meyyit geldi gel yenge
Arap yedi bitirdi
Bize kalmadı yenge”
Yılan kurbağanın bu çığlıkları üzerine gelirmiş.
- Ölü gömüldükten sonra hoca yanına ölünün yakınlarını alıp telkin vermeğe başlayınca ölü canlanıp kendine gelir. Birden doğrulmaya yeltenince başını sapma taşına vurup: “Anovvv, ben ölmüssüm” deyip yeniden ölürmüş (S.K.).
- Hak yiyen bir insana Konyalılar: “Yirmi dört kerpicin altına girince öde hakkımı” derlermiş. Konyalılar mezar inşasında yirmi dört kerpiç kullanırlarmış (S.K.).
- Mezarları parmak ile işaret etmek iyi değildir. Parmakları ile işaret eden kişilerin parmakları kurur (Başkuyu’da mezarlıkta dalgınlıkla bir mezarı parmağı ile gösterenler, hemen parmaklarını ısırırlar. A.I.).
- Bir kişi gömüldükten sonra ruhu yedi gün evini ziyaret eder “Çelenin başına gelir” derler (N.I.).
- Mezarlıkta yatılmaz (N.I.).
- Mezar kazıcısına para verilmezse ölünün rahatsız olacağına inanılır (N.I.).
- Mezarlıktan taş, toprak alınmaz (N.I.).
- Mezarlıkta sigara içilmez (N.I.).
- Bir evde ölüm vuku bulduğunda kapıya iyi bir ayakkabı veya terlik konulur. Bu o evin ölü evi olduğunu gösterirmiş. Şayet biri bu ayakkabı veya terliği giyer giderse iyi olurmuş (N.I.).
- Mezarlıkta gezerken mezarlara basmamağa özen gösterilir. Mezarlık üstüne oturulmaz, mezar üstünden atlanılmaz (N.I.).
- Köpek kıbleye karşı işerse ölüm getirir (Odabaşı 1999: 88).
- Bir aile üç cuma birbiri üzerine çamaşır yıkarsa o aileden birisi ölür (Odabaşı 1999: 88).
- Bazı dilek sahiplerinin Üçler Mezarlığı’ndan yedi küçük taş alırlar. Dilekleri gerçekleşenler bu taşları yerlerine korlar (N.I.).
- Eski zamanlarda mezar taşının, kıyamet gününde sevapla birlikte tartılacağına inanıldığından, kocaman kaya parçaları sökülerek mezarlara dikilmiştir (S.K.).
- Ölülerle Bayramlaşma: Ramazan ve Kurban bayramlarında namazdan çıkan Konyalılar ilkin mezarlıklara giderek ahirete göçmüş yakınlarını ziyaret eder.[10] Okuduğu Kur’ân’la, yaptığı dualarla geçmişlerinin ruhlarını mesrur eder. Hatta, eskiden, bir türbe içinde mumyalanmış olarak yatan büyük ataları olanlar, türbenin mezar dehlizine inip bunların ellerini de öperlermiş. Merhum A. Sefa Odabaşı, bu konuda şunları söyler: “Rahmetli Koyunoğlu İzzet Bey ile yaptığımız bir sohbette, sülalesine mensup bulunduğu Sahip Ata dedesini bayramlarda ziyaret ederek mumyalığa girip ellerini öptüğünü bana anlatmıştı. B. Celaleddin Karatay’ın yakınlarından biri olan Namdar Rahmi Karatay Bey de bayramlarda dedesinin kabrini ziyaret ederek elini öptüğünü bir hatırasında yazmıştır.” (Odabaşı 1999: 101)
IV. Atasözleri, İlençler, Ağıtlar
- Öküzüm öldü, kanglım kırıldı.
- Ölü ile deli sahibinin.
- Ölü çömleği gibi kakalanmaktan mezara girmek yeğdir.
- Ölünce geçineceği yorulunca ara (Ergun-Uğur 2002: 315).
- Ölü arslana tavşan bile hücum eder.
- Ölümü gören hastalığa mum olur.
- Ölecek ile olacağa çare bulunmaz.
- Ölmüş eşek kurttan korkmaz.
- Ölüme sevinilmez.
- Ölmüş merkep arar nalını sökmeye (Ergun-Uğur 2002: 316).
b. İlençler[11]
- Adın sanın kalmasın!
- Ahirete dinsiz, imansız gidesin!
- Çenesi çekilsin [çekilesice]!
- Hort düdüğü çalasıca!
- Işığı sövünesice!
- İki eli teneşir tahtasına gelesice!
- Kapılarda ölüsü kalasıca!
- Kapılarda ölüsü kalasıca!
- Kavaklarla gidesice!
- Naha! Yüzün tahtaya gelsin!
- Ölünün körü!
- Seydi vakkasına uğrayasıca [Sa’d ibn Vakkas’ın okuna uğrayasıca (?)]!
- Şişe kalasıca!
Üleşi [leşi] ellerde yıkanasıca! (Ergun-Uğur 2002: 344-346)
c. Ağıtlar
Konya folklorunda derlenip yazıya geçirilmiş pek çok ağıt bulunmaktadır. Aşağıda birkaç örneğe yer verilecektir.

Aziziye aziziye
Duman çökmüş düz yazıya
Kurban olam Mehmet Beğim
Terkindeki mor kuzuya

El veriyor el veriyor
Orta direk bel veriyor
Şâhit olun efendiler
Benim yavrum can veriyor

Sular akar ılık ılık
Deste kâkül bölük bölük
Kuzum yok bağrıma basam
Koymadın bana tebrik

Çaktım şeleyi geçmeyor
Kırık kollarım kalkmayor
Getir oğlan martinimi
Kardaş kardaşa bakmayor

Sarı kaya Sarı kaya
Mehmet benzer doğan aya
Öldürmüşler Mehmet Beyi
Ağlayalım doya doya (Ergun-Uğur 2002: 267)
*
Bu diyarda ben bir kadı kızıyım
Ak kâğıt üstünde kara yazıyım
Anamın babamın iki gözüyüm

Katil yengem nasıl kıydın canıma
Koç Mehmed’im duysa komaz yanına

Altun tas içinde kınam ezdiler
Gümüş tarak ile zülfüm çözdüler
Gelinliğim odasına serdiler

Katil yengem nasıl kıydın canıma
Koç Mehmed’im duysa komaz yanına

Elime kınalı çamur ezdiler
Gözüme kömürden sürme çektiler
Yüzüm duvağına kefen biçtiler

Katil yengem nasıl kıydın canıma
Koç Mehmed’im duysa komaz yanına

Tas dolusu şerbet içtim kanmadım
Akar sular gibi aktım doymadım
Üç gecelik gelin oldum bilmedim

Katil yengem nasıl kıydın canıma
Koç Mehmed’im duysa komaz yanına (Ergun-Uğur 2002: 268)
*
Evimizin önü kavak
Kavaktan dökülür yaprak
Elim kına yüzüm duvak

Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu

Evimizin önü ceviz
Cevizin içini yeriz
Sanki biz de gelin miyiz

Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu

Evimizin önü iğde
İğdenin dalları yerde
Altun kemer ince belde

Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu

Evimizin önü fındık
Fındığın dalını kırdık
Sanki biz de gelin olduk

Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu

Evimizin önü meşe
Sana vardım koşa koşa
Ümitlerim çıktı boşa

Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu

Gökte yıldız beş yüz elli
Elim kına saçım telli
Gelin oldum nerden beli

Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu

Evimizin önü kamış
Uzar gider vermez yemiş
Allah seni bana vermiş

Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu

Ali’nin bindiği atlar
Gül menekşe kokan atlar
Koynuma girmesin yatlar

Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu

Evimizin önü yazı
Yazıdan gelir kuzu
Seccâdeden kaldır yüzü

Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu[12] (Ergun-Uğur 2002: 269)
*
Getirin kokulu anber
Kavaklara bağlan çenber
Fidan Ayşa’m gidiyor
Yuyan hoca hoşca dönder
*
Göçtü çınar dalı dalından
Kurtulmadı ecelin elinden
Hamaylısı asılı kaldı
Hoş tut hoca yiğit kolundan
*
Bülbül gibi şakırdı
Hafız oğlan okurdu
Göçtü gitti cennete
Ağlasın dünya ağlasın
*
Odası kapandı tütmez ocak
Misafire kahvesini kim sunacak
Bundan böyle tütmez bu düman
Ağamın yerini kimler tutacak
*
Adlanılmaz dünyanın alına
Sarığını bağlayın salına
Göçtü mahallenin direği
Dostlar gidin kabristanına
*
Ocağı yanar sofrası çıkardı
Sabah akşam aşları pişerdi
Acaba misafirleri gelir mi
Onlara güleç güleç karşı çıkardı (Kendi 1959: 67-68)
*
ç. Ölüye Yakılan Bir İlahi: Yıkanırken Gülen Ölü
Bilinmez geçmiş zamanlarda bir hoca, bir ölüyü yıkarken ölü gülüvermiş. Ölünün başında bulunanlar korkuyla kaçmışlar. Hoca kaçmamış. Anlamlı anlamlı başını salamış. Ölüye şu ilâhiyi söylemiş:

Gönül neşaz olup güldün
Gabire varıp mı geldin
Sorucular suvalin
Verip de ona mı güldün

Gördün mü mizan dartısını
Gördün mü hem gorkusunu
İnce Sırat Köprüsünü
Geçip de ona mı güldün

Cehennem yıkılmış mı
Yıkılıp varan olmuş mu
Zebaniler dağılmış mı
Dağılıp ona mı güldün

Göğden indi mi rahmet
Ya vasıl oldu mu cennet
Şefaat etti mi Muhammet
İ[şi]dip de ona mı güldün

Sordular mı selatını
Gabol olmuş zekatını
Sağ eline beratını
Alıp da ona mı güldün (Küçükbezirci 2006: 73)

Değerlendirme ve Sonuç
Bin yıl önce Konya’yı yurt eden atalarımız, kültürlerini, dokuz bin yıllık bir kültür birikimiyle mezcetmişlerdir. Dolayısıyla Konya, doğumdan ölüme hayatın bütün evrelerini kapsayan zengin bir kültüre sahiptir. Biz bu makalemizde Konya şehir merkezi sakinleri “Gonyalı”ların ölüm etrafındaki inanış, örf, âdet ve uygulamalarını derlemeye çalıştık. Bu derlememiz esnasında bize kaynaklık eden kişilerin yanı sıra merhum Sedat Veyis Örnek (1927-1980)’in Anadolu Folklorunda Ölüm adlı alanında “başyapıt” sayılabilecek çalışmasından oldukça yararlandık. Zaten makalemizin ara başlıklarını gören bir ilgili bu etkilenmeyi hemen fark edecektir.
Bizim kaynak kişilerimiz hem ana hem baba tarafından Konya’nın yerlisidirler. Tabiatıyla naklettikleri bilgiler katışıksız, salt Konya’ya aittirler. Örnek ise, kitabında listelediği kaynak kişilerin sadece soyadı, adı ve memleketini belirtmiştir. Bu durumda Örnek’in Konyalı kaynak kişileri Hanım Halıcı ve Sare Obalar’dan derledikleri -her ne kadar kendi kaynak kişimiz bazılarını teyit etmişse de- bizimkine kıyasla biraz su götürür mahiyettedir.

Kaynakça
Altuntaş, Halil-Muzaffer Şahin (hzl.) (2011), Kur’an-ı Kerim Meâli, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara (12. bs.).
Ergun, Sadettin Nüzhet-Mehmet Ferit Uğur (2002), Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı, (Sadeleştiren: Prof. Dr. Hüseyin Ayan), T.C. Konya Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yayın No: 28, Konya.
İloğlu, Mustafa (ts.), Kenzü’l-ulûmü’m-mahfî/Gizli İlimler Hazinesi, I-VIII, Seda Yay., İstanbul.
Kendi, İbrahim Aczi (1959), Konya Mezar Folkloru, Yenikitap Basımevi, Konya.
Küçükbezirci, Seyit (2006), Konya Halkbilimi -Folklor Güldestesi-, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları: 115, Konya.
Odabaşı, A. Sefa (1999), Geçmişten Günümüze Konya Kültürü, Selçuklu Belediyesi Kültür Müdürlüğü Yayını No: 13, Konya.
Örnek, Sedat Veyis (1971), Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara.
Uz, M. Ali (2012), “Hacıfettah Mahallesi”, Konya Ansiklopedisi, C. IV, s. 77-81.
Kaynak Kişiler:
Seyit Küçükbezirci (S.K.): Konya, 1942, yüksek okul mezunu.
Ali Işık (A.I.): Başkuyu, 1954, üniversite mezunu (makale yazarı).
Neriman Işık (N.I.): Konya, 1955, ilkokul mezunu.
(Kaynak kişilerle Konya mezar taşlarını çalıştığımız 2002 ila 2004 yılları arasında müteaddit defalar görüşülmüştür.)


[1] Ayet mealleri DİB Kur’an-ı Kerim Meâli (hzl. Doç. Dr. Halil Altuntaş-Dr. Muzaffer Şahin, Ankara, 2011)’nden alınmıştır.
[2] Doğduğum köy, Kadınhanı-Başkuyu’da rüyada görülen deve Azrail olarak yorumlanmaktadır. Dolayısıyla rüyada deve görülmesi yörede bir ölümün vukua geleceğine; şayet deve, rüyayı gören kişinin avlusuna çökerse yakınlarından birisinin öleceğine yorulur (A.I.).
[3] Bacak ve ayakları şişerse (Başkuyu; A.I.).
[4] sekaratülmevt: Ölüm sarhoşluğu, kişinin ruhunu teslim etmeden önceki son anı.
[5] ilaç: Büyü, kara büyü. Kefen bezi; bir erkek veya kadının şehvetini bağlamak, evden kaçan asi bir kız veya homoseksüel ve yüz karası kişileri uslandırmak (İloğlu ts.: VI/1367; VIII/1805-1806); birbirini seven iki kişi ile kardeşleri birbirinden ayırmak ve bir kişinin aklını kaybetmesi (papaz büyüsü) için büyü malzemesi olarak kullanılmaktadır (https://www.mirbedirhanhoca.com/buyu-cesitleri-nelerdir/ Erişim: 19.11.2018/15.20).
[6] Konya’da eski bir mahalleye de ad olan أولوبڭلدى/أولوباڭلدى (ölü bañladı/beñledi: “Ölüye seslendi/ağıt yaktı”) ibaresi zamanla “Ölübenledi”, “Ölübekledi” biçimlerine dönüşmüştür (Uz 2012: 77).
[7] sapma: Mezarın tabanında ölünün içine yatırılacağı yan oyuntu.
[8] Bakara Suresi, 156. ayet: … “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz”...
[9] Kaynağın yazımı korunmuştur.
[10] Günümüzde mezarlık ziyaretleri daha çok arife günleri yapılıyor olsa da eski Konya’da çalışan erkek nüfus çoğunlukla esnaf ve zanaatkâr olduğundan, bunlar da arife günleri -geç vakitlere kadar- çalıştıklarından mezarlık ziyaretleri bayram namazı sonrası yapılırdı. Arife günü çalışan Konyalılar bu âdetlerini günümüzde de sürdürmektedirler.
[11] İlençler tarafımızdan alfabetik sıralanmıştır.
[12] Bu ağıt, “Uyan Alim” adıyla meşhur olmuş Konya türkülerindendir. Bu ağıtın türkü olarak nitelenen bir varyantı da Konyalı halk bilimci Seyit Küçükbezirci’nin Konya Halkbilimi isimli kitabındadır. Seyit Küçükbezirci’nin kendi derlemesi olarak kitabında yer alan türkünün hikâyesi şudur:
“Konya’nın eski, yaygın türkülerinden biri… Bir yeni gelinin ağıdı… 1957 yılında, Konya şehir içinde derlediğimiz bu türkünün hikâyesi, o zaman şöyle anlatılmıştı bize…
“Akşamüzeri düğün bitmiş. Güveği gerdeğe konulacak. Güveğinin arkadaşlarının güveği girerken, hep birden üstüne üşüşüp sırtına yumruk vurmaları bir âdet… Bu âdete göre, yumruklar güveğinin sırtına inmeğe başlar. Güveğinin aldığı gızı daha önceleri başka bir delikanlı severmiş. Sevdiği kızı alamayan delikanlı, önceden büyük bir temel çivisi hazırlamış. Güveğinin arkadaşlarından olduğu için, yumruk vuracakların arasında o da varmış. Yumruklar vurulurken o, elinde gizlediği temel çivisini saplamış. Heyecandan vurulan yumrukların acısından güveği sırtına bir çivi saplandığını bilememiş. Yarası sıcak olduğu için ilk önce tesirini göstermemiş. Gerdeğe girmiş, namaz kılmaya durmuş. Secdeye eğilmiş, bir daha doğrulamamış. Gelin kocasının seccadenin üzerinde uyuyakaldığını zannetmiş. Sonra öldüğünü anlamış. Kimseye de haber vermemiş. Bu türküyü yakmış, sabaha kadar ağlaya ağlaya söylemiş.” (Küçükbezirci 2006: 41-42)