7 Ekim 2017 Cumartesi

Şivlilik

Türk Dünyasında Konya Şehir Merkeziyle Sınırlı Bir Âdet:
ŞİVLİLİK
Ali IŞIK

Şivlilik, muhtevası itibariyle, bütün Türk ve İslâm âleminde sadece Konya şehir merkezinde yaşatılan bir gelenektir. Geleneğin coğrafyası gibi zamanı da Müslümanlarca “üç aylar” olarak bilinen zaman diliminin ilk ayı olan recebin ilk perşembesi ile mahduttur. Konya ağzındaki ifadesi ile de “ilk namaz”ın ilk perşembesidir (bk. Konya’da Namaz Âdeti). Bilindiği gibi bu günün gecesi de Regaip Kandili’dir.
Şivlilik âdetinin gerek Türk dünyasında gerekse bütün bir İslâm âleminde bulunmayıp da sadece Konya şehir merkezi ile sınırlı oluşu, bu âdetin, bu coğrafyada yaşamış eski bir kavme ait olduğu kanaatini kuvvetlendirmektedir. Günümüzde bu âdet çerçevesinde kullanımları ortadan kalkan, lakin elli altmış yıl öncesine kadar yaygın olan kaval ve trampetler, Şivlilik âdetine köken olarak Frigleri akla getirmektedir. Zira, efsaneye göre, ilk flütü keçiboynuzundan Tanrıça Athena yapmış; çalarken yüzünün aldığı şekilden dolayı diğer tanrı ve tanrıçalar tarafından alaya alınınca onu, bulup çalana lanet okuyarak yeryüzüne atmış. Bir zaman sonra onu bulan Frig yarı tanrısı Marsyas, zamanla Apollon’un çengiyle (lir) rekabet eder duruma gelmiş. Neticede ikisi arasında yapılan yarışmada hakemlik yapan Frig kralı Midas, oyunu Marsyas’tan yana kullanınca, bu duruma çok kızan Apollon Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına çevirmiş, Marsyas’ı da canlı canlı derisini yüzerek cezalandırmış (Işık 2013: 255).
Yapımı ve çalması maharet isteyen davul ve trampeti Konya’da yapıp satanlar, hatta ramazanlarda davul çalarak halkı sahura kaldıranlar Konya dış surunun Larende Kapısı’nın az güneyindeki mahalle (Uluğ Bey, günümüzde ise Şükran Mahallesi) sakinleridir. Beyaz tenleri, ekseriya çil yüzleri, kırmızı saçlarıyla, şivelerindeki hususiyetle ve kendi aralarındaki jargonlarıyla şehrin ahalisinden ayrılan, hatta diğer ahaliye hiç karışmayan ve elekçilik, kalburculuk, demircilik gibi işlerle iştigal eden bu insanları Naci Fikret [Baştak], Frig kılıç artıkları sayar ([Baştak] 1936: 52).
Eski Şivlilik kutlamaları çerçevesinde cereyan eden mahalle baskınları, kan dökmeye kadar varan kavgalar da bu âdetin İslam dışı bir kökenden geldiğini gösterir. Nitekim Frigler, Kübele ve Atis (Atys ve Sabaziyos) ayinini aynı surette çılgınca tören ve şenliklerle kutlarlar, ellerinde meşaleler olduğu hâlde feryatlar kopararak dağlara çıkarlar, bu esnada kendilerini de yaralarlar, hatta erkeklik uzuvlarını keserlerdi. Ev ev dolaşarak Şivlilik istemeğe gelince, bu da, yine Frigyalılarda mabut Kübelenin, Galle (Gal) ismindeki rahipleri de birer dilenci kıyafetiyle memleket memleket dolaşıp dilendiklerini hatıra getirir ([Baştak] 1936: 54).
Eski Konyalılar ise Şivlilik’i bir menkıbe ile Şeyh Şiblî’ye bağlarlar. Bir Türk-İslam mutasavvıfı olan Ebu Bekir Şiblî (247/861[?]-334/946), bir gece rüyasında Hazret-i Peygamber’in, annesinin rahmine recep ayının ilk perşembesi intikal ettiğini öğrenir. Büyük bir sevinç içerisinde uyanarak bunu, oturduğu semtin bütün evlerine vararak “Şiblî” nidasıyla müjdeler. Her hane sahibi de müjdelik olarak ona bir parça yiyecek verir. İşte eski Konyalılara göre Şivlilik’in çıkışı bu şekildedir ([Baştak] 1936: 54; Süslü 1946: 3). Oysa -her ne kadar Osmanlı Döneminde Hatunsaray yakınlarında adını taşıyan bir zaviye bulunsa da- Şiblî’nin Konya’da yaşadığına dair hiçbir tarihî kayıt yoktur.
Mustafa Kafalı ise: “Eskiden Konya’da çocuklar yırtıcı, göçmen bir kuş olan ve yerel ağızda ‘Cüllülük’ adıyla bilinen kuşa çıkardığı ses dolayısıyla şivlilik derlerdi.” diyerek Şivlilik eğlencesini leylek, kartal, çaylak gibi göçmen kuşların dönüşünü kutlamaya yönelik bir Nevruz eğlencesi (Kafalı 1995: 27) olarak yorumlarsa da başka Türk coğrafyalarında bu âdetin bulunmayışı bu görüşü imkânsız kılar.
Konyalılar, Şivlilik’in kökeni gibi adını da Şeyh Şiblî’ye (Şibli-lik>Şivlilik) bağlarlarsa da, bu kelimenin kökeni de muhtemelen Frigceden gelmektedir. Bu toprakları Türk yurdu hâline getiren, ancak resmî dil ve edebiyat dili olarak Farsçayı, ilim dili olarak Arapçayı tercih eden Türkiye Selçuklularının bu kelimeyi türettikleri kabulünde ise; Farsçada “karışma, uyuşma” anlamlarına da gelen “şîb” (şîbîden fiilinin kökü) (Muin 1371/1992: 2101) ile Arapçada “doyuran, açlığı gideren” anlamlı “şib’” (Mutçalı 1995: 428) kelimeleri anlamları itibariyle Şivlilik’e köken olabilir görünen kelimelerdir (şib-li-lik>şivlilik).
Günümüzde Şivlilik âdeti bir gün ve bir gece ile sınırlı olsa da eskiden öncesiyle neredeyse bir ay süreyle çocukların, dolayısıyla da ebeveynlerinin hayatını yakından ilgilendirmiştir. XX. yüzyılın başlarına kadar cemaziyelahir ayının girmesiyle –üç aylara/namaza bir ay olmasına rağmen- akşam yemeğinden sonra duyulmaya başlayan trampet ve davul sesleri çarşıda ve evlerde Şivlilik hareketliliğini başlatırdı. Öncelikle Kapı Camii’nin güney tarafına düşen Bulgur Tekkesi civarındaki Uluğbey sakinlerinin çarşılarına gidilerek oradan birer trampet ve kaval; sonra da evde yapılmış veya yapılacak kâğıt fenerler için mum satın alırlardı. O zamanlar henüz stearin mumlar bulunmadığı için iç yağından yapılmış, dipleri kırmızı veya yeşile boyanmış mumlar satın alınırken mahalle mescit ve camilerinin hakkı da unutulmaz, deste deste alınırdı. O zamanlarda günümüzdeki gibi fener yapımını ekseriya mahallelerin bu hususta kabiliyetli gençleri üstlenirlerdi. Fener için yarım veya bir tabaka eseri cedit kâğıdı alınır, üzerine çeşitli renkli boyalarla türlü şekiller, resimler, özellikle de at yahut eli kılıçlı ve bir ata binmiş bir kahraman, mesela Şah İsmail veya Âşık Kerem resimleri yapılır, sonra ayrıca hazırlanmış olan ortası delik bir tahta tekerleğin kenarına bir silindir oluşturularak yapıştırılır; bu tahtanın delik olan ortasından da ekseriya bir karga kamışı ve bazen de bir değnek geçirilerek onların çukur olan uçlarına da mumu yerleştirilirdi. Fener yapımı XX. yüzyıl ortalarına doğru yavaş yavaş yerini hazır fenerlere bırakmaya başlamıştır. Bu dönemde Aziziye Camii’nin hemen batısındaki Attarlar Çarşısı’ndaki bütün dükkânlar, rengârenk, irili ufaklı “karpuz, davul, sünme, kuyruklu” isimleri verilen kâğıt fenerlerle tepeden tırnağa kadar doldurulurdu. Bu dönemde mumlar da değişip iç yağından yapılan mumların yerini ispermeçetten mamul mumlar almıştır.
Bu dönemde fener almaya gücü yetmeyen çocuklar ise kendilerine basit “maşalla”lar (meşale) yaparlardı. Maşalla, bir sopanın ucuna çakılmış silindirik küçük bir metal kutudan ibaretti. Kutunun içine konulan küle gaz yağı dökülerek yakılırdı. Maşallanın alevi zayıflamaya başladığında ince bir değnek parçası vasıtasıyla kül karıştırılarak alevi canlandırılırdı.
Akşam yemeğini alelacele yiyen çocuklar, el-ağız yıkama gereği bile duymadan, kimi fener veya maşallasını, kimi de trampet ya da kavalını kaptığı gibi sokağa fırlardı. Daha ortalık iyice kararmadığı hâlde evler arasına gerilen iplere asılı rengârenk kâğıt fenerlerle donatılan ve kaval, trampet seslerinin yükseldiği bütün sokaklar bir şehrayin meydanı hâlini alırdı. Karanlığın iyice çöktüğü saatlerde: “Vurun ülen vurun!” nidalarıyla kopuveren bir baskın bu şehrayin meydanını bir savaş alanına çevirmeye yeterdi. Şivlilik mevsiminde yeni yetme ve gençlerden oluşan mahalle ordularının her gece başka bir mahalleye baskına gitmeleri de bu âdetin bir parçasıydı. İlk geceleri sakin geçse de recebin ilk perşembesi yaklaştıkça mahalle baskınları ve kavgalar sıklaşırdı.
Mahalle baskınları çoğu zaman düzenli bir ordu disiplini içerisinde de vukua gelirdi. Elleri sopalı, belleri kamalı mahalle gençleri, aralarında elleri maşallalı çocuklar, önlerinde meydan okuyan bir ahenkle ilerleyen trampetçiler ve kavalcılar olduğu hâlde yavaş yavaş muhasım mahallenin hududuna yaklaşırlar. Trampet bütün şiddetiyle gürlemekte, kavallar kulak tırmalayıcı sesleriyle ortalığı inletmekte devam ederken hep bir ağızdan bağrışma başlar: Vurun ülen, vurun...
Eğer baskına uğrayan taraf hazırlanmamışsa şüphesiz kaçarlar, saklanırlar; fakat onlar da hazırlanmışsa manzara müthiş bir renge girer. Başlar yarılır, burunlar kanar, vücudun pek çok yeri şişer, morarır. Bir taraftan da trampetlerin ipleri çekilir, bu mümkün olmazsa derileri yırtılır, kasnakları parçalanır, ipte asılı fenerler imha edilirdi. Mahalle baskınları recebin ilk perşembe gecesi, yani Regaip Kandili’nde sona ererdi. Bu gecenin gündüzünde toplanan şivlilik bir bakıma işi tatlıya bağlardı.
Geçmişten günümüze bütün Konya çocukları recebin ilk perşembesi sabahını iple çekerler. Zira sabahın erken saatlerinden itibaren şivlilik toplanacaktır. O zamanlar şivlilik keselerini, günümüzde poşetlerini ellerine alan çocuklar, büyüklü küçüklü gruplar hâlinde komşularından başlamak üzere bütün bir sokağı, mahalleyi, hatta keseleri/poşetleri doluncaya kadar başka başka semtleri günümüzde unutulmaya başlayan:

Şivli şivli şişirmiş
Ergen oğlu bişirmiş
İki çörek bir börek
Bize Namazlık gerek
Şivliliiik!

Yahut:

Şivli şivli şişirmiş
Erken kalkan bişirmiş
İki çörek bir börek
Bize Namazlık gerek
Şivliliiik!

Tekerleme ve nidalarıyla kapı kapı gezerler (Eski Konyalılar tekerlemedeki “Ergen oğlu”nun bu âdetin başlatıcı Şiblî olduğunu söylerler). Evlerde önceden hazır edilen şivlilikler geçmişte kırık leblebi ve kuru üzüm karışımı, çeşitli meyve kuruları, iğde, kabuklu fıstık ve peynir şekeri gibi yiyeceklerden oluşurken, günümüzde bunlar yerini ambalajlı şeker, gofret, bisküvi ve çikolatalara bırakmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:
[BAŞTAK], Naci Fikret (1936), “-Konya Şehrine Mahsus Eski Âdetlerden- Namaz ve Şivlilik”, Konya, S. 1 (Eylül), s. 51-54.
SÜSLÜ, Memduh Yavuz (1946), “Köşemden: Konya’da 40 Yıl İçinde Geçen Ramazan Hatıralarından Bazı Belirtiler -2-”, Babalık, Konya, 22 Ağustos, s. 3.
ATAMAN, Mustafa (1960), “Şivlilik”, TFA, c. VI, sy. 127 (Şubat), s. 2089-2090.
MİM A. (1960), “Namaz-Şivlilik”, Yeni Meram, Konya, 1 Ocak, s. 2.
AYDIN, Mehmet (1985), “Konya’daki Manevi Halk İnançlarının Dinler Tarihi Açısından Tahlili”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Konya, S. 1. s. 19-35.
Kafalı, Mustafa (1995), “Türk Kültüründe Nevruz ve Takvim”, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, (haz. Sadık Tural), Ankara: Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Kongre ve Sempozyum Bildirileri Dizisi, S. 5.
SAKAOĞLU, Saim (2000a), “Şivlilik Geliyor”, Çaybaşı Yazıları, Konya, s. 83-85.
                                 (2000b), “Şivlilik”, Çaybaşı Yazıları, Konya, s. 86-89.
IŞIK, Ali (2000), “Konya’da Namaz ve Şivlilik Âdetleri”, Yeni İpek Yolu Konya Kitabı III, s. 18-22.
                 (2013), “Şivlilik Adı ve Kökeni Üzerine…”, Merhaba/Akademik Sayfalar, c. XIII, S. 16 (15 Mayıs), s. 254-256.
MUİN, Doktor Muhammed (1371/1992), Ferheng-i Fârisî, c. II, Tahran.
MUTÇALI, Serdar (1995), Arapça-Türkçe Sözlük, İstanbul.

ALİ IŞIK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder