Türk Dünyasında
Konya Şehir Merkeziyle Sınırlı Bir Âdet:
ŞİVLİLİK
Ali IŞIK
Şivlilik, muhtevası itibariyle, bütün Türk
ve İslâm âleminde sadece Konya şehir merkezinde yaşatılan bir gelenektir. Geleneğin
coğrafyası gibi zamanı da Müslümanlarca “üç aylar” olarak bilinen zaman
diliminin ilk ayı olan recebin ilk perşembesi ile mahduttur. Konya ağzındaki
ifadesi ile de “ilk namaz”ın ilk perşembesidir (bk. Konya’da Namaz Âdeti).
Bilindiği gibi bu günün gecesi de Regaip Kandili’dir.
Şivlilik âdetinin gerek Türk dünyasında gerekse
bütün bir İslâm âleminde bulunmayıp da sadece Konya şehir merkezi ile sınırlı
oluşu, bu âdetin, bu coğrafyada yaşamış eski bir kavme ait olduğu kanaatini
kuvvetlendirmektedir. Günümüzde bu âdet çerçevesinde kullanımları ortadan
kalkan, lakin elli altmış yıl öncesine kadar yaygın olan kaval ve trampetler,
Şivlilik âdetine köken olarak Frigleri akla getirmektedir. Zira, efsaneye göre,
ilk flütü keçiboynuzundan Tanrıça Athena yapmış; çalarken yüzünün aldığı
şekilden dolayı diğer tanrı ve tanrıçalar tarafından alaya alınınca onu, bulup
çalana lanet okuyarak yeryüzüne atmış. Bir zaman sonra onu bulan Frig yarı
tanrısı Marsyas, zamanla Apollon’un çengiyle (lir) rekabet eder duruma gelmiş. Neticede
ikisi arasında yapılan yarışmada hakemlik yapan Frig kralı Midas, oyunu Marsyas’tan
yana kullanınca, bu duruma çok kızan Apollon Midas’ın kulaklarını eşek
kulaklarına çevirmiş, Marsyas’ı da canlı canlı derisini yüzerek cezalandırmış
(Işık 2013: 255).
Yapımı ve çalması maharet isteyen davul ve
trampeti Konya’da yapıp satanlar, hatta ramazanlarda davul çalarak halkı sahura
kaldıranlar Konya dış surunun Larende Kapısı’nın az güneyindeki mahalle (Uluğ
Bey, günümüzde ise Şükran Mahallesi) sakinleridir. Beyaz tenleri, ekseriya çil
yüzleri, kırmızı saçlarıyla, şivelerindeki hususiyetle ve kendi aralarındaki
jargonlarıyla şehrin ahalisinden ayrılan, hatta diğer ahaliye hiç karışmayan ve
elekçilik, kalburculuk, demircilik gibi işlerle iştigal eden bu insanları Naci
Fikret [Baştak], Frig kılıç artıkları sayar ([Baştak] 1936: 52).
Eski Şivlilik kutlamaları çerçevesinde
cereyan eden mahalle baskınları, kan dökmeye kadar varan kavgalar da bu âdetin
İslam dışı bir kökenden geldiğini gösterir. Nitekim Frigler, Kübele ve Atis (Atys
ve Sabaziyos) ayinini aynı surette çılgınca tören ve şenliklerle kutlarlar,
ellerinde meşaleler olduğu hâlde feryatlar kopararak dağlara çıkarlar, bu
esnada kendilerini de yaralarlar, hatta erkeklik uzuvlarını keserlerdi. Ev ev
dolaşarak Şivlilik istemeğe gelince, bu da, yine Frigyalılarda mabut Kübelenin,
Galle (Gal) ismindeki rahipleri de birer dilenci kıyafetiyle memleket memleket
dolaşıp dilendiklerini hatıra getirir ([Baştak] 1936: 54).
Eski Konyalılar ise Şivlilik’i bir menkıbe
ile Şeyh Şiblî’ye bağlarlar. Bir Türk-İslam mutasavvıfı olan Ebu Bekir Şiblî
(247/861[?]-334/946), bir gece rüyasında Hazret-i Peygamber’in, annesinin
rahmine recep ayının ilk perşembesi intikal ettiğini öğrenir. Büyük bir sevinç
içerisinde uyanarak bunu, oturduğu semtin bütün evlerine vararak “Şiblî”
nidasıyla müjdeler. Her hane sahibi de müjdelik olarak ona bir parça yiyecek
verir. İşte eski Konyalılara göre Şivlilik’in çıkışı bu şekildedir ([Baştak]
1936: 54; Süslü 1946: 3). Oysa -her ne kadar Osmanlı Döneminde Hatunsaray
yakınlarında adını taşıyan bir zaviye bulunsa da- Şiblî’nin Konya’da yaşadığına
dair hiçbir tarihî kayıt yoktur.
Mustafa Kafalı ise: “Eskiden
Konya’da çocuklar yırtıcı, göçmen bir kuş olan ve yerel ağızda ‘Cüllülük’
adıyla bilinen kuşa çıkardığı ses dolayısıyla şivlilik derlerdi.” diyerek Şivlilik
eğlencesini leylek, kartal, çaylak gibi göçmen kuşların dönüşünü kutlamaya
yönelik bir Nevruz eğlencesi (Kafalı 1995: 27) olarak yorumlarsa da başka Türk
coğrafyalarında bu âdetin bulunmayışı bu görüşü imkânsız kılar.
Konyalılar, Şivlilik’in kökeni gibi adını
da Şeyh Şiblî’ye (Şibli-lik>Şivlilik) bağlarlarsa da, bu kelimenin kökeni de
muhtemelen Frigceden gelmektedir. Bu toprakları Türk yurdu hâline getiren,
ancak resmî dil ve edebiyat dili olarak Farsçayı, ilim dili olarak Arapçayı
tercih eden Türkiye Selçuklularının bu kelimeyi türettikleri kabulünde ise; Farsçada
“karışma, uyuşma” anlamlarına da gelen “şîb” (şîbîden fiilinin kökü) (Muin
1371/1992: 2101) ile Arapçada “doyuran, açlığı gideren” anlamlı “şib’” (Mutçalı
1995: 428) kelimeleri anlamları itibariyle Şivlilik’e köken olabilir görünen
kelimelerdir (şib-li-lik>şivlilik).
Günümüzde Şivlilik âdeti bir gün ve bir
gece ile sınırlı olsa da eskiden öncesiyle neredeyse bir ay süreyle çocukların,
dolayısıyla da ebeveynlerinin hayatını yakından ilgilendirmiştir. XX. yüzyılın
başlarına kadar cemaziyelahir ayının girmesiyle –üç aylara/namaza bir ay
olmasına rağmen- akşam yemeğinden sonra duyulmaya başlayan trampet ve davul
sesleri çarşıda ve evlerde Şivlilik hareketliliğini başlatırdı. Öncelikle Kapı
Camii’nin güney tarafına düşen Bulgur Tekkesi civarındaki Uluğbey sakinlerinin çarşılarına
gidilerek oradan birer trampet ve kaval; sonra da evde yapılmış veya yapılacak
kâğıt fenerler için mum satın alırlardı. O zamanlar henüz stearin mumlar
bulunmadığı için iç yağından yapılmış, dipleri kırmızı veya yeşile boyanmış
mumlar satın alınırken mahalle mescit ve camilerinin hakkı da unutulmaz, deste
deste alınırdı. O zamanlarda günümüzdeki gibi fener yapımını ekseriya
mahallelerin bu hususta kabiliyetli gençleri üstlenirlerdi. Fener için yarım
veya bir tabaka eseri cedit kâğıdı alınır, üzerine çeşitli renkli boyalarla türlü
şekiller, resimler, özellikle de at yahut eli kılıçlı ve bir ata binmiş bir
kahraman, mesela Şah İsmail veya Âşık Kerem resimleri yapılır, sonra ayrıca
hazırlanmış olan ortası delik bir tahta tekerleğin kenarına bir silindir oluşturularak
yapıştırılır; bu tahtanın delik olan ortasından da ekseriya bir karga kamışı ve
bazen de bir değnek geçirilerek onların çukur olan uçlarına da mumu
yerleştirilirdi. Fener yapımı XX. yüzyıl ortalarına doğru yavaş yavaş yerini
hazır fenerlere bırakmaya başlamıştır. Bu dönemde Aziziye Camii’nin hemen
batısındaki Attarlar Çarşısı’ndaki bütün dükkânlar, rengârenk, irili ufaklı
“karpuz, davul, sünme, kuyruklu” isimleri verilen kâğıt fenerlerle tepeden
tırnağa kadar doldurulurdu. Bu dönemde mumlar da değişip iç yağından yapılan
mumların yerini ispermeçetten mamul mumlar almıştır.
Bu dönemde fener almaya gücü yetmeyen
çocuklar ise kendilerine basit “maşalla”lar (meşale) yaparlardı. Maşalla, bir
sopanın ucuna çakılmış silindirik küçük bir metal kutudan ibaretti. Kutunun
içine konulan küle gaz yağı dökülerek yakılırdı. Maşallanın alevi zayıflamaya
başladığında ince bir değnek parçası vasıtasıyla kül karıştırılarak alevi
canlandırılırdı.
Akşam yemeğini alelacele yiyen çocuklar,
el-ağız yıkama gereği bile duymadan, kimi fener veya maşallasını, kimi de trampet
ya da kavalını kaptığı gibi sokağa fırlardı. Daha ortalık iyice kararmadığı hâlde
evler arasına gerilen iplere asılı rengârenk kâğıt fenerlerle donatılan ve
kaval, trampet seslerinin yükseldiği bütün sokaklar bir şehrayin meydanı hâlini
alırdı. Karanlığın iyice çöktüğü saatlerde: “Vurun ülen vurun!” nidalarıyla
kopuveren bir baskın bu şehrayin meydanını bir savaş alanına çevirmeye yeterdi.
Şivlilik mevsiminde yeni yetme ve gençlerden oluşan mahalle ordularının her
gece başka bir mahalleye baskına gitmeleri de bu âdetin bir parçasıydı. İlk geceleri
sakin geçse de recebin ilk perşembesi yaklaştıkça mahalle baskınları ve
kavgalar sıklaşırdı.
Mahalle baskınları çoğu zaman düzenli bir
ordu disiplini içerisinde de vukua gelirdi. Elleri sopalı, belleri kamalı
mahalle gençleri, aralarında elleri maşallalı çocuklar, önlerinde meydan okuyan
bir ahenkle ilerleyen trampetçiler ve kavalcılar olduğu hâlde yavaş yavaş
muhasım mahallenin hududuna yaklaşırlar. Trampet bütün şiddetiyle gürlemekte,
kavallar kulak tırmalayıcı sesleriyle ortalığı inletmekte devam ederken hep bir
ağızdan bağrışma başlar: Vurun ülen, vurun...
Eğer baskına uğrayan taraf hazırlanmamışsa
şüphesiz kaçarlar, saklanırlar; fakat onlar da hazırlanmışsa manzara müthiş bir
renge girer. Başlar yarılır, burunlar kanar, vücudun pek çok yeri şişer,
morarır. Bir taraftan da trampetlerin ipleri çekilir, bu mümkün olmazsa
derileri yırtılır, kasnakları parçalanır, ipte asılı fenerler imha edilirdi. Mahalle
baskınları recebin ilk perşembe gecesi, yani Regaip Kandili’nde sona ererdi. Bu
gecenin gündüzünde toplanan şivlilik bir bakıma işi tatlıya bağlardı.
Geçmişten günümüze bütün Konya çocukları
recebin ilk perşembesi sabahını iple çekerler. Zira sabahın erken saatlerinden
itibaren şivlilik toplanacaktır. O zamanlar şivlilik keselerini, günümüzde
poşetlerini ellerine alan çocuklar, büyüklü küçüklü gruplar hâlinde
komşularından başlamak üzere bütün bir sokağı, mahalleyi, hatta
keseleri/poşetleri doluncaya kadar başka başka semtleri günümüzde unutulmaya
başlayan:
Şivli şivli şişirmiş
Ergen oğlu bişirmiş
İki çörek bir börek
Bize Namazlık gerek
Şivliliiik!
Yahut:
Şivli şivli şişirmiş
Erken kalkan bişirmiş
İki çörek bir börek
Bize Namazlık gerek
Şivliliiik!
Tekerleme ve nidalarıyla kapı kapı
gezerler (Eski Konyalılar tekerlemedeki “Ergen oğlu”nun bu âdetin başlatıcı
Şiblî olduğunu söylerler). Evlerde önceden hazır edilen şivlilikler geçmişte
kırık leblebi ve kuru üzüm karışımı, çeşitli meyve kuruları, iğde, kabuklu
fıstık ve peynir şekeri gibi yiyeceklerden oluşurken, günümüzde bunlar yerini ambalajlı
şeker, gofret, bisküvi ve çikolatalara bırakmıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
[BAŞTAK], Naci Fikret (1936), “-Konya
Şehrine Mahsus Eski Âdetlerden- Namaz ve Şivlilik”, Konya, S. 1 (Eylül),
s. 51-54.
SÜSLÜ, Memduh Yavuz (1946), “Köşemden:
Konya’da 40 Yıl İçinde Geçen Ramazan Hatıralarından Bazı Belirtiler -2-”, Babalık,
Konya, 22 Ağustos, s. 3.
ATAMAN, Mustafa (1960), “Şivlilik”, TFA,
c. VI, sy. 127 (Şubat), s. 2089-2090.
MİM A. (1960), “Namaz-Şivlilik”, Yeni
Meram, Konya, 1 Ocak, s. 2.
AYDIN, Mehmet (1985), “Konya’daki Manevi
Halk İnançlarının Dinler Tarihi Açısından Tahlili”, Selçuk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Konya, S. 1. s. 19-35.
Kafalı, Mustafa (1995), “Türk Kültüründe Nevruz
ve Takvim”, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni
Bildirileri, (haz. Sadık Tural), Ankara: Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Kongre ve Sempozyum Bildirileri Dizisi, S.
5.
SAKAOĞLU, Saim (2000a), “Şivlilik
Geliyor”, Çaybaşı Yazıları, Konya, s. 83-85.
(2000b), “Şivlilik”, Çaybaşı Yazıları,
Konya, s. 86-89.
IŞIK, Ali (2000), “Konya’da Namaz ve
Şivlilik Âdetleri”, Yeni İpek Yolu Konya Kitabı III, s. 18-22.
(2013), “Şivlilik Adı ve Kökeni Üzerine…”, Merhaba/Akademik
Sayfalar, c. XIII, S. 16 (15 Mayıs), s. 254-256.
MUİN, Doktor Muhammed (1371/1992), Ferheng-i Fârisî, c. II, Tahran.
MUTÇALI, Serdar (1995), Arapça-Türkçe
Sözlük, İstanbul.
ALİ IŞIK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder