22 Şubat 2023 Çarşamba

YAYIMLANMASI SONRASI KONYA VİLAYETİ HALKİYAT VE HARSİYATI ÜZERİNE YAZILAN YAZILAR VE YAPILAN TENKİTLER -1

 M. Ferit Uğur ve Sadeddin Nüzhet Ergun tarafından 1926 yılında yayımlanan, 2002 yılında Prof. Dr. Hüseyin Ayan tarafından günümüz harflerine aktarılarak ikinci, 2015 yılında da üçüncü baskısı yapılan Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı, Konya halk bilimi üzerine yayımlanmış ilk kitaptır. Yarı geliri Tayyare Cemiyetine bırakılan kitap yayımlandıktan sonra hakkında olumlu ve olumsuz pek çok söz söylenmiş, yazılar kaleme alınmıştır. Bu yazımızda mezkûr kitap hakkında bugüne kadar bulabildiğimiz yazıları iktibas edeceğiz.

Üzerine yazılan ilk yazı henüz kitap hâlinde okuyucuyla buluşmadan Babalık gazetesinde yayımlanan bir haber yazısıdır. Bu yazıdan mezkûr kitabın önce fasiküller hâlinde basılıp dağıtıldığını öğreniyoruz. Henüz birkaç fasikülü basılan eserin sayfa sayısı biraz abartılı tahmin edilmiştir.

 

Kıymetli ve Mühim Bir Eser

Konya Halkiyat ve Harsiyatı namıyla büyük bir kitap neşrediliyor

Konya’mızın fazıl üstadı, Erkek Muallim Mektebi ruhiyat [psikoloji] muallimi Ferit Bey’le mütetebbi [araştırıcı] ve gayur [çok çalışkan] gençlerimizden [mez]kûr mektep edebiyat muallimi Sadeddin Nüzhet Bey tarafından müştereken “Konya Halkiyatı” namıyla kıymetli bir eser neşredilmeğe başlanmıştır.

Tahminen 500-600 sahife olan bu eserin birkaç nüshası çıkmıştır. Bir ay zarfında tamamen ikmal-i tabı [basımı tamamlanacağı] ümit edilen bu pek mühim eserin memleketimiz için şiddetle derece-i lüzumuna kani olmayan bir fert yoktur zannederiz.

Vaktiyle bu gibi eserlere, kitaplara, yazılara ehemmiyet verilmemesinden dolayı başlı başına muazzam bir devr-i medenî başlayan Konya’nın Selçukiler devrine, o zamanki ecdadımızın tarz-ı hayat ve maişetlerine ait eldeki asar gayr-i kâfidir. Pek azdır.

Elde ve dilde menkıbe hâlinde sürülüp gelen mevcut asar, şimdiye kadar ciddi bir mesai ile toplanmamış, neşredilmemiştir.

Bu kıymetli kitap, Konya ve mülhakatında [bağlı yerlerinde] yetişmiş saz ve kalem şairlerinin şiirleriyle tercüme-i hâlinden, bu havalide nas [insan] arasında söylenen darbımeseller ve bilmeceler ile öğretilmesi lazım olan Türk adlarını ihtiva edecektir.

Hükümetimiz halk hükümetidir. Halkçılığın ehemmiyet ve kıymeti tamamen takdir edilmiş bir devri yaşadığımızdan çok bahtiyarız.

Bu gibi kıymetli eserler halk sevgisinin kalpte yanmasına, parlamasına azami yardımı itibariyle ayrıca bir hususiyet ahzeder.

Binaenaleyh; bu vatan ve irfan-perverane [kültür severliğe yaraşır] eserin kıymetli müelliflerini derin bir hiss-i tebrik ve takdirle alkışlayıp ikmal muvaffakiyeti temenni ederken; eserin tabını nısfı [yarısı] tayyare menfaatine olmak üzere temine bezl-i himmet [bol yardım] ve gayret gösteren Tayyare Konya Şubesi Reisi belediye reisimiz Kâzım Bey Efendi’ye irfan-ı belediyemiz namına teşekkürü bir borç biliriz (Anonim 1926/1344) (Nu. 1).

 

Aşağıdaki yazı, mezkûr kitabın Türk Yurdu dergisinde yayımlanan tanıtım yazısıdır. Bu yazıda esere dair ilk tenkit cümleleri de yer alır. Tenkitlerin en dikkat çekeni ise Türkçenin ağızlarının ses özelliklerini gösterecek henüz bir fonetik alfabemizin olmayışıdır.

 

Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı

Müellifleri: Sadeddin Nüzhet ve Mehmed Ferit – Konya, 1926 – Büyük hacimde 350 sahife

Konya Erkek Muallim Mektebi edebiyat muallimi Sadeddin Nüzhet ve ruhiyat muallimi Mehmed Ferit beyler tarafından hâsılatının nısfı Tayyare Cemiyetine ait olmak üzere neşredilen bu güzel eser “Konya vilayeti şairleri, mâniler, ninniler, türküler, ağıtlar, bilmeceler, darbımeseller, fıkralar, tabirler, tekerlemeler, kinayeler, dilekler, ilençler, Türk isimleri, ilaveler, lügatçe” mübahisini [konularını] havidir. Konya’yı “halkiyat” nokta-i nazarından şayan-ı ehemmiyet bir surette tetkik eden müellifler, görülüyor ki, bu hususta pek kıymetli malzeme toplamışlardır. Bizim nokta-i nazarımıza göre müellifler, eski tezkire ve tarihlerde yazılan malumata istinaden Konya’dan yetişen klasik şairler hakkında malumat verecek yerde, o sahifeleri de halk şairlerine yahut isimleri ve eserleri hiçbir yerde zapt ve tespit edilmemiş şahsiyetlere tahsis etseler daha münasip olurdu. Esasen şairler kısmında en ziyade bu ikinci kısma ehemmiyet verildiğini memnuniyetle görüyoruz. İhtiva ettiği etnoğrafik mevad [konular] itibariyle kıymetli olan bu eser, lisaniyat nokta-i nazarından maalesef bir malzeme hizmetini göremez. Çünkü kelimeler telaffuzu “fonetik harfler”le tespit edilmemiştir. Böyle yapılmış olsaydı, lisan itibariyle de büyük ehemmiyeti olacaktı. Mamafih bu kusur müelliflerin değildir, ilim âlemimizde henüz böyle harflerin tespit edilmemesi ve bir de tap müşkilatı onları böyle bir tespitte bulunmaktan menetmiştir. Son söz olarak müellifleri samimiyetle tebrik ederken, diğer vilayetlerimizdeki genç muallim ve Ocaklılarımızın da memleketi tanıtacak bu gibi müfit [faydalı] eserler vücuda getirmelerini temenni eyleriz (Anonim 1926) (Nu. 2).

*

Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı üzerine Naci Fikret Baştak da Babalık gazetesinde iki yazı yayımlar. Naci Fikret, ilk yazısında mezkûr kitabın, Konya’nın eski ve yeni şairlerini ve şiirlerinden örneklerle edebî yönünden ziyade tarihî birer belge hükmündeki âşık tarzı şiirleri bir araya toplayan bir eser olması, yanı sıra şiir yazdığını saklayan bazı kişileri tanıtması hususlarındaki faydalarını vurgular.

 

Konya Halkiyat ve Harsiyatı

Çoğumuzun üzerinde pek kadim bir hakk-ı talim ve tedrisi [eğitim ve öğretim hakkı] bulunan Ferit Bey Efendi ile Sadeddin Nüzhet Bey taraflarından yılmaz bir azim ve himmet ve medit [uzun süreli] bir sabır ve sebat ile vücuda getirilen bu mühim eser; muhit-i irfanımızdaki büyük bir boşluğu doldurmuştur.

Dört yüz sahifeye takarrüp etmiş [yaklaşmış] olan bu eserin ihtiva ettiği büyük ve belli başlı mebahisi [konuları] nazar-ı dikkate alırsak bu hükmün isabetini tasdikte tereddüt etmeyiz. Her şeyden evvel şunu itiraf etmeliyiz ki bu gibi eserler; yorgun, bezgin velhâsıl nevrastenik [evhamlı, kuruntulu] adamların kârı değildir. Bunları başarabilmek tükenmek bilmez bir kudret-i asabiyenin [sinir gücünün] vücuduna mütevakkıftır [bağlıdır].

Konya’da ne kadar şair yetişmiştir?

İşte bir sual ki cevabı ufak bir himmete mütevakkıf gibi görünür, hâlbuki keyfiyet öyle değildir.

Evvelâ: Gerek eskiden ve gerek muasır olarak şehrimizde yetişmiş şairleri bilenler pek azdır; bu hususta mehaz [kaynak] olabilecek kitaplar olmadığı gibi olanların da ya mevcut nüshası kalmamış ve yahut izahat ve tafsilat-ı kafiyeyi [yeterli anlatım ve açıklamaları] ihtiva etmemişlerdir. Sonra, bu şairlerin eserlerini elde edebilmek daha müşküldür.

Asar-ı manzumesi gerek ahbaplarının, gerek evlat ve ekaribinin [yakın akrabalarının] taht-ı tasdikinde [doğrulaması altında] bulunan birçok zevat vardır ki ya, evrak-ı metrukesinin [geride bıraktığı kâğıtların, belgelerin] ötede beride kaybolup gitmiş olmasından ve yahut müteallikatı [yakınları] tarafından eserleri her nasılsa gösterilmemekte ısrar edilmesinden dolayı küçük bir kıtasını bile ele geçirmek, âdeta bir kale fethetmekten daha müşkül bir hâl almıştır.

Mesela: Merhum pederim Mustafa Fikri Efendi’nin birçok asar-ı manzumesi olduğu hâlde, bütün evrak-ı perişanını karıştırmış olmama rağmen, ancak birkaç parçasını elde edebildim.

İşte muhterem üstadımız Ferit Bey Efendi, her türlü maddi menfaat endişesinden tamamıyla azade bir hâlde ve sırf bir hizmet-i vataniye ve milliye ifası gayretiyle, meşhur ve maruf şairlerimizin asar-ı metrukesini araştırırken ne kadar garip, tuhaf, elim ve şayan-ı teessüf ve sair muamelelere maruz kalmışlardır. Fakat o, bütün bu müşkülata rağmen yılgınlık ve bezginlik göstermemiş, bu mühim eseri, âdeta, fethetmiştir.

Eserin âlem-i irfan ve edebiyatımızda büyük bir boşluğu ne suretle doldurduğunu izah edelim:

“Halkiyat ve Harsiyat”ın birinci kısmını; Konya’da yaşamış “şairler” teşkil eder. Şimdiye kadar böyle muayyen bir şehirden yetişmiş şuara-yı kadime ve hazıranın [şimdiki ve eski şairlerin] hayat ve asarını ihtiva eden bir eser gördüğümü hatırlamıyorum. Hepimizin az çok malumumuz olan bazı şairlerimiz vardır ve belki onların muntazam eserlerinden de birkaç parça hatırlarımızda kalmıştır; işte o kadar.

Hâlbuki; bilmediklerimiz, tanımadıklarımız, eserlerini değil, hatta isimlerini bile işitmediğimiz seve seve okunacak; şu ve yahut bu nokta-i nazardan faydalı ve yahut manidar bulunacak birçok şiirleri de vardır.

Bir de bu manzumelerin kıymetleri yalnız “edebî” değildir; belki daha ziyade, vücuda getirildiği zamanın bazı vekayi ve hadisatıyla: tabii, cevvi [atmosferle ilgili], hayati, içtimai, ahlaki, tarihî, siyasi bir vakasıyla alakadar bulunmalarında, o zamanda hâkim olan bazı telakkilere, bazı kanaatlere tercüman olmalarındadır.

İşte bu itibarladır ki bu kabil yazılar, çok defa sağlam bir vezin ve kafiyeden mahrum da olsalar, bu nispi ve izafi kıymetleri, bu manidarlıkları itibarıyla, birer vesika hükmünde oldukları cihetle haiz-i ehemmiyettirler. İşte bu kıymet ve ehemmiyetlerine binaendir ki bugün Avrupa (ve) Amerika’nın hemen her tarafında (halkiyat=Folklore)e büyük bir mevki verilmekte, bununla birçok âlim ve mütehassısların ariz ve amik [enine boyuna] iştigal eyledikleri görülmektedir. Mesela şehrimizde vaktiyle bir “Arap Vakası” olmuştur; bu, Mısırlı İbrahim Paşa ordusuyla Mehmet Reşit Paşa ordusunun “Horozlu Hanı” civarında çarpışması vaka-i tarihiyesidir. Bu, tarihlerde başka türlü, halkın ruh ve lisanında daha başka türlü görülür. Sonra 1264 Kolerası ve yahut 1290’ın meşhur kışı ve bunu takip eden kıtlığı gibi, hayatı veya iktisadi ve içtimai hadiselerde halkın ruhunda derin ve unutulmaz intibalar ve onu görmeyen biz evlat ve ahfat üzerinde akisler bırakmıştır. Bu gibi hadiseleri tespit edenler de, okur yazar adamlar değil, çok defa ümmi fakat hassas ve coşkun canlar olmuştur. Mesela doksanın kıtlığı hakkındaki meşhur destanlardan birini söyleyen o vakit eskicilikle temin-i maişete çalışan bir adamcağız olmuştur. Eskiden niçin böyle tahsilden en ziyade mahrum adamlar tarafından böyle vecitli, heyecanlı eserler vücuda getirilmiş ve bunlar zamanımıza kadar yaşamıştır? Bunu anlamak için o vakitki ahval-i içtimaiyeyi nazar-ı itibara almak lazımdır. O vakit bir şehir halkı arasındaki manevi revabıt [rabıtalar, bağlar] ve tesanüt [dayanışma] öyle anlaşılıyor ki, şimdikinden daha fazla ve daha samimi imiş. Ve şimdi akraba arasında değil, hatta bir hane dâhilindeki aile efradı arasında görülemeyen saf ve samimi bir mahabbet, bir kardaşlık, o vakit tekmil memleket halkı arasında yaşıyor imiş. Binaenaleyh memlekete gelen bir beladan hepsi de -fakir ve gani- aynı surette müteessir olur ve içlerinden herhangi birisi bu umumi tesir ve heyecana güya umumi heyecanı kendi ruhunda cem ve teksif etmiş gibi tercüman vücuda getirdiği eserde aynı şevk ve hararet ve heyecan ile karşılanırmış. Sonra, değil doğrudan doğruya ahlaki ve içtimai hatalardan, hatta cevvi ve iklimî hadiselerden bile tashih-i ahlak lüzumunu hissederlermiş. Muhterem üstatların büyük bir gayretle toplayıp nisyan-ı ebediye düşmekten kurtardıkları bu tarihî destanlar mütalaa edildiği zaman o zamanlarda hâkim olan bu ruh, bu ahlak ve bu telakki vazıhen görülecektir.

Eserin bu kısmının diğer büyük bir faydası daha olmuştur. Her gün kendileriyle yüz yüze geldiğimiz, görüşüp konuştuğumuz birçok zevatın pek mühim asar-ı manzumeleri olduğu hâlde bunlardan haberdar değilmişiz. İşte “Halkiyat ve Harsiyat”; bize yine kendi dostlarımızı, arkadaşlarımızı, velhasıl kendi kendimizi de tanıtmaktadır.

Yine bu kısmın temin edeceği faydalardan birisi de gençlerde yazı yazmak arzusunu tevlit edebilmesidir; gençlik görecektir ki hiçbir say [çalışma], hiçbir emek, hiçbir kudret boşa gitmiş olmuyor. Bugün görülmeyen, takdir edilmeyen, ihmal ve istihfaf ile mukabele gören bir say, yarın veyahut öbür gün maruz kaldığı ihmal ve lakaydiden dolayı meyus olmak lüzumu kendisini bir daha tasdik ettirmiş oluyor.

Bundan başka bu eser, bundan sonra gerek tarih, edebiyat ve gerek halkiyata veyahut teracim-i ahvale [hâl tercümesine, biyografiye] ve hatta tarih-i edyan [dinler tarihi] ve tasavvufa dair vücuda getirilecek eserler için daima müracaat edilecek mühim ve mevsuk [sağlam, inanılır] bir mehaze [kaynak] olacaktır.

Bu kadar büyük ve mühim hizmetlerinden dolayı sevgili üstatları: Ferit ve Sadeddin beyleri ve eserin tabına delaletlerinden dolayı Belediye Reisi Kâzım Bey’i bütün samimiyet ve şükran hislerimle tebrike şitap ederken [koşarken] karilerimize [okuyucularımıza] de şunu hatırlatırız ki bu gibi eserler, yalnız manevi himmetlerin değil, aynı zamanda maddi ve nakdî fedakârlıkların mahsulüdür. Ülkesini maaziyadetin [ziyadesiyle, fazlasıyla] bezl etmiş [bol bol vermiş] olan müellifleri ikincinin de ezici sıkleti altında bırakmağa bilmem razı olurlar mı?

Eserin: Mâniler, ninniler, türküler, ağıtlar, bilmeceler, darbımeseller, fıkralar ve tabirler, tekerlemeler, kinayeler, dilekler, ilençler ve Türk isimleri gibi her biri gerek edebiyat ve gerekse folklor nokta-i nazarından ehemmiyet-i azimeyi [büyük önemini] ihtiva eden aksam-ı mütebakiyesi [kalan kısımları] hakkındaki mütalaalarımızı diğer makalelere bırakıyoruz.

Naci Fikret (1926/1345: 1) (Nu. 3)

 

Naci Fikret ikinci yazısında Konya’da Halkiyat ve Harsiyat’a yapılan tenkitleri söz konusu eder. Naci Fikret mezkûr kitaba yapılan tenkitleri üç maddede ele alır. Bunlar:

1. Kitaba alınmayan kişilerin yaptığı tenkitler.

2. Kendileri de aynı konuda bir kitap yazmaya niyetlenenlerin tenkitleri.

3. Eserin adı ile muhteviyatının uyumlu olmadığı iddiasındaki kişilerin tenkitleri.

Naci Fikret yazısında bütün bu tenkitlere karşı Ferit ve Sadeddin beylerin -tabiri caizse- avukatlığını da yapar.

 

Halkiyat ve Harsiyat

-2-

Yeni şeyler, yeni eserler, yeni masnuat [sanatla yapılan işler]… Velhâsıl gerek icadat ve ihtiraat-ı fenniye [fenne dair benzeri görülmemiş buluşlar] ve sınaiye [sanatla ilgili] kabilinden olsun, gerek yeni bir felsefe, yeni bir nazariye gibi keşfiyat-ı fikriye ve ilmiye olsun, daima hücumlara, tenkitlere, tezyif [değersiz gösterme] ve istihfaflara [küçük görmelere] maruz kalmışlardır.

Mesela: Bu gün hemen hemen kati bir hakikat-i ilmiye hâline gelmiş olan “tekâmül” nazariyesi, ilk defa meydana konulduğu zaman ne kadar tezyiflere, istihzalara, hakaretlere hedef olmuştur.

Bu; niçin böyle oluyor?

Herhâlde “yeni” olan herhangi bir şey, kendisini muhit olan insanların bütün inzar-ı dikkatini kendi üzerinde teksif ediyor, ve bu suretle, nakisalarını göremeyen, bunların çürük taraflarını deşmeği hatırlarına bile getirmeyenler, sırf yeniliğin dimağlar üzerinde icra ettiği tembih ve ikaz-ı hasbiyle, bu yeni eserlere karşı bütün kudret-i dimağiyelerini cem ve teksif ile hücum ediyorlar.

Hâlbuki aynı dikkati, kendilerince menus [alışılmış, alışık] ve mutat olan diğer herhangi bir şey üzerine de aynı surette tevcih etseler, onun da kim bilir ne kadar hatalı, zayıf, çürük cihetlerini bulup çıkaracaklardı.

İnsanların kendi hatalarını hiç görmedikleri hâlde diğerlerinde bin türlü ayıp ve noksan bulup teşhir etmeleri de aynı psikolojik mihanikiyetle [düşünmeden mekanik olarak yapmakla] kabil-i izahtır.

Bu mukaddemeden sonra sadede girebiliriz: Ferit ve Sadeddin beyler tarafından telif ve neşrolunup bundan evvelki makalemize mevzu teşkil eden “Konya Halkiyat ve Harsiyatı” isimli eser, birçok tenkit ve tarizlerlere, hatta tezyif ve istihfaflara hedef olmuştur.

Bu tenkidat ve tarizatı başlıca birkaç noktaya irca ile teşrih ve muhakeme edersek ne gibi menabi-i ruhiyeden [ruhi kaynaklardan] doğduklarını ve ne dereceye kadar kuvvetli ve haklı bulunduklarını pek vazıh bir surette görebiliriz:

1- Esere dâhil olunmayanlar… Bazı zevat vardır ki gerek manzum ve gerek mensur epeyce mühim eserleri olduğu hâlde bu kitaba derç olunmadıklarını görerek müteessir olmuşlar ve teessürlerinin hakiki menşe ve mahiyetini izhar etmeyerek, başka cihetlerden, zahirde haklı, makul ve meşru bulunacak diğer noktalardan hücum etmekte bulunmuşlardır.

Filhakika bu zevatın hakları yok değildir; kendileri gerek nazım ve gerek nesir sahasında ihmal edilemeyecek bir varlık gösterdikleri hâlde ve kendilerinden daha zayıfların eserde bir mevki işgal eylemiş olmalarına rağmen, kendilerinin hariç bırakılmış olmaları cidden tevakkuf olunacak [durulacak] bir noktadır. Fakat şunu nazar-ı dikkate almak lazımdır ki bu eser, bu sahada, bu tarzda vücuda getirilmiş eserlerin birincisidir. Sonra, tertibi, muhtelif esbab-ı ilcasıyla [zorlama sebeplerle], az çok aceleye gelmiştir. Ve bu hâl, birçok değerli şair ve nâzımlarımızın unutularak esere derç olunamamasına [toplanamamasına] sebep olmuştur.

Hiçbir kasta ve niyete iktiran etmeyen [dayanmayan] ve pek tabii olan bu sebepten dolayı gerçi müteessir olmamak kabil değilse de, hiç olmazsa bu teessürü başka kisve altında izhar etmemek lâzımdır.

2- Kendileri de böyle bir eser vücuda getirmek için hazırlananlar… Memleketimizin tarihini, abidatını [abidelerini] ve sair bu kabil şeylerini toplamak ve yazmakla meşgul olduklarını bildiğimiz bazı zevat vardır. Fakat zevat-ı mumaileyh bu iş ile on seneyi mütecaviz bir zamandan beri iştigal eyledikleri hâlde elan meydan-ı istifadeye hatta pek küçük bir kitap bile vazedememişlerdir.

Onların ilim ve fazlını inkâr etmekten uzağız. Fakat sahibinde hapsolup kalmış olan bir kudret-i ilmiye, neye yarar?

Bu kudret, saha-i fiil ve amele çıkamadıkça, gerçi büsbütün inkâr olunmasa bile, hiç olmazsa, sahibine başkalarının eserlerine hücum etmek hakkını kazandıramaz.

Bugün memleketimiz iyi ve kötü, kuvvetli ve zayıf, mükemmel ve nakıs velhâsıl nasıl olursa olsun, behemehâl ve mutlak surette ilmî eserlere muhtaçtır.

Biz, muhtelif menabi-i hissiye ve şahsiyeden gelen tenkit ve tarizlerle bu gibi eserlerin telif ve intişarını menedeceğimiz yerde teşvik ve tergiplerimizle [isteklendirmelerimizle] bunların meydana çıkmasını teshil edersek [kolaylaştırırsak] herhâlde daha insani bir surette hareket etmiş oluruz.

Bugün Ferit ve Sadeddin beyler, şöyle bir eser vücuda getirmişler. Bu eser, falan ve filan nikat-ı nazardan [görüşlerden] hatalı, zayıf ve hatta çürük imiş. Olabilir. Hatadan büsbütün ari bir eser vücuda getirmek mümkün değildir; çünkü kâinatta her şey daimî bir seyir ve tekâmüle tabidir. Bugün mükemmel görünen bir şey, yarın bu sıfatı kaybetmeğe mahkûmdur. Fakat bu, bizi çalışmaktan ve bir eser vücuda getirmekten menedemez. Hadiseler seyr-i tekâmüllerini takip ederken, bir zincirin halkaları gibi yekdiğerine merbut oldukları hâlde tevali ederler [birbiri ardınca devam ederler]. Binaenaleyh bugünkü “mükemmel” herhangi bir şeyin köklerini dünkü “nakıs” falan şeyde aramak icap eder. İstenilir ki herkes kudret-i ilmiye ve fikriyesi nispetinde bir eser vücuda getirsin. Ve bu eserin zayıf veyahut hatalı cihetlerini görenler de diğer daha kuvvetli ve daha mükemmel numunelerini vücuda getirsinler hatta bu eserler sırf ilmî ve gayr-i şahsi surette tenkit de olunsun; fakat hiçbir eser tezyif ve istihfaf olunmasın ve hiçbir mahsul-ı say, silk-i nazma [nazım ipliğine] girmiş birkaç kelime-i temeshur-kârane [maskaraca kelime] ile tehzil edilmesin [alaya alınmasın]. Bir kudret ve say ile vücuda getirilmiş olan herhangi bir şey, tezyife değil hürmete, takdir ve tevkire [saygıya] şayandır.

3- Diğer bazı zevat da eserin ismi ile muhteviyatı arasında bir mutabakat bulunmadığını iddia ediyorlar. Bu zevat tamamen değil kısmen haklıdırlar. Eserin birinci kısmı ikiye ayrılabilir: Halk şairleri ve hars şairleri. Bu nokta-i nazardan eser, her iki kısmı da tamamıyla ihata edememiştir; fakat bu, yukarıda arz ettiğimiz sebeplerden ileri gelmiştir. Eserin ikinci kısmına gelince; bunlar hemen tamamıyla halkiyatın mevzuunu teşkil eder ki halkiyat, bu eserde görülen şeylerden ibaret değildir. Şu kadar var ki eserin bu nokta-i nazardan noksan olması, ismi ile müsemması arasında mutabakat bulunmadığı iddiasına hak kazandıramaz.

Velhâsıl Ferit ve Sadeddin beylerin vücuda getirdikleri bu mahsul-ı say, iddia edildiği gibi birçok noksanları da ihtiva etse bile, yine herkesin, hepimizin istifade edeceğimiz kıymetli ve mühim bir eserdir. Bu hakikat, ancak bu sahada birtakım ihtiyaçlarla karşılaşıldığı zaman anlaşılır.

Naci Fikret (1926/1345: 2) (Nu. 4)

(Devamı var)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder