M. Ferit Uğur ve Sadeddin Nüzhet Ergun tarafından 1926 yılında yayımlanan, 2002 yılında Prof. Dr. Hüseyin Ayan tarafından günümüz harflerine aktarılarak ikinci, 2015 yılında da üçüncü baskısı yapılan Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı, Konya halk bilimi üzerine yayımlanmış ilk kitaptır. Yarı geliri Tayyare Cemiyetine bırakılan kitap yayımlandıktan sonra hakkında olumlu ve olumsuz pek çok söz söylenmiş, yazılar kaleme alınmıştır. Bu yazımızda mezkûr kitap hakkında bugüne kadar bulabildiğimiz yazıları iktibas edeceğiz.
Üzerine
yazılan ilk yazı henüz kitap hâlinde okuyucuyla buluşmadan Babalık
gazetesinde yayımlanan bir haber yazısıdır. Bu yazıdan mezkûr kitabın önce
fasiküller hâlinde basılıp dağıtıldığını öğreniyoruz. Henüz birkaç fasikülü
basılan eserin sayfa sayısı biraz abartılı tahmin edilmiştir.
Kıymetli
ve Mühim Bir Eser
Konya
Halkiyat ve Harsiyatı namıyla büyük bir kitap neşrediliyor
Konya’mızın
fazıl üstadı, Erkek Muallim Mektebi ruhiyat [psikoloji] muallimi
Ferit Bey’le mütetebbi [araştırıcı] ve gayur [çok çalışkan] gençlerimizden
[mez]kûr mektep edebiyat muallimi Sadeddin Nüzhet Bey tarafından müştereken
“Konya Halkiyatı” namıyla kıymetli bir eser neşredilmeğe başlanmıştır.
Tahminen
500-600 sahife olan bu eserin birkaç nüshası çıkmıştır. Bir ay zarfında tamamen
ikmal-i tabı
[basımı tamamlanacağı] ümit edilen bu pek mühim eserin memleketimiz için
şiddetle derece-i lüzumuna kani olmayan bir fert yoktur zannederiz.
Vaktiyle
bu gibi eserlere, kitaplara, yazılara ehemmiyet verilmemesinden dolayı başlı
başına muazzam bir devr-i medenî başlayan Konya’nın Selçukiler devrine, o
zamanki ecdadımızın tarz-ı hayat ve maişetlerine ait eldeki asar gayr-i
kâfidir. Pek azdır.
Elde
ve dilde menkıbe hâlinde sürülüp gelen mevcut asar, şimdiye kadar ciddi bir
mesai ile toplanmamış, neşredilmemiştir.
Bu
kıymetli kitap, Konya ve mülhakatında [bağlı yerlerinde] yetişmiş saz
ve kalem şairlerinin şiirleriyle tercüme-i hâlinden, bu havalide nas
[insan] arasında söylenen darbımeseller ve bilmeceler ile öğretilmesi lazım
olan Türk adlarını ihtiva edecektir.
Hükümetimiz
halk hükümetidir. Halkçılığın ehemmiyet ve kıymeti tamamen takdir edilmiş bir
devri yaşadığımızdan çok bahtiyarız.
Bu
gibi kıymetli eserler halk sevgisinin kalpte yanmasına, parlamasına azami
yardımı itibariyle ayrıca bir hususiyet ahzeder.
Binaenaleyh;
bu vatan ve irfan-perverane [kültür severliğe yaraşır] eserin
kıymetli müelliflerini derin bir hiss-i tebrik ve takdirle alkışlayıp ikmal
muvaffakiyeti temenni ederken; eserin tabını nısfı [yarısı] tayyare
menfaatine olmak üzere temine bezl-i himmet [bol yardım] ve gayret
gösteren Tayyare Konya Şubesi Reisi belediye reisimiz Kâzım Bey Efendi’ye
irfan-ı belediyemiz namına teşekkürü bir borç biliriz (Anonim 1926/1344) (Nu. 1).
Aşağıdaki
yazı, mezkûr kitabın Türk Yurdu dergisinde yayımlanan tanıtım yazısıdır. Bu
yazıda esere dair ilk tenkit cümleleri de yer alır. Tenkitlerin en dikkat
çekeni ise Türkçenin ağızlarının ses özelliklerini gösterecek henüz bir fonetik
alfabemizin olmayışıdır.
Konya Vilayeti
Halkiyat ve Harsiyatı
Müellifleri:
Sadeddin Nüzhet ve Mehmed Ferit – Konya, 1926 – Büyük hacimde 350 sahife
Konya
Erkek Muallim Mektebi edebiyat muallimi Sadeddin Nüzhet ve ruhiyat muallimi
Mehmed Ferit beyler tarafından hâsılatının nısfı Tayyare Cemiyetine ait olmak
üzere neşredilen bu güzel eser “Konya vilayeti şairleri, mâniler, ninniler,
türküler, ağıtlar, bilmeceler, darbımeseller, fıkralar, tabirler, tekerlemeler,
kinayeler, dilekler, ilençler, Türk isimleri, ilaveler, lügatçe” mübahisini [konularını]
havidir. Konya’yı “halkiyat” nokta-i nazarından şayan-ı ehemmiyet bir
surette tetkik eden müellifler, görülüyor ki, bu hususta pek kıymetli malzeme
toplamışlardır. Bizim nokta-i nazarımıza göre müellifler, eski tezkire ve
tarihlerde yazılan malumata istinaden Konya’dan yetişen klasik şairler hakkında
malumat verecek yerde, o sahifeleri de halk şairlerine yahut isimleri ve
eserleri hiçbir yerde zapt ve tespit edilmemiş şahsiyetlere tahsis etseler daha
münasip olurdu. Esasen şairler kısmında en ziyade bu ikinci kısma ehemmiyet
verildiğini memnuniyetle görüyoruz. İhtiva ettiği etnoğrafik mevad [konular]
itibariyle kıymetli olan bu eser, lisaniyat nokta-i nazarından maalesef bir
malzeme hizmetini göremez. Çünkü kelimeler telaffuzu “fonetik harfler”le tespit
edilmemiştir. Böyle yapılmış olsaydı, lisan itibariyle de büyük ehemmiyeti
olacaktı. Mamafih bu kusur müelliflerin değildir, ilim âlemimizde henüz böyle
harflerin tespit edilmemesi ve bir de tap müşkilatı onları böyle bir tespitte
bulunmaktan menetmiştir. Son söz olarak müellifleri samimiyetle tebrik ederken,
diğer vilayetlerimizdeki genç muallim ve Ocaklılarımızın da memleketi tanıtacak
bu gibi müfit [faydalı] eserler vücuda getirmelerini temenni eyleriz
(Anonim 1926) (Nu. 2).
*
Konya
Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı üzerine Naci Fikret Baştak da Babalık
gazetesinde iki yazı yayımlar. Naci Fikret, ilk yazısında mezkûr kitabın,
Konya’nın eski ve yeni şairlerini ve şiirlerinden örneklerle edebî yönünden
ziyade tarihî birer belge hükmündeki âşık tarzı şiirleri bir araya toplayan bir
eser olması, yanı sıra şiir yazdığını saklayan bazı kişileri tanıtması
hususlarındaki faydalarını vurgular.
Konya
Halkiyat ve Harsiyatı
Çoğumuzun
üzerinde pek kadim bir hakk-ı talim ve tedrisi [eğitim ve
öğretim hakkı] bulunan Ferit Bey Efendi ile Sadeddin Nüzhet Bey
taraflarından yılmaz bir azim ve himmet ve medit [uzun süreli] bir sabır
ve sebat ile vücuda getirilen bu mühim eser; muhit-i irfanımızdaki büyük bir
boşluğu doldurmuştur.
Dört
yüz sahifeye takarrüp etmiş [yaklaşmış] olan bu eserin ihtiva
ettiği büyük ve belli başlı mebahisi [konuları] nazar-ı dikkate alırsak
bu hükmün isabetini tasdikte tereddüt etmeyiz. Her şeyden evvel şunu itiraf
etmeliyiz ki bu gibi eserler; yorgun, bezgin velhâsıl nevrastenik [evhamlı,
kuruntulu] adamların kârı değildir. Bunları başarabilmek tükenmek bilmez bir
kudret-i asabiyenin [sinir gücünün] vücuduna mütevakkıftır
[bağlıdır].
Konya’da
ne kadar şair yetişmiştir?
İşte
bir sual ki cevabı ufak bir himmete mütevakkıf gibi görünür, hâlbuki keyfiyet
öyle değildir.
Evvelâ:
Gerek eskiden ve gerek muasır olarak şehrimizde yetişmiş şairleri bilenler pek
azdır; bu hususta mehaz [kaynak] olabilecek kitaplar olmadığı
gibi olanların da ya mevcut nüshası kalmamış ve yahut izahat ve tafsilat-ı
kafiyeyi [yeterli anlatım ve açıklamaları] ihtiva etmemişlerdir. Sonra,
bu şairlerin eserlerini elde edebilmek daha müşküldür.
Asar-ı
manzumesi gerek ahbaplarının, gerek evlat ve ekaribinin [yakın
akrabalarının] taht-ı tasdikinde [doğrulaması altında] bulunan birçok
zevat vardır ki ya, evrak-ı metrukesinin [geride bıraktığı kâğıtların,
belgelerin] ötede beride kaybolup gitmiş olmasından ve yahut müteallikatı
[yakınları] tarafından eserleri her nasılsa gösterilmemekte ısrar
edilmesinden dolayı küçük bir kıtasını bile ele geçirmek, âdeta bir kale
fethetmekten daha müşkül bir hâl almıştır.
Mesela:
Merhum pederim Mustafa Fikri Efendi’nin birçok asar-ı manzumesi olduğu hâlde,
bütün evrak-ı perişanını karıştırmış olmama rağmen, ancak birkaç parçasını elde
edebildim.
İşte
muhterem üstadımız Ferit Bey Efendi, her türlü maddi menfaat endişesinden
tamamıyla azade bir hâlde ve sırf bir hizmet-i vataniye ve milliye ifası
gayretiyle, meşhur ve maruf şairlerimizin asar-ı metrukesini araştırırken ne
kadar garip, tuhaf, elim ve şayan-ı teessüf ve sair muamelelere maruz
kalmışlardır. Fakat o, bütün bu müşkülata rağmen yılgınlık ve bezginlik
göstermemiş, bu mühim eseri, âdeta, fethetmiştir.
Eserin
âlem-i irfan ve edebiyatımızda büyük bir boşluğu ne suretle doldurduğunu izah
edelim:
“Halkiyat
ve Harsiyat”ın birinci kısmını; Konya’da yaşamış “şairler” teşkil eder. Şimdiye
kadar böyle muayyen bir şehirden yetişmiş şuara-yı kadime ve hazıranın [şimdiki
ve eski şairlerin] hayat ve asarını ihtiva eden bir eser gördüğümü
hatırlamıyorum. Hepimizin az çok malumumuz olan bazı şairlerimiz vardır ve
belki onların muntazam eserlerinden de birkaç parça hatırlarımızda kalmıştır;
işte o kadar.
Hâlbuki;
bilmediklerimiz, tanımadıklarımız, eserlerini değil, hatta isimlerini bile
işitmediğimiz seve seve okunacak; şu ve yahut bu nokta-i nazardan faydalı ve
yahut manidar bulunacak birçok şiirleri de vardır.
Bir
de bu manzumelerin kıymetleri yalnız “edebî” değildir; belki daha ziyade,
vücuda getirildiği zamanın bazı vekayi ve hadisatıyla: tabii, cevvi [atmosferle
ilgili], hayati, içtimai, ahlaki, tarihî, siyasi bir vakasıyla alakadar
bulunmalarında, o zamanda hâkim olan bazı telakkilere, bazı kanaatlere tercüman
olmalarındadır.
İşte
bu itibarladır ki bu kabil yazılar, çok defa sağlam bir vezin ve kafiyeden
mahrum da olsalar, bu nispi ve izafi kıymetleri, bu manidarlıkları itibarıyla,
birer vesika hükmünde oldukları cihetle haiz-i ehemmiyettirler. İşte bu kıymet
ve ehemmiyetlerine binaendir ki bugün Avrupa (ve) Amerika’nın hemen her
tarafında (halkiyat=Folklore)e büyük bir mevki verilmekte, bununla birçok âlim
ve mütehassısların ariz ve amik [enine boyuna] iştigal eyledikleri
görülmektedir. Mesela şehrimizde vaktiyle bir “Arap Vakası” olmuştur; bu,
Mısırlı İbrahim Paşa ordusuyla Mehmet Reşit Paşa ordusunun “Horozlu Hanı”
civarında çarpışması vaka-i tarihiyesidir. Bu, tarihlerde başka türlü, halkın ruh
ve lisanında daha başka türlü görülür. Sonra 1264 Kolerası ve yahut 1290’ın
meşhur kışı ve bunu takip eden kıtlığı gibi, hayatı veya iktisadi ve içtimai
hadiselerde halkın ruhunda derin ve unutulmaz intibalar ve onu görmeyen biz
evlat ve ahfat üzerinde akisler bırakmıştır. Bu gibi hadiseleri tespit edenler
de, okur yazar adamlar değil, çok defa ümmi fakat hassas ve coşkun canlar
olmuştur. Mesela doksanın kıtlığı hakkındaki meşhur destanlardan birini
söyleyen o vakit eskicilikle temin-i maişete çalışan bir adamcağız olmuştur.
Eskiden niçin böyle tahsilden en ziyade mahrum adamlar tarafından böyle
vecitli, heyecanlı eserler vücuda getirilmiş ve bunlar zamanımıza kadar
yaşamıştır? Bunu anlamak için o vakitki ahval-i içtimaiyeyi nazar-ı itibara
almak lazımdır. O vakit bir şehir halkı arasındaki manevi revabıt
[rabıtalar, bağlar] ve tesanüt [dayanışma] öyle anlaşılıyor ki,
şimdikinden daha fazla ve daha samimi imiş. Ve şimdi akraba arasında değil,
hatta bir hane dâhilindeki aile efradı arasında görülemeyen saf ve samimi bir
mahabbet, bir kardaşlık, o vakit tekmil memleket halkı arasında yaşıyor imiş.
Binaenaleyh memlekete gelen bir beladan hepsi de -fakir ve gani- aynı surette
müteessir olur ve içlerinden herhangi birisi bu umumi tesir ve heyecana güya
umumi heyecanı kendi ruhunda cem ve teksif etmiş gibi tercüman vücuda getirdiği
eserde aynı şevk ve hararet ve heyecan ile karşılanırmış. Sonra, değil doğrudan
doğruya ahlaki ve içtimai hatalardan, hatta cevvi ve iklimî hadiselerden bile
tashih-i ahlak lüzumunu hissederlermiş. Muhterem üstatların büyük bir gayretle
toplayıp nisyan-ı ebediye düşmekten kurtardıkları bu tarihî destanlar mütalaa
edildiği zaman o zamanlarda hâkim olan bu ruh, bu ahlak ve bu telakki vazıhen
görülecektir.
Eserin
bu kısmının diğer büyük bir faydası daha olmuştur. Her gün kendileriyle yüz
yüze geldiğimiz, görüşüp konuştuğumuz birçok zevatın pek mühim asar-ı
manzumeleri olduğu hâlde bunlardan haberdar değilmişiz. İşte “Halkiyat ve
Harsiyat”; bize yine kendi dostlarımızı, arkadaşlarımızı, velhasıl kendi
kendimizi de tanıtmaktadır.
Yine
bu kısmın temin edeceği faydalardan birisi de gençlerde yazı yazmak arzusunu
tevlit edebilmesidir; gençlik görecektir ki hiçbir say [çalışma], hiçbir
emek, hiçbir kudret boşa gitmiş olmuyor. Bugün görülmeyen, takdir edilmeyen,
ihmal ve istihfaf ile mukabele gören bir say, yarın veyahut öbür gün maruz
kaldığı ihmal ve lakaydiden dolayı meyus olmak lüzumu kendisini bir daha tasdik
ettirmiş oluyor.
Bundan
başka bu eser, bundan sonra gerek tarih, edebiyat ve gerek halkiyata veyahut
teracim-i ahvale [hâl tercümesine, biyografiye] ve hatta tarih-i
edyan [dinler tarihi] ve tasavvufa dair vücuda getirilecek eserler için
daima müracaat edilecek mühim ve mevsuk [sağlam, inanılır] bir mehaze
[kaynak] olacaktır.
Bu
kadar büyük ve mühim hizmetlerinden dolayı sevgili üstatları: Ferit ve Sadeddin
beyleri ve eserin tabına delaletlerinden dolayı Belediye Reisi Kâzım Bey’i
bütün samimiyet ve şükran hislerimle tebrike şitap ederken
[koşarken] karilerimize [okuyucularımıza] de şunu hatırlatırız ki bu
gibi eserler, yalnız manevi himmetlerin değil, aynı zamanda maddi ve nakdî
fedakârlıkların mahsulüdür. Ülkesini maaziyadetin [ziyadesiyle, fazlasıyla]
bezl etmiş [bol bol vermiş] olan müellifleri ikincinin de ezici
sıkleti altında bırakmağa bilmem razı olurlar mı?
Eserin:
Mâniler, ninniler, türküler, ağıtlar, bilmeceler, darbımeseller, fıkralar ve
tabirler, tekerlemeler, kinayeler, dilekler, ilençler ve Türk isimleri gibi her
biri gerek edebiyat ve gerekse folklor nokta-i nazarından ehemmiyet-i azimeyi [büyük
önemini] ihtiva eden aksam-ı mütebakiyesi [kalan kısımları] hakkındaki
mütalaalarımızı diğer makalelere bırakıyoruz.
Naci
Fikret
(1926/1345: 1) (Nu. 3)
Naci
Fikret ikinci yazısında Konya’da Halkiyat ve Harsiyat’a yapılan tenkitleri söz
konusu eder. Naci Fikret mezkûr kitaba yapılan tenkitleri üç maddede ele alır.
Bunlar:
1.
Kitaba alınmayan kişilerin yaptığı tenkitler.
2.
Kendileri de aynı konuda bir kitap yazmaya niyetlenenlerin tenkitleri.
3.
Eserin adı ile muhteviyatının uyumlu olmadığı iddiasındaki kişilerin
tenkitleri.
Naci
Fikret yazısında bütün bu tenkitlere karşı Ferit ve Sadeddin beylerin -tabiri
caizse- avukatlığını da yapar.
Halkiyat
ve Harsiyat
-2-
Yeni
şeyler, yeni eserler, yeni masnuat [sanatla yapılan işler]… Velhâsıl
gerek icadat ve ihtiraat-ı fenniye [fenne dair benzeri görülmemiş buluşlar]
ve sınaiye [sanatla ilgili] kabilinden olsun, gerek yeni bir felsefe,
yeni bir nazariye gibi keşfiyat-ı fikriye ve ilmiye olsun, daima hücumlara,
tenkitlere, tezyif [değersiz gösterme] ve istihfaflara [küçük
görmelere] maruz kalmışlardır.
Mesela:
Bu gün hemen hemen kati bir hakikat-i ilmiye hâline gelmiş olan “tekâmül”
nazariyesi, ilk defa meydana konulduğu zaman ne kadar tezyiflere, istihzalara,
hakaretlere hedef olmuştur.
Bu;
niçin böyle oluyor?
Herhâlde
“yeni” olan herhangi bir şey, kendisini muhit olan insanların bütün inzar-ı
dikkatini kendi üzerinde teksif ediyor, ve bu suretle, nakisalarını göremeyen,
bunların çürük taraflarını deşmeği hatırlarına bile getirmeyenler, sırf
yeniliğin dimağlar üzerinde icra ettiği tembih ve ikaz-ı hasbiyle, bu yeni
eserlere karşı bütün kudret-i dimağiyelerini cem ve teksif ile hücum ediyorlar.
Hâlbuki
aynı dikkati, kendilerince menus [alışılmış, alışık] ve mutat olan
diğer herhangi bir şey üzerine de aynı surette tevcih etseler, onun da kim
bilir ne kadar hatalı, zayıf, çürük cihetlerini bulup çıkaracaklardı.
İnsanların
kendi hatalarını hiç görmedikleri hâlde diğerlerinde bin türlü ayıp ve noksan
bulup teşhir etmeleri de aynı psikolojik mihanikiyetle [düşünmeden
mekanik olarak yapmakla] kabil-i izahtır.
Bu
mukaddemeden sonra sadede girebiliriz: Ferit ve Sadeddin beyler tarafından
telif ve neşrolunup bundan evvelki makalemize mevzu teşkil eden “Konya Halkiyat
ve Harsiyatı” isimli eser, birçok tenkit ve tarizlerlere, hatta tezyif ve
istihfaflara hedef olmuştur.
Bu
tenkidat ve tarizatı başlıca birkaç noktaya irca ile teşrih ve muhakeme edersek
ne gibi menabi-i ruhiyeden [ruhi kaynaklardan] doğduklarını ve ne
dereceye kadar kuvvetli ve haklı bulunduklarını pek vazıh bir surette
görebiliriz:
1-
Esere dâhil olunmayanlar… Bazı zevat vardır ki gerek manzum ve gerek mensur
epeyce mühim eserleri olduğu hâlde bu kitaba derç olunmadıklarını görerek
müteessir olmuşlar ve teessürlerinin hakiki menşe ve mahiyetini izhar
etmeyerek, başka cihetlerden, zahirde haklı, makul ve meşru bulunacak diğer
noktalardan hücum etmekte bulunmuşlardır.
Filhakika
bu zevatın hakları yok değildir; kendileri gerek nazım ve gerek nesir sahasında
ihmal edilemeyecek bir varlık gösterdikleri hâlde ve kendilerinden daha
zayıfların eserde bir mevki işgal eylemiş olmalarına rağmen, kendilerinin hariç
bırakılmış olmaları cidden tevakkuf olunacak [durulacak] bir
noktadır. Fakat şunu nazar-ı dikkate almak lazımdır ki bu eser, bu sahada, bu
tarzda vücuda getirilmiş eserlerin birincisidir. Sonra, tertibi, muhtelif
esbab-ı ilcasıyla [zorlama sebeplerle], az çok aceleye gelmiştir. Ve bu
hâl, birçok değerli şair ve nâzımlarımızın unutularak esere derç olunamamasına
[toplanamamasına] sebep olmuştur.
Hiçbir
kasta ve niyete iktiran etmeyen [dayanmayan] ve pek tabii olan bu
sebepten dolayı gerçi müteessir olmamak kabil değilse de, hiç olmazsa bu
teessürü başka kisve altında izhar etmemek lâzımdır.
2-
Kendileri de böyle bir eser vücuda getirmek için hazırlananlar… Memleketimizin
tarihini, abidatını [abidelerini] ve sair bu kabil
şeylerini toplamak ve yazmakla meşgul olduklarını bildiğimiz bazı zevat vardır.
Fakat zevat-ı mumaileyh bu iş ile on seneyi mütecaviz bir zamandan beri iştigal
eyledikleri hâlde elan meydan-ı istifadeye hatta pek küçük bir kitap bile
vazedememişlerdir.
Onların
ilim ve fazlını inkâr etmekten uzağız. Fakat sahibinde hapsolup kalmış olan bir
kudret-i ilmiye, neye yarar?
Bu
kudret, saha-i fiil ve amele çıkamadıkça, gerçi büsbütün inkâr olunmasa bile,
hiç olmazsa, sahibine başkalarının eserlerine hücum etmek hakkını kazandıramaz.
Bugün
memleketimiz iyi ve kötü, kuvvetli ve zayıf, mükemmel ve nakıs velhâsıl nasıl
olursa olsun, behemehâl ve mutlak surette ilmî eserlere muhtaçtır.
Biz,
muhtelif menabi-i hissiye ve şahsiyeden gelen tenkit ve tarizlerle bu gibi
eserlerin telif ve intişarını menedeceğimiz yerde teşvik ve tergiplerimizle
[isteklendirmelerimizle] bunların meydana çıkmasını teshil edersek [kolaylaştırırsak]
herhâlde daha insani bir surette hareket etmiş oluruz.
Bugün
Ferit ve Sadeddin beyler, şöyle bir eser vücuda getirmişler. Bu eser, falan ve
filan nikat-ı nazardan [görüşlerden] hatalı, zayıf ve hatta
çürük imiş. Olabilir. Hatadan büsbütün ari bir eser vücuda getirmek mümkün
değildir; çünkü kâinatta her şey daimî bir seyir ve tekâmüle tabidir. Bugün
mükemmel görünen bir şey, yarın bu sıfatı kaybetmeğe mahkûmdur. Fakat bu, bizi
çalışmaktan ve bir eser vücuda getirmekten menedemez. Hadiseler seyr-i
tekâmüllerini takip ederken, bir zincirin halkaları gibi yekdiğerine merbut
oldukları hâlde tevali ederler [birbiri ardınca devam ederler]. Binaenaleyh
bugünkü “mükemmel” herhangi bir şeyin köklerini dünkü “nakıs” falan şeyde
aramak icap eder. İstenilir ki herkes kudret-i ilmiye ve fikriyesi nispetinde
bir eser vücuda getirsin. Ve bu eserin zayıf veyahut hatalı cihetlerini
görenler de diğer daha kuvvetli ve daha mükemmel numunelerini vücuda getirsinler
hatta bu eserler sırf ilmî ve gayr-i şahsi surette tenkit de olunsun; fakat
hiçbir eser tezyif ve istihfaf olunmasın ve hiçbir mahsul-ı say, silk-i nazma [nazım
ipliğine] girmiş birkaç kelime-i temeshur-kârane [maskaraca kelime] ile
tehzil edilmesin [alaya alınmasın]. Bir kudret ve say ile vücuda
getirilmiş olan herhangi bir şey, tezyife değil hürmete, takdir ve tevkire [saygıya]
şayandır.
3-
Diğer bazı zevat da eserin ismi ile muhteviyatı arasında bir mutabakat
bulunmadığını iddia ediyorlar. Bu zevat tamamen değil kısmen haklıdırlar.
Eserin birinci kısmı ikiye ayrılabilir: Halk şairleri ve hars şairleri. Bu
nokta-i nazardan eser, her iki kısmı da tamamıyla ihata edememiştir; fakat bu,
yukarıda arz ettiğimiz sebeplerden ileri gelmiştir. Eserin ikinci kısmına
gelince; bunlar hemen tamamıyla halkiyatın mevzuunu teşkil eder ki halkiyat, bu
eserde görülen şeylerden ibaret değildir. Şu kadar var ki eserin bu nokta-i
nazardan noksan olması, ismi ile müsemması arasında mutabakat bulunmadığı
iddiasına hak kazandıramaz.
Velhâsıl
Ferit ve Sadeddin beylerin vücuda getirdikleri bu mahsul-ı say, iddia edildiği
gibi birçok noksanları da ihtiva etse bile, yine herkesin, hepimizin istifade
edeceğimiz kıymetli ve mühim bir eserdir. Bu hakikat, ancak bu sahada birtakım
ihtiyaçlarla karşılaşıldığı zaman anlaşılır.
Naci
Fikret
(1926/1345: 2) (Nu. 4)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder