22 Şubat 2023 Çarşamba

YAYIMLANMASI SONRASI KONYA VİLAYETİ HALKİYAT VE HARSİYATI ÜZERİNE YAZILAN YAZILAR VE YAPILAN TENKİTLER -2

 

Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı’nın kitap olarak okuyucusuyla buluşması üzerine 1926 yılının sonlarına doğru Ankara’da yayımlanan Hayat dergisinde aşağıdaki tanıtım yazısı yayımlanır.

 

Kitabiyat

Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı – Müellifleri: Sadeddin Nüzhet, Mehmet Ferit – Konya Vilayet Matbaası – 1926 – s. 347

 

Halk Edebiyatına Ait Bir Eser

On dokuzuncu asra bütün müellifler tarih asrı diyorlar. Filvaki bu asırda tarihî şuur uyanmış, beşerî kitleler benliğini yoklayan bir fert gibi mazisine dönmek ve onu anlayıp ilerlemek istemiştir. İşte (halkiyat: folklor – folk-lore) denen tetkikler bu ilhamın eserleridir.

Garpta on dokuzuncu asrın bidayetinden itibaren bu nevi tetebbuata hararetli bir surette başlanılmıştır. “Hars” denen manevi varlık asıl lüb [iç, öz] ve esasını, hakiki halk kitlesinin sinesinde saklıyor. Millî şiirler (Nu. 5) bu esasın başlıca usareleridir. Bilhassa demokrasi cereyanlarıyla rabıtadar olan bu nevi edebiyat tetkikleri cereyanı, bizde yirminci asrın ilk senelerinde uyandı. Bu uyanışın eserlerine vakit vakit şahit olduk ve olmaktayız. İşte Konya’da iki muallimin birkaç ay evvel neşrettikleri (Konya Halkiyat ve Harsiyatı) adlı eser bu eserlerin en çok dikkate şayan olanlarından biridir.

Eser, halkçılığın neşetini izah eden bir başlangıç ile başlıyor ve ondan sonra fasıllar takip ediyor. İlk fasıl şairlere aittir. Hecai [alfabetik] bir silsileyle tab’an Konya ve mülhakatına mensup şairlerin veladet, irtihal tarihleriyle, hususi hayatlarına ait bazı satırlar görülmektedir. Bu şairler arasında bazı klasik şairlere de tesadüf ediliyor: Mevlâna, Sadreddin Konevi, Senayi... gibi. Esasen müellifler, eseri yalnız saz -halk şairlerine değil; kalem- saray şairlerine de inhisar ettirmişlerdir. Şöyle böyle seksen kadar şairin tercüme-i hâllerine ait portreler ve eserlerinden numuneler, eserin hemen hemen nısfını [yarısını] ihtiva ediyor.

İkinci fasıl Konya ve civarında toplanan ve millî nazım şekillerinden biri olan (mâni)lerden ibarettir. Mânilerin ihtiva ettiği hislerin (lirizm) nev-i edebisine mensup olduğu ileri sürülerek bu nevi hakkında ansiklopedik malumat verilmiş, halk arasında mânilerin terennüm ve tebliğ tarzlarından bahsedilmiştir. Halk edebiyatı ile bir parça meşgul olanlar, bu mânilerin ne büyük zahmet ile toplandığını idrak ederler.

Müteakip fasıllar çok kısadır. Ninni, türkü, ağıt, bilmece, darbımeseller, kinayeler, dilek ve ilençler, adlar... mütebaki sekiz faslın mevzularını gösteriyor. Müellifler bu serlevhalar altında toplamış oldukları malzemeyi sadece kayıt ve tespit etmişler ve her nevi hakkında kısa malumat vermişlerdir. Kitabın hatimesinde, eserin tertibinden sonra, elde edilmiş bazı malumat görülmekte ve bunu da küçük bir lügat takip etmektedir.

*

Tarihî eserlerde iki tarz görünür. Ya anasıra [unsurlara] ve malzemeye ehemmiyet verilir. O zaman müellif sadece toplayıcıdır. Tetkik sahası ne ise o sahaya ait bilgileri sadakatli bir surette cemetmiştir. Veyahut anasıra ehemmiyet vermekle beraber fazla olarak tahlil ve terkip nazar-ı itibara alınır. Tarihî malzeme üzerinde evvelen şe’ni [gerçek] tetkiklerden ilmî izahlar, sonra felsefi fikirler yürütülür. Bunlardan evvelki neve (école narrant-hikâyevi mektep), ikinci neve (analyse et synthése historique-tarihî tahlil ve terkip) diyebiliriz.

Konya Halkiyatı, birinci nevi eserlerdendir. Müellifler; bütün gayretlerini anasıra vermişler, mümkün olduğu kadar fazla edebî malzeme tedarikini düşünmüşlerdir. Bu saik iledir ki saz ve kalem şairleri karıştırılmış, mesela:

 

Gülmedim dünyaya geldim geleli

Ne kara yazılı garip başım var

Ben kendimi bilip aklım ereli

Akar gözlerimden kanlı yaşım var!

 

Parçasının kaili [söyleyeni] halk şairi Figâni ile, bilfarz Mevlâna, Sadreddin Konevi, Senayi... gibi klasikler bir arada gösterilmiş, Rüştü Efendi ve Namdar Rahmi ile Naci Fikret... beyler gibi henüz yazıları ve şahsiyetleri edebî tarihe mal olmamış muasırlara ait parçalar esere ilave edilmiştir.

Tarihî usul bakımı ile telifi biraz güç olan bu noktalar, genç müelliflerin harsi hizmete ait samimi arzu ve emelleri yanında hiç şüphesiz ehemmiyetle düşünülemez. (Konya Halkiyat ve Harsiyatı)nın bu cihetten mütalaası, muzaaf [kat kat] bir kıymet iktisap etmektedir. Avrupa’nın on dokuzuncu asrın mebdeinden itibaren edebî tarih sahasında takip bu demokratik cereyanın, bizde ilk fiilî eseri teşkil etmesi, ona verilecek kıymet için kâfi bir miyardır. Diğer taraftan beklediğimiz edebiyat müverrihi, Anadolu cemiyetinin halkı edebiyatını tetkik ettiği zaman, Anadolu’nun kadim tarihi merkezine ait kıymetli bir vesika olarak (Konya Halkiyatı)nı görecektir. Bu itibar ile eserin memba olmak nokta-i nazarından ayrı bir kıymeti biçilmiş oluyor.

Anadolu’nun halkı edebiyatına karşı ilk temayülü bir müsteşrikte görmüş idik. Bu, bizim için ne kadar hicaplı bir hadise idi! bereket versin, Konya maarifinin iki kıymetli uzvu olan Saadeddin ve Ferit beyler bu hicabı kısmen kaldırdılar. Anadolu harsı namına kendilerine ne kadar teşekkür edilse azdır.

*

(Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı)nın aziz karilerine takdim ederken bu vesile ile Anadolu edebiyat tarihine dair bir düşüncemi ilave etmek istiyorum:

Memleketin umumi edebiyat tarihi bir vahdet arz eder. Bu vahdeti vücuda getirmek cidden müşküldür. Bizde son rubu [çeyrek] asır zarfında görünen edebî ve tarihî intibah [uyanış], daha ziyade menşe edebiyatına taalluk ediyor. Bu menşeinin tetkikinden sonra hiç şüphesiz edebî tekâmül zincirinin ortası olan Anadolu edebiyatı tamik edilecektir [araştırılacaktır]. Fakat (cehd-i ekal [en az gayret]) kanununa taban umumi edebiyat tarihinin tedvinini temin etmek üzere her şeyden evvel mevzuu ve muhiti edebiyat tarihleri, bilhassa Anadolu tarihinde siyasi ve harsi merkez olmak mahiyetini gösteren bazı büyük şehirlerin mıntıkavi halkiyatı vücuda getirilirse çok istifadeli bir şey olacaktır. Biz bu tasavvurumuzun, ilk tatbikatını görmekle derin bir memnuniyet hissediyoruz.

25 Kânunuevvel 926 – Ankara

Z. F. (1927) (Nu. 6)

 

Yukarıdaki yazının yayımlanmasından bir ay sonra Halkiyat ve Harsiyat üzerine bir tanıtım yazısı da Millî Mecmua’da (İstanbul) yayımlanır. Mehmet Halit Bayrı bu tanıtım yazısında Halkiyat ve Harsiyat’ı önce övüp ardından da tenkitlerini sıralar. Bayrı’ya göre ilmî usuller gözetilmeden az bir emekle hazırlanan kitapta Konya’nın saz şairlerine/âşıklarına ve şiirlerine yeterince yer yerilmediği, kitapta yer alan folklor türleri üzerine açıklayıcı bilgiler yer almadığı gibi eserin tertip ve tasnifinde ciddi bir usul takip edilemediğinden kitap karmakarışık bir hâl almıştır.

 

Kitabiyat:

Konya Halkiyat ve Harsiyatı

Müellifleri: Konya Erkek Muallim Mektebi edebiyat muallimi Sadeddin Nüzhet ve [r]uhiyat muallimi Mehmet Ferit beyler, Konya 9[2]6, Vilayet Matbaası 347 sahife.

 

“Halkiyat” denilen marifet şubesinin şümulü dâhiline giren herhangi bir mevzua memleketimizde şimdiye kadar temasa cesaret edilemediğini görerek müteessir oluyorduk, birkaç ay evvel ilk defa Konya Erkek Muallim Mektebinin iki genç hocası, Sadeddin Nüzhet ve Mehmet Ferit beyler bize “Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı” unvanı altında bir cilt vermekle hepimizi memnun ettiler. Eser nasıl bir mahiyet arz ederse etsin, mesailerinden dolayı müelliflerini takdir ve tebrik etmek borcumuzdur.

Kitap bir buçuk sahifelik küçük bir mukaddime ile on fasıld[ır] ve bir de lügatçeden mürekkeptir. Müelliflerinin mukaddimede söylediklerine nazaran “Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı” ilmî usullere tebaan tedvin edilmiş bir eser olmaktan ziyade, bir nüve, bir ilk adım, bir örnekten ibaret olup kısa bir zamanda meydana getirilmiştir. Bu itiraf, esere verilecek kıymetin derecesini daha iptidada tayin etmekle beraber, biz yine yaprakları birer birer çevirerek muhtevalarını tanımak ve hükmümüzü ondan sonra tespit etmek arzusundan feragat edemedik.

Kitabın birinci faslı, Konya vilayeti şairlerine tahsis edilmiştir. Yüz kırk iki sahife tutan bu fasılda bilhassa aradığımız, Konya’nın yetiştirdiği saz şairleri, diğer tabirle âşıklar idi. Hâlbuki burada, Konya’ya mensup saz şairlerine, hatta bunların Âşık Ömer gibi Türk vatanının her tarafında şöhret kazanmış, okunmuş, söylenmiş, hırz-ı can edilmiş [can gibi saklanılmış] olanlarına bile tesadüf edemedik. Tarih ve tezkire-nüvislerimizin [tezkire yazanlarımızın] hiç bahsetmedikleri saz şiiri, asırlarca Türkiye’nin her köşesinde, basık ve karanlık köy odalarından vezir konaklarına, mahalle kahvehanelerinden serhat kulelerine kadar bilaistisna her yerde okunmuş, dinlenmiştir, saz şairleri, klasik edebiyat hadimleri derecesinde, belki onlardan da fazla rağbet ve hürmet görmüştür, buna rağmen saz şiirinin mahiyet ve kıymeti, menşe ve tekamülü henüz izah olunamadığı gibi saz şairlerinden herhangi birinin şahsı ve eseri üzerinde de hâlâ (Nu. 7) ciddiyetle tevakkuf edilememiştir [durulamamıştır]. “Konya Halkiyat ve Harsiyatı” tarzında az çok bir emek sarfıyla elde edilmiş bir mahsul içinde saz şiirine, saz şairlerine, mühim bir mevki ayrılması iktiza ederken bu muktezanın ihmali, bize büyük bir nakısa şeklinde göründü. Her zaman tetebbuu kabil olan klasik şairlerimizin tercüme-i hâllerine ait birkaç satırın eski tezkirelerden kopya edilmesi “Konya Halkiyat ve Harsiyatı” ismini taşıyan bir eser için, herhâlde fazla bir meziyet teşkil etmemesi gerektir.

“Konya Halkiyat ve Harsiyatı”nın mânilerden bahsedilen ikinci faslı, birinci fasla takaddüm eden nispî kıymetle derhâl dikkati celp eder. Mâniler halk edebiyatımızın büyük bir hususiyet gösteren en zengin kısmı ve aynı zamanda en ziyade müteammim [yaygın] nevidir. Mâni inşadı, memleketimizin uzak, yakın bütün köşelerinde öteden beri anane hâline gelmiş, irticale çok müsait olduğu cihetle büyük şehirlerden küçük kasabalara, hatta fakir köylere kadar her tarafta mâni söyleyen nice kimselere tesadüf olunmuştur. Bu itibar ile bizde mânilerin ve mâni söyleyenlerin adedini tespit etmek mümkün görünmez.

“Konya Halkiyat ve Harsiyatı”nda mânilerin menşe ve tekamülüne dair hemen hiç malumat verilmeksizin, bunların şekline, bünyesine ait basit birkaç satırla iktifa edilmiştir. Hâlbuki pek eski bir tarihe malik olan mânilerin hangi sebep ve tesir altında hangi membadan çıktığını anlatmak pek lüzumsuz addedilemez. Kitaba derç edilen mâniler, takriben dört yüze baliğ olmakta ise de, bunların içinde tahsisen Konya’ya mensup olanlar azdır. Halk edebiyatımızın en mebzul mahsul veren bu nev’inin nasıl doğup, ne suretle inkişaf ettiği izah olunmadığına göre, hiç olmazsa Konya muhitinden nebean eden [doğan] bütün mânileri toplamak, eser sahipleri için bir gaye olmağa layık görülebilirdi. Bu hususa o kadar ehemmiyet atfedilmemesi bizi kitabın bu faslını da tam bula[ma]mak zaruretinde bırakıyor ki, bundan dolayı ne derece teessüre kapılsak hakkımız vardır, sanırız.

“Konya Halkiyat ve Harsiyatı”nın üçüncü faslı (sahife 179-184) ninniler, dördüncü faslı (sahife 180-207) türkülere, beşinci faslı (sahife 209-219) ağıtlara, altıncı faslı (sahife 211-233) bilmecelere, yedinci faslı (sahife 235-314) mesellere, tabirlere, fıkralara, sekizinci faslı (sahife 315-317) kinayelere, dokuzuncu faslı (sahife 319-324) dileklere, ilençlere, onuncu faslı (sahife 325-330) Türk adlarına hasredilmiştir. Bu fasılların her biri hakkında ayrı ayrı mütalaa dermeyanı kabil olmakla beraber, biz bundan sarfınazar ederek birinci ve ikinci fasıllar için söylediklerimizin kısmen, kitabın diğer fasıllarına da teşmil edilebileceğini kayıt ile iktifa edeceğiz.

Her uzvu ayrı ayrı alınmayarak umumi heyetle tetkik edilecek olursa denilebilir ki, “Konya Halkiyat ve Harsiyatı” halkiyat ile iş[ti]gal edecekler nezdinde hakiki bir hazine, kıymettar bir malzeme müdehharı [toplaması] şeklinde telakki edilmeğe müsait bir istidat gösterememiştir. Şu kadar ki, eserin tertip ve tasnifinde ciddi bir usul takip edilemediği cihetle bu hazine karma karışık bir hâl, iptidai bir mahiyet almış, hele her faslın başına o faslın ihtiva ettiği malzeme nev’ine ait izahatı havi olmak üzere ilave edilen sahifeler, kitabın hüviyetini tasrih edeceği yerde iğlak eylemiş [kapamış, karıştırmış], binaenaleyh gayesiz, manasız kalmıştır. Harsi malzemenin cemi bile elyevm bazı bilgilere ve bahusus bunların tedvini yüksek bir ihtisasa mütevakkıftır. “Konya Halkiyat ve Harsiyatı” müelliflerinin bundan haberdar olmadıklarını iddia edemeyiz. Fakat teliflerinin bizi böyle bir iddiayı tahrike sevketmesi mümkündü. Bu imkânı selp eden [ortadan kaldıran] saileri [çalışanları], Sadeddin Nüzhet ve Mehmet Ferit beylerden Konya halkiyatına, harsiyatına dair ilmî etütler beklememize de sebep oluyor. İntizarımızın [beklentimizin] hayal inkisarıyla [kırıklığıyla] neticelenmeyeceğini ümit ederken genç muallimleri eserleri vesilesiyle tekrar tebrik etmekten kendimizi alamıyoruz.

30 Kânunusani 1927

Mehmet Halit [Bayrı] (1927b) (Nu. 8)

 

Sadeddin Nüzhet Bey, Mehmet Halit Bey’in bu tenkitlerine karşı Mehmet Ferit Bey ve kendisini aşağıdaki yazıyla savunur.

 

Konya Halkiyat ve Harsiyatı Hakkında

Mehmet Halit Beyefendi’ye

(79) numaralı Millî Mecmua’da (Konya Halkiyat ve Harsiyatı) adlı eserimiz hakkındaki tenkitlerinizi okudu. Takdir ve tebriklerinize teşekkür ederim. Yalnız bazı noktalara ait müdafaalarımı müsaadenizle madde madde tespit edeceğim:

1- “Kitabın birinci faslını teşkil eden Konya şairleri meyanında saz şairlerine, yani âşıklara tesadüf edemedik” buyruluyor. Hâlbuki eserimizde (Emine Hanım, Tahsin Efendi, Cemali, Hikmeti, Hasan Hüseyin, Rüştî, Zarî, Zehrî, Sürurî, Sait Ağa, Şerife Hanım, Şevkî, Şem’î, Safderî, Tahirî, Âşık Rıza, Âşık Mehmet, Abdî, Ulvî, Gufranî, Feşanî, Figânî, Koca Ahmet, Gülizar Hanım, Kemterî, Kenzî, Lokmanî, Mednanî, Matlubî, Saliha Abla, Gökdede, Mehmet, Mustafa, Nigârî) gibi halk şairlerinin eserleri (80) büyük sahifelik yer işgal etmektedir. Diğer (80) sahifelik münderecatı ise ekseriyetle (Halilî, Mahbup, Apalı’nın Rıza Efendi… ilah.) gibi hiçbir tezkirenin zikretmediği şairlerle Mevlâna, Sultan Veled… ilah. gibi şairlere aittir. Binaenaleyh bu noktada nasılsa bir dikkatsizlik eseri olduğu muhakkaktır.

2- “Türk vatanının her tarafında şöhret kazanmış, okunmuş, söylenmiş olan halk şairlerinin eserlerine bile tesadüf edemedik” buyruluyor. Eğer bu ifade ile Gevherî, Karaca Oğlan, Dertlî gibi şairler kastediliyorsa onları eserimize almakta mazuruz. Çünkü Konya’da doğmamışlardır. Yok Konya’da yetişen bazı âşıkların terk edildiği söyleniyorsa şahıs tayin etmek iktiza edecektir.

3- Âşık Ömer’in bile ihmal edildiğinden bahis buyruluyor. Maatteessüf bu noktada fikirlerinize iştirak edemeyeceğim. Zira şık Ömer Konyalı değildir. Matbu divançesinin hemen on misli denilebilecek derecesinde kalın olan divanı Mevlâna Kütüphanesinde mahfuzdur. Halkiyat ve Harsiyatı yazarken halk arasında yanlış olarak şayi olan ve tarihî hiçbir esasa müstenit bulunmayan Âşık Ömer’in Konyalı olmaması rivayetini nazar-ı itibara alarak mezkûr divanı baştan nihayete kadar okumuş, fakat Konyalı olduğuna dair ufak bir işarete bile tesadüf edememiştim. Yalnız Bursalı Tahir Bey’in de gözüne ilişen bir koşması onun Konyalı olmadığını ispata kâfi bir vesika mahiyettedir; iki bendini yazıyorum:

 

Sıfat-ı aslımız beyan ederiz

Bizim meskenimiz serhat ilidir

Zat-ı cemilemiz ayan ederiz

Vatan-ı aslimiz Aydın ilidir

 

Adlî’yim mahlasım Vehbî okunur

Kemalet-i aşkım kesbî okunur

Vezn-i sühanımız hasbî okunur

Tehî sanman Ömer Gözlevî’dir

 

Şu manzumeyi nazar-ı itibara alırsak Âşık Ömer’in Aydınlı olduğunu kabul etmemiz lazım gelir. Mamafih onun nerede doğduğuna dair verilecek kati hükümleri ihtiva eden izahat ayrı ve uzun bir makaleye muhtaçtır. Yalnız burada pek haklı olarak Konyalı olmadığını söylemek kâfidir.

4- “Saz şairlerinden herhangi birinin şahsı ve eseri üzerinde hâlâ (Nu. 7) ciddiyetle tevakkuf edilememiştir” deniliyor. Bendeniz ise tabiatıyla edilemez diyeceğim. Bu zevat hakkında ne söyleyebiliriz. İndî ve hiçbir ilmî kıymeti olmayacak muhakemeleri yürütmeliyiz. Acaba böyle bir hareketle tarih-i edebiyata ne gibi bir fayda temin etmiş olacağız, bu zevatın sırf lirik mahiyeti haiz olan eserlerinden acaba ne suretle hakikatler istinbat edeceğiz [anlayacağız].

Bundan elli sene evvel vefat eden (Kenzî) ye dair, mübalağa olmasın, belki kırk elli ihtiyardan aldığım malumat emin olunuz ki yazdıklarımızdan fazla değildir. Ekseri halk şairleri hakkında “Filan tarihte doğmuş, filan tarihte ölmüş, iyi saz çalarmış, ümmi imiş, sesi güzelmiş…” demekten başka acaba ne yazabiliriz.

Evet Âşık Ömer gibi elimizde koca bir külliyatı olan şairi tetkik etmek elbette mümkündür. Fakat bütün elde edilen asarı dört beş koşmadan ibaret olan bir âşık hakkında verilecek hükümler kati bir fayda temin etmez. Hatta pek çok şiirleri olan, fakat umumiyetle garami eserler vücuda getiren bazı âşıklar hakkında da fazla malumat verilmek mümkün değildir.

İşte Karaca Oğlan! Şimdiye kadar az çok bu zatın eserlerinden bahsolundu. Şair Mecmuası’nda, Yeni Mecmua’da, Halk gazetesinde makaleler yazıldı. Neşrolunan şiirlerinden sarf-ı nazar olunursa eserlerinin altına ilave edilen indî yazılardan ne gibi bir istifade temin edildi. Pek kati olarak diyebilirim ki hiç!..

Tabii Gevherî, Dertli gibi az çok hayatlarına dair vesikalar elde edebileceğimiz âşıklar bu hükümden müstesnadır. Nitekim şimdiye kadar bu zevat hakkında yapılan tetkikler cidden faydalı olmuştur.

Bence halk edebiyatında en ziyade metinlere ehemmiyet verilmelidir. Asıl faydalı mesai, halk şairlerinin eserlerini toplayabilmektir. Yoksa herhangi bir âşık hakkında -tarihî hüküm istisna edilmek şartıyla- felsefi ve ilmî (Nu. 9) hükümler verebilmek her zaman için mümkündür. Hususiyle halkiyat tetkikatı basit ve kolay bir şey değildir. Toplanılacak eserler, edebiyat, bediiyat, ruhiyat, içtimaiyat ve lisaniyat gibi muhtelif nazar-ı itibara alınarak cem ve tedvin edilir. Hâlbuki bu tarzda münferiden çalışmak mekân haricindedir. İşte bu sebepledir ki Avrupa’da halk türkülerini, darbımeselleri, hurafeleri… ilah. toplamak üzere cemiyetler teşkil etmiştir. Binaenaleyh bizden fazla bir şey beklemek muhali talep etmek demektir.

5- “Konya Halkiyat ve Harsiyatı kitabında mânilerin ve alelumum saz şiirlerinin menşe ve tekamülüne dair hemen hiç malumat verilmeksizin bunların şekline, bünyesine ait basit birkaç satırla iktifa edilmiştir.” buyuruluyor. Pek doğru bir söz. Esasen bizce de matlup olan bu idi. Eğer arzu buyurduğunuz şekilde hareket etmek icap edeydi yazacağımız eserin unvanı değişecek ve o zaman (halk edebiyatının menşe ve tekamülü), (halk edebiyatı nazım şekiller) gibi adlarla ayrı ayrı kitaplar yazmamız icap edecekti.

6- “Kitap alelacele yazılmıştır.” buyuruluyor. Evet, biz de bu hakikati kitabın baş tarafında söylemiştik. Fakat bu itirafın biraz da mütevazıane bir hareket olduğunu teslim etmek iktiza eder. Kitap alelacele yazılabilir. Fakat münderecatı alelacele tedarik edilemez. Henüz hiç tespit edilmeyen halk şairlerinin eserlerini elde etmek öyle kolay bir olmayacağını zat-ı aliniz de bilirsiniz. Hususiyle (2058) darbımetelin toplanması şüphesiz ki kısa bir sa’yin mahsulü olamaz. Evet beklemek ve daha birçok vesika elde etmek mümkündür. Fakat niçin memleket namına bir an evvel hizmet etmekten fariğ olalım? Yarın daha çok vesika elde ettiğimiz takdirde ikinci Halkiyat neşretmek imkân dâhilinde değil midir?

Bugüne kadar Türk halk edebiyatı veya Türk halkiyatı namıyla müşteşriklerin çıkardıkları eserler de tamamıyla noksandır. Ne (Radlof) un halk edebiyatı sahasındaki tetkikatı, ne Kunoş’un ne Gize ve ne de son zamanlarda tap olunan (Jan Döni) nin eserleri tamamıyla bizim ihtiyaçlarımızı tatmin edecek mahiyette değildir. Fakat bir teşebbüstür, bir muvaffakiyettir. Keşki Gevherî’nin, Karaca Oğlan’ın eserlerini topluyoruz diye haber veren zevat da şimdiye kadar -velev ki noksan bile olsa- elde ettikleri şiirleri neşretmiş olsalardı onların da bu yoldaki hareketleri memleket için elbette faydalı olacaktı. Bence vesaik elde etmek hususunda beklemenin hiçbir faydası yoktur. Zira işe yarayacak bütün mehazları, münderecatından istifade edilebilecek bütün cönkleri tedarik edebilmek imkân haricindedir. Pek muhakkaktır ki halkiyat vadisinde çalışanlar eserin, neşretmek hususunda ne kadar istical ederlerse memlekete de o nispette fazla hizmet etmiş olurlar. Bir eser tap edilmedikçe noksanları tezahür etmeyeceği pek tabiidir.

Asıl kemal, natamam bile olsa yanlışı olmayan bir eseri ammenin inzarına vazedebilmektedir. Biz bidaamızın [sermayemizin] azlığına rağmen noksan olmakla beraber buyurduğunuz gibi az çok faydalı bir eser vücuda getirdik. Zat-ı aliniz gibi uzun zamanlardan halk edebiyatı ile iştigal eden bir zatın eserlerini okuyabilmek en büyük emelimizdir. Baki hürmetler efendim.

19 Şubat 1928

Sadeddin Nüzhet (1927) (Nu. 10)

 

Mehmet Halit Bey, Sadeddin Nüzhet Bey’in savunmasına mezkûr derginin aynı sayısının müteakip sayfalarında aşağıdaki cevabi yazısını yayımlar.

 

Sadeddin Nüzhet Bey’e Cevap

Azizim Sadeddin Bey,

“Konya Halkiyat ve Harsiyatı” hakkındaki makaleme “Millî Mecmua” nın bu nüshasında münderiç cevabınızı okudum. Kitabınıza dair dermeyan ettiğiniz fikirlere mukabele teşkil eden satırlarınızı -müsaade ederseniz- birlikte tetkik edelim:

1- Saz şairlerinden bahsetmediğinizi söylemekliğime rağmen, eserinizde, bilakis âşıklara temas ve birinci faslın seksen sahifesini bunlara tahsis buyurduğunuzu iddia ediyorsunuz. Filvaki kitabınızda beş on saz şairinin fihristi münderiç bulunduğuna göre, bu iddianızda büsbütün haksızsınız, diyemeyeceğim. Fakat birkaç koşmasının üstüne ismi ve hangi tarihlerde doğup öldüğü kaydedilmekle bir şairin tanıtılmış, anlaşılmış olduğuna kanaat getirmediğimi, makalemin o kısmını tekrar okumak zahmetini ihtiyar ederseniz, sarahaten görürsünüz. Eski tezkire-nüvislerimizin takip ettiği bu usule sarılmakla, bugün bir kazanç temin edemeyeceğimizi, bir iş yapmış olmayacağımızı, mutlaka bilirsiniz. Şu hâlde “Konya Halkiyat ve Harsiyatı”nın şairlere mahsus kısmını bu tarzda tedvin etmeği, bilmem, ne için tercih ettiniz? Bir şairin bu suretle anlatılması, bence, bir izah olmadıktan maada, hatta bir “takdim” bile sayılmaz. Eğer zat-ı aliniz bunun aksine zahip iseniz [inanıyorsanız], pek ala; bu zehabınızı tashih etmek vazifem değil, şu kadar ki, eserinizde Konya âşıklarına temas edildiğine inanmamak hakkımdır.

2- Konya’ya mensup saz şairlerine, hatta bunların Âşık Ömer gibi Türk vatanının her tarafında okunmuş, söylenmiş, şöhret kazanmış olanlarına “Konya Halkiyat ve Harsiyatı” nda tesadüf etmediğimi söylerken, kimi kastettiğim küçük bir dikkatle pek güzel anlaşılır, zannederim. Gevherî’yi, Dertli’yi, Karaca Oğlan’ı araya karıştırmakla neyi istihdaf ettiğinizi [amaçladığınızı] kestiremediğim gibi, bunları kitabınızda arayacak kadar beni gaflet içinde farz etmenizin sebebini de bulamadım.

3- Âşık Ömer Konyalı olmayabilir. Lakin bu hususta ileri sürdüğünüz vesikanın kuvvet ve sıhhatinden emin misiniz? Tetkik buyurulduğu rivayet olunan Âşık Ömer Divanı’na, sizi itimada sevk eden esasları öğrenmek istersem, beni mazur addetmez misiniz?

4- Mektubunuzun bu fıkrasında bana ders vermek lütfunda bulunuyorsunuz. Muallimler, sade (Nu. 11) mekteplerindeki talebeye değil, bazen böyle hariçte de ders vermek mecburiyetinde kaldıkları cihetle vazifeleri hakikaten büyüktür. Notlarınızdan epey istifade ettiğim için zat-ı alinize ne kadar teşekkür etsem azdır.

5- “Konya Halkiyat ve Harsiyatı”nda mânilerin ve alelumum saz şairinin menşe ve tekamülüne dair hemen hiç malumat verilmeksizin bunların şekline, bünyesine ait basit birkaç satırla iktifa edilmiştir, kaydettikten sonra “Esasen bizce de matlup bu idi” buyuruyorsunuz. Sadeddin Bey, eserinizi hazırlarken maksadınızın bundan ibaret olduğunu söylemeniz, bir mana ifade etmez. Şüphesiz bilirsiniz ki, halkiyat ve harsiyata müteallik telifler, ya vesika hazinesi, malzeme mudahharı [biriktirmeyi/toplamayı], yahut bunları tahlil ve tenkit ve mahiyetlerini teşrih eden birer tetebbunameden başka bir şey olamazlar. Kitabınızın bir tetebbuname olmadığını zaten itiraf ettiğinize nazaran onu bir vesika, malzeme hazinesi suretinde telakki ediyorsunuz, demektir. Zat-ı aliniz, mahsulünüze istediğiniz sıfatı izafe etmekte serbest olduğunuz gibi, başkaları da sizin telakkinize iştirak edip etmemekte serbesttir. Avrupa’da bu gibi metinlerin ne tarzda tertip, tasnif ve tap olunduğuna muttali olduğunuz için sizden beklemekte olduğumuz mesainin künhüne vukufunuz vardır. Birçok çalışıp çabalayarak ortaya koyduğunuz eserin emsalinden geri kalmasını elbette arzu etmezsiniz. O hâlde “matlubumuz yaptığımız şekilde bir kitap vücuda getirmekti” demenize hayret etmemek kabil olmuyor.

6- Kitabınızı ister uzun, ister kısa bir müddette ihzar etmiş olunuz, bu cihet beni pek alakadar etmez; beni ve herkesi alakadar eden, yalnız eserin arz eylediği kıymettir. Mamafih şurasını tasrih edeyim ki, bence, halkiyat vadisinde çalışanların eser neşretmek hususunda ne derece acul olurlarsa, memlekete o nispette hizmet etmiş olacakları muhakkak değildir. Bilakis kendisinde telif ve tedvin kuvvet ve iktidarını görenler, neşriyat yaparken ne kadar teenni ile hareket ederlerse hem şahıslarına, hem de memlekete o kadar fayda temin etmiş olurlar. Bir eserin basıldıktan sonra tezahür edecek noksanlarını, basılmadan evvel arayıp bulmak, itmam etmek bana daha tabii, daha makul görünüyor. Bu itibar ile natamam bir eseri ammenin intizarına vazetmeği asıl kemal değil, heveskârlıktan mütevellit bir istical telakki ediyorum. Bana gelince, filvaki çalışıyorum. Fakat mesaimin semeresini öyle iki günde meydana çıkaracak kadar ne cüretkâr, ne heveskârım. Hürmetlerimi lütfen kabul buyurunuz efendim.

22 Şubat 927

Mehmet Halit [Bayrı] (1927b) (Nu. 12)

 

Basıldığı günlerde Konya Vilayeti Halkiyatı ve Harsiyatı’na dair kaleme alınan yazıları aktardığımız bu yazımızı merhum Muzaffer Hamit’in şu tespiti ile sonlandıralım:

“Konya Halkiyat ve Harsiyatı”nın yanlış ve noksan noktaları olabilir. Fakat meziyetleri arasında bir tanesi vardır ki; bunu en anut aleyhtarları bile inkâr edemezler: Bu vadide atılmış ilk adım olması meziyeti... (Muzaffer Hamit, 1927). (Nu. 13)

(Bitti)

 

Kaynakça:

ANONİM (1926/1344), “Kıymetli ve Mühim Bir Eser”, Babalık, S 2152 (26 Temmuz/13 Muharrem), s. 1.

ANONİM (1926), “Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı”, Türk Yurdu, C 4, Nu. 20 (Ağustos), s. 183.

[BAŞTAK], Naci Fikret (1926/1345), “Konya Halkiyat ve Harsiyatı”, Babalık, S 2185 (3 Eylül/23 Safer), s. 1; “2: Halkiyat ve Harsiyat”, Babalık, S 2193 (14 Eylül/6 Rebiyülevvel), s. 2.

MEHMET HALİT (1927a), “Konya Halkiyat ve Harsiyatı”, Millî Mecmua, C 7, Nu. 79 (01 Şubat), İstanbul, s. 1277-1278.

MEHMET HALİT (1927b), “Sadeddin Nüzhet Bey’e Cevap”, Millî Mecmua, C 7, Nu. 81 (01 Mart), İstanbul, s. 1313-1314.

MUZAFFER HAMİT (1927), “Siham-ı Kaza”, Babalık, S 2368 (17 Nisan 1927/14 Şevval 1345), s. 2.

SADEDDİN NÜZHET (1927), “Konya Halkiyat ve Harsiyatı Hakkında”, Millî Mecmua, C 7, Nu. 81 (01 Mart), İstanbul, s. 1312-1313.

Z. F. (1927), “Halk Edebiyatına Ait Bir Eser”, Hayat, C 1, S 9 (27 Kânunusani), Ankara, s. 18-19.
















YAYIMLANMASI SONRASI KONYA VİLAYETİ HALKİYAT VE HARSİYATI ÜZERİNE YAZILAN YAZILAR VE YAPILAN TENKİTLER -1

 M. Ferit Uğur ve Sadeddin Nüzhet Ergun tarafından 1926 yılında yayımlanan, 2002 yılında Prof. Dr. Hüseyin Ayan tarafından günümüz harflerine aktarılarak ikinci, 2015 yılında da üçüncü baskısı yapılan Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı, Konya halk bilimi üzerine yayımlanmış ilk kitaptır. Yarı geliri Tayyare Cemiyetine bırakılan kitap yayımlandıktan sonra hakkında olumlu ve olumsuz pek çok söz söylenmiş, yazılar kaleme alınmıştır. Bu yazımızda mezkûr kitap hakkında bugüne kadar bulabildiğimiz yazıları iktibas edeceğiz.

Üzerine yazılan ilk yazı henüz kitap hâlinde okuyucuyla buluşmadan Babalık gazetesinde yayımlanan bir haber yazısıdır. Bu yazıdan mezkûr kitabın önce fasiküller hâlinde basılıp dağıtıldığını öğreniyoruz. Henüz birkaç fasikülü basılan eserin sayfa sayısı biraz abartılı tahmin edilmiştir.

 

Kıymetli ve Mühim Bir Eser

Konya Halkiyat ve Harsiyatı namıyla büyük bir kitap neşrediliyor

Konya’mızın fazıl üstadı, Erkek Muallim Mektebi ruhiyat [psikoloji] muallimi Ferit Bey’le mütetebbi [araştırıcı] ve gayur [çok çalışkan] gençlerimizden [mez]kûr mektep edebiyat muallimi Sadeddin Nüzhet Bey tarafından müştereken “Konya Halkiyatı” namıyla kıymetli bir eser neşredilmeğe başlanmıştır.

Tahminen 500-600 sahife olan bu eserin birkaç nüshası çıkmıştır. Bir ay zarfında tamamen ikmal-i tabı [basımı tamamlanacağı] ümit edilen bu pek mühim eserin memleketimiz için şiddetle derece-i lüzumuna kani olmayan bir fert yoktur zannederiz.

Vaktiyle bu gibi eserlere, kitaplara, yazılara ehemmiyet verilmemesinden dolayı başlı başına muazzam bir devr-i medenî başlayan Konya’nın Selçukiler devrine, o zamanki ecdadımızın tarz-ı hayat ve maişetlerine ait eldeki asar gayr-i kâfidir. Pek azdır.

Elde ve dilde menkıbe hâlinde sürülüp gelen mevcut asar, şimdiye kadar ciddi bir mesai ile toplanmamış, neşredilmemiştir.

Bu kıymetli kitap, Konya ve mülhakatında [bağlı yerlerinde] yetişmiş saz ve kalem şairlerinin şiirleriyle tercüme-i hâlinden, bu havalide nas [insan] arasında söylenen darbımeseller ve bilmeceler ile öğretilmesi lazım olan Türk adlarını ihtiva edecektir.

Hükümetimiz halk hükümetidir. Halkçılığın ehemmiyet ve kıymeti tamamen takdir edilmiş bir devri yaşadığımızdan çok bahtiyarız.

Bu gibi kıymetli eserler halk sevgisinin kalpte yanmasına, parlamasına azami yardımı itibariyle ayrıca bir hususiyet ahzeder.

Binaenaleyh; bu vatan ve irfan-perverane [kültür severliğe yaraşır] eserin kıymetli müelliflerini derin bir hiss-i tebrik ve takdirle alkışlayıp ikmal muvaffakiyeti temenni ederken; eserin tabını nısfı [yarısı] tayyare menfaatine olmak üzere temine bezl-i himmet [bol yardım] ve gayret gösteren Tayyare Konya Şubesi Reisi belediye reisimiz Kâzım Bey Efendi’ye irfan-ı belediyemiz namına teşekkürü bir borç biliriz (Anonim 1926/1344) (Nu. 1).

 

Aşağıdaki yazı, mezkûr kitabın Türk Yurdu dergisinde yayımlanan tanıtım yazısıdır. Bu yazıda esere dair ilk tenkit cümleleri de yer alır. Tenkitlerin en dikkat çekeni ise Türkçenin ağızlarının ses özelliklerini gösterecek henüz bir fonetik alfabemizin olmayışıdır.

 

Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı

Müellifleri: Sadeddin Nüzhet ve Mehmed Ferit – Konya, 1926 – Büyük hacimde 350 sahife

Konya Erkek Muallim Mektebi edebiyat muallimi Sadeddin Nüzhet ve ruhiyat muallimi Mehmed Ferit beyler tarafından hâsılatının nısfı Tayyare Cemiyetine ait olmak üzere neşredilen bu güzel eser “Konya vilayeti şairleri, mâniler, ninniler, türküler, ağıtlar, bilmeceler, darbımeseller, fıkralar, tabirler, tekerlemeler, kinayeler, dilekler, ilençler, Türk isimleri, ilaveler, lügatçe” mübahisini [konularını] havidir. Konya’yı “halkiyat” nokta-i nazarından şayan-ı ehemmiyet bir surette tetkik eden müellifler, görülüyor ki, bu hususta pek kıymetli malzeme toplamışlardır. Bizim nokta-i nazarımıza göre müellifler, eski tezkire ve tarihlerde yazılan malumata istinaden Konya’dan yetişen klasik şairler hakkında malumat verecek yerde, o sahifeleri de halk şairlerine yahut isimleri ve eserleri hiçbir yerde zapt ve tespit edilmemiş şahsiyetlere tahsis etseler daha münasip olurdu. Esasen şairler kısmında en ziyade bu ikinci kısma ehemmiyet verildiğini memnuniyetle görüyoruz. İhtiva ettiği etnoğrafik mevad [konular] itibariyle kıymetli olan bu eser, lisaniyat nokta-i nazarından maalesef bir malzeme hizmetini göremez. Çünkü kelimeler telaffuzu “fonetik harfler”le tespit edilmemiştir. Böyle yapılmış olsaydı, lisan itibariyle de büyük ehemmiyeti olacaktı. Mamafih bu kusur müelliflerin değildir, ilim âlemimizde henüz böyle harflerin tespit edilmemesi ve bir de tap müşkilatı onları böyle bir tespitte bulunmaktan menetmiştir. Son söz olarak müellifleri samimiyetle tebrik ederken, diğer vilayetlerimizdeki genç muallim ve Ocaklılarımızın da memleketi tanıtacak bu gibi müfit [faydalı] eserler vücuda getirmelerini temenni eyleriz (Anonim 1926) (Nu. 2).

*

Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı üzerine Naci Fikret Baştak da Babalık gazetesinde iki yazı yayımlar. Naci Fikret, ilk yazısında mezkûr kitabın, Konya’nın eski ve yeni şairlerini ve şiirlerinden örneklerle edebî yönünden ziyade tarihî birer belge hükmündeki âşık tarzı şiirleri bir araya toplayan bir eser olması, yanı sıra şiir yazdığını saklayan bazı kişileri tanıtması hususlarındaki faydalarını vurgular.

 

Konya Halkiyat ve Harsiyatı

Çoğumuzun üzerinde pek kadim bir hakk-ı talim ve tedrisi [eğitim ve öğretim hakkı] bulunan Ferit Bey Efendi ile Sadeddin Nüzhet Bey taraflarından yılmaz bir azim ve himmet ve medit [uzun süreli] bir sabır ve sebat ile vücuda getirilen bu mühim eser; muhit-i irfanımızdaki büyük bir boşluğu doldurmuştur.

Dört yüz sahifeye takarrüp etmiş [yaklaşmış] olan bu eserin ihtiva ettiği büyük ve belli başlı mebahisi [konuları] nazar-ı dikkate alırsak bu hükmün isabetini tasdikte tereddüt etmeyiz. Her şeyden evvel şunu itiraf etmeliyiz ki bu gibi eserler; yorgun, bezgin velhâsıl nevrastenik [evhamlı, kuruntulu] adamların kârı değildir. Bunları başarabilmek tükenmek bilmez bir kudret-i asabiyenin [sinir gücünün] vücuduna mütevakkıftır [bağlıdır].

Konya’da ne kadar şair yetişmiştir?

İşte bir sual ki cevabı ufak bir himmete mütevakkıf gibi görünür, hâlbuki keyfiyet öyle değildir.

Evvelâ: Gerek eskiden ve gerek muasır olarak şehrimizde yetişmiş şairleri bilenler pek azdır; bu hususta mehaz [kaynak] olabilecek kitaplar olmadığı gibi olanların da ya mevcut nüshası kalmamış ve yahut izahat ve tafsilat-ı kafiyeyi [yeterli anlatım ve açıklamaları] ihtiva etmemişlerdir. Sonra, bu şairlerin eserlerini elde edebilmek daha müşküldür.

Asar-ı manzumesi gerek ahbaplarının, gerek evlat ve ekaribinin [yakın akrabalarının] taht-ı tasdikinde [doğrulaması altında] bulunan birçok zevat vardır ki ya, evrak-ı metrukesinin [geride bıraktığı kâğıtların, belgelerin] ötede beride kaybolup gitmiş olmasından ve yahut müteallikatı [yakınları] tarafından eserleri her nasılsa gösterilmemekte ısrar edilmesinden dolayı küçük bir kıtasını bile ele geçirmek, âdeta bir kale fethetmekten daha müşkül bir hâl almıştır.

Mesela: Merhum pederim Mustafa Fikri Efendi’nin birçok asar-ı manzumesi olduğu hâlde, bütün evrak-ı perişanını karıştırmış olmama rağmen, ancak birkaç parçasını elde edebildim.

İşte muhterem üstadımız Ferit Bey Efendi, her türlü maddi menfaat endişesinden tamamıyla azade bir hâlde ve sırf bir hizmet-i vataniye ve milliye ifası gayretiyle, meşhur ve maruf şairlerimizin asar-ı metrukesini araştırırken ne kadar garip, tuhaf, elim ve şayan-ı teessüf ve sair muamelelere maruz kalmışlardır. Fakat o, bütün bu müşkülata rağmen yılgınlık ve bezginlik göstermemiş, bu mühim eseri, âdeta, fethetmiştir.

Eserin âlem-i irfan ve edebiyatımızda büyük bir boşluğu ne suretle doldurduğunu izah edelim:

“Halkiyat ve Harsiyat”ın birinci kısmını; Konya’da yaşamış “şairler” teşkil eder. Şimdiye kadar böyle muayyen bir şehirden yetişmiş şuara-yı kadime ve hazıranın [şimdiki ve eski şairlerin] hayat ve asarını ihtiva eden bir eser gördüğümü hatırlamıyorum. Hepimizin az çok malumumuz olan bazı şairlerimiz vardır ve belki onların muntazam eserlerinden de birkaç parça hatırlarımızda kalmıştır; işte o kadar.

Hâlbuki; bilmediklerimiz, tanımadıklarımız, eserlerini değil, hatta isimlerini bile işitmediğimiz seve seve okunacak; şu ve yahut bu nokta-i nazardan faydalı ve yahut manidar bulunacak birçok şiirleri de vardır.

Bir de bu manzumelerin kıymetleri yalnız “edebî” değildir; belki daha ziyade, vücuda getirildiği zamanın bazı vekayi ve hadisatıyla: tabii, cevvi [atmosferle ilgili], hayati, içtimai, ahlaki, tarihî, siyasi bir vakasıyla alakadar bulunmalarında, o zamanda hâkim olan bazı telakkilere, bazı kanaatlere tercüman olmalarındadır.

İşte bu itibarladır ki bu kabil yazılar, çok defa sağlam bir vezin ve kafiyeden mahrum da olsalar, bu nispi ve izafi kıymetleri, bu manidarlıkları itibarıyla, birer vesika hükmünde oldukları cihetle haiz-i ehemmiyettirler. İşte bu kıymet ve ehemmiyetlerine binaendir ki bugün Avrupa (ve) Amerika’nın hemen her tarafında (halkiyat=Folklore)e büyük bir mevki verilmekte, bununla birçok âlim ve mütehassısların ariz ve amik [enine boyuna] iştigal eyledikleri görülmektedir. Mesela şehrimizde vaktiyle bir “Arap Vakası” olmuştur; bu, Mısırlı İbrahim Paşa ordusuyla Mehmet Reşit Paşa ordusunun “Horozlu Hanı” civarında çarpışması vaka-i tarihiyesidir. Bu, tarihlerde başka türlü, halkın ruh ve lisanında daha başka türlü görülür. Sonra 1264 Kolerası ve yahut 1290’ın meşhur kışı ve bunu takip eden kıtlığı gibi, hayatı veya iktisadi ve içtimai hadiselerde halkın ruhunda derin ve unutulmaz intibalar ve onu görmeyen biz evlat ve ahfat üzerinde akisler bırakmıştır. Bu gibi hadiseleri tespit edenler de, okur yazar adamlar değil, çok defa ümmi fakat hassas ve coşkun canlar olmuştur. Mesela doksanın kıtlığı hakkındaki meşhur destanlardan birini söyleyen o vakit eskicilikle temin-i maişete çalışan bir adamcağız olmuştur. Eskiden niçin böyle tahsilden en ziyade mahrum adamlar tarafından böyle vecitli, heyecanlı eserler vücuda getirilmiş ve bunlar zamanımıza kadar yaşamıştır? Bunu anlamak için o vakitki ahval-i içtimaiyeyi nazar-ı itibara almak lazımdır. O vakit bir şehir halkı arasındaki manevi revabıt [rabıtalar, bağlar] ve tesanüt [dayanışma] öyle anlaşılıyor ki, şimdikinden daha fazla ve daha samimi imiş. Ve şimdi akraba arasında değil, hatta bir hane dâhilindeki aile efradı arasında görülemeyen saf ve samimi bir mahabbet, bir kardaşlık, o vakit tekmil memleket halkı arasında yaşıyor imiş. Binaenaleyh memlekete gelen bir beladan hepsi de -fakir ve gani- aynı surette müteessir olur ve içlerinden herhangi birisi bu umumi tesir ve heyecana güya umumi heyecanı kendi ruhunda cem ve teksif etmiş gibi tercüman vücuda getirdiği eserde aynı şevk ve hararet ve heyecan ile karşılanırmış. Sonra, değil doğrudan doğruya ahlaki ve içtimai hatalardan, hatta cevvi ve iklimî hadiselerden bile tashih-i ahlak lüzumunu hissederlermiş. Muhterem üstatların büyük bir gayretle toplayıp nisyan-ı ebediye düşmekten kurtardıkları bu tarihî destanlar mütalaa edildiği zaman o zamanlarda hâkim olan bu ruh, bu ahlak ve bu telakki vazıhen görülecektir.

Eserin bu kısmının diğer büyük bir faydası daha olmuştur. Her gün kendileriyle yüz yüze geldiğimiz, görüşüp konuştuğumuz birçok zevatın pek mühim asar-ı manzumeleri olduğu hâlde bunlardan haberdar değilmişiz. İşte “Halkiyat ve Harsiyat”; bize yine kendi dostlarımızı, arkadaşlarımızı, velhasıl kendi kendimizi de tanıtmaktadır.

Yine bu kısmın temin edeceği faydalardan birisi de gençlerde yazı yazmak arzusunu tevlit edebilmesidir; gençlik görecektir ki hiçbir say [çalışma], hiçbir emek, hiçbir kudret boşa gitmiş olmuyor. Bugün görülmeyen, takdir edilmeyen, ihmal ve istihfaf ile mukabele gören bir say, yarın veyahut öbür gün maruz kaldığı ihmal ve lakaydiden dolayı meyus olmak lüzumu kendisini bir daha tasdik ettirmiş oluyor.

Bundan başka bu eser, bundan sonra gerek tarih, edebiyat ve gerek halkiyata veyahut teracim-i ahvale [hâl tercümesine, biyografiye] ve hatta tarih-i edyan [dinler tarihi] ve tasavvufa dair vücuda getirilecek eserler için daima müracaat edilecek mühim ve mevsuk [sağlam, inanılır] bir mehaze [kaynak] olacaktır.

Bu kadar büyük ve mühim hizmetlerinden dolayı sevgili üstatları: Ferit ve Sadeddin beyleri ve eserin tabına delaletlerinden dolayı Belediye Reisi Kâzım Bey’i bütün samimiyet ve şükran hislerimle tebrike şitap ederken [koşarken] karilerimize [okuyucularımıza] de şunu hatırlatırız ki bu gibi eserler, yalnız manevi himmetlerin değil, aynı zamanda maddi ve nakdî fedakârlıkların mahsulüdür. Ülkesini maaziyadetin [ziyadesiyle, fazlasıyla] bezl etmiş [bol bol vermiş] olan müellifleri ikincinin de ezici sıkleti altında bırakmağa bilmem razı olurlar mı?

Eserin: Mâniler, ninniler, türküler, ağıtlar, bilmeceler, darbımeseller, fıkralar ve tabirler, tekerlemeler, kinayeler, dilekler, ilençler ve Türk isimleri gibi her biri gerek edebiyat ve gerekse folklor nokta-i nazarından ehemmiyet-i azimeyi [büyük önemini] ihtiva eden aksam-ı mütebakiyesi [kalan kısımları] hakkındaki mütalaalarımızı diğer makalelere bırakıyoruz.

Naci Fikret (1926/1345: 1) (Nu. 3)

 

Naci Fikret ikinci yazısında Konya’da Halkiyat ve Harsiyat’a yapılan tenkitleri söz konusu eder. Naci Fikret mezkûr kitaba yapılan tenkitleri üç maddede ele alır. Bunlar:

1. Kitaba alınmayan kişilerin yaptığı tenkitler.

2. Kendileri de aynı konuda bir kitap yazmaya niyetlenenlerin tenkitleri.

3. Eserin adı ile muhteviyatının uyumlu olmadığı iddiasındaki kişilerin tenkitleri.

Naci Fikret yazısında bütün bu tenkitlere karşı Ferit ve Sadeddin beylerin -tabiri caizse- avukatlığını da yapar.

 

Halkiyat ve Harsiyat

-2-

Yeni şeyler, yeni eserler, yeni masnuat [sanatla yapılan işler]… Velhâsıl gerek icadat ve ihtiraat-ı fenniye [fenne dair benzeri görülmemiş buluşlar] ve sınaiye [sanatla ilgili] kabilinden olsun, gerek yeni bir felsefe, yeni bir nazariye gibi keşfiyat-ı fikriye ve ilmiye olsun, daima hücumlara, tenkitlere, tezyif [değersiz gösterme] ve istihfaflara [küçük görmelere] maruz kalmışlardır.

Mesela: Bu gün hemen hemen kati bir hakikat-i ilmiye hâline gelmiş olan “tekâmül” nazariyesi, ilk defa meydana konulduğu zaman ne kadar tezyiflere, istihzalara, hakaretlere hedef olmuştur.

Bu; niçin böyle oluyor?

Herhâlde “yeni” olan herhangi bir şey, kendisini muhit olan insanların bütün inzar-ı dikkatini kendi üzerinde teksif ediyor, ve bu suretle, nakisalarını göremeyen, bunların çürük taraflarını deşmeği hatırlarına bile getirmeyenler, sırf yeniliğin dimağlar üzerinde icra ettiği tembih ve ikaz-ı hasbiyle, bu yeni eserlere karşı bütün kudret-i dimağiyelerini cem ve teksif ile hücum ediyorlar.

Hâlbuki aynı dikkati, kendilerince menus [alışılmış, alışık] ve mutat olan diğer herhangi bir şey üzerine de aynı surette tevcih etseler, onun da kim bilir ne kadar hatalı, zayıf, çürük cihetlerini bulup çıkaracaklardı.

İnsanların kendi hatalarını hiç görmedikleri hâlde diğerlerinde bin türlü ayıp ve noksan bulup teşhir etmeleri de aynı psikolojik mihanikiyetle [düşünmeden mekanik olarak yapmakla] kabil-i izahtır.

Bu mukaddemeden sonra sadede girebiliriz: Ferit ve Sadeddin beyler tarafından telif ve neşrolunup bundan evvelki makalemize mevzu teşkil eden “Konya Halkiyat ve Harsiyatı” isimli eser, birçok tenkit ve tarizlerlere, hatta tezyif ve istihfaflara hedef olmuştur.

Bu tenkidat ve tarizatı başlıca birkaç noktaya irca ile teşrih ve muhakeme edersek ne gibi menabi-i ruhiyeden [ruhi kaynaklardan] doğduklarını ve ne dereceye kadar kuvvetli ve haklı bulunduklarını pek vazıh bir surette görebiliriz:

1- Esere dâhil olunmayanlar… Bazı zevat vardır ki gerek manzum ve gerek mensur epeyce mühim eserleri olduğu hâlde bu kitaba derç olunmadıklarını görerek müteessir olmuşlar ve teessürlerinin hakiki menşe ve mahiyetini izhar etmeyerek, başka cihetlerden, zahirde haklı, makul ve meşru bulunacak diğer noktalardan hücum etmekte bulunmuşlardır.

Filhakika bu zevatın hakları yok değildir; kendileri gerek nazım ve gerek nesir sahasında ihmal edilemeyecek bir varlık gösterdikleri hâlde ve kendilerinden daha zayıfların eserde bir mevki işgal eylemiş olmalarına rağmen, kendilerinin hariç bırakılmış olmaları cidden tevakkuf olunacak [durulacak] bir noktadır. Fakat şunu nazar-ı dikkate almak lazımdır ki bu eser, bu sahada, bu tarzda vücuda getirilmiş eserlerin birincisidir. Sonra, tertibi, muhtelif esbab-ı ilcasıyla [zorlama sebeplerle], az çok aceleye gelmiştir. Ve bu hâl, birçok değerli şair ve nâzımlarımızın unutularak esere derç olunamamasına [toplanamamasına] sebep olmuştur.

Hiçbir kasta ve niyete iktiran etmeyen [dayanmayan] ve pek tabii olan bu sebepten dolayı gerçi müteessir olmamak kabil değilse de, hiç olmazsa bu teessürü başka kisve altında izhar etmemek lâzımdır.

2- Kendileri de böyle bir eser vücuda getirmek için hazırlananlar… Memleketimizin tarihini, abidatını [abidelerini] ve sair bu kabil şeylerini toplamak ve yazmakla meşgul olduklarını bildiğimiz bazı zevat vardır. Fakat zevat-ı mumaileyh bu iş ile on seneyi mütecaviz bir zamandan beri iştigal eyledikleri hâlde elan meydan-ı istifadeye hatta pek küçük bir kitap bile vazedememişlerdir.

Onların ilim ve fazlını inkâr etmekten uzağız. Fakat sahibinde hapsolup kalmış olan bir kudret-i ilmiye, neye yarar?

Bu kudret, saha-i fiil ve amele çıkamadıkça, gerçi büsbütün inkâr olunmasa bile, hiç olmazsa, sahibine başkalarının eserlerine hücum etmek hakkını kazandıramaz.

Bugün memleketimiz iyi ve kötü, kuvvetli ve zayıf, mükemmel ve nakıs velhâsıl nasıl olursa olsun, behemehâl ve mutlak surette ilmî eserlere muhtaçtır.

Biz, muhtelif menabi-i hissiye ve şahsiyeden gelen tenkit ve tarizlerle bu gibi eserlerin telif ve intişarını menedeceğimiz yerde teşvik ve tergiplerimizle [isteklendirmelerimizle] bunların meydana çıkmasını teshil edersek [kolaylaştırırsak] herhâlde daha insani bir surette hareket etmiş oluruz.

Bugün Ferit ve Sadeddin beyler, şöyle bir eser vücuda getirmişler. Bu eser, falan ve filan nikat-ı nazardan [görüşlerden] hatalı, zayıf ve hatta çürük imiş. Olabilir. Hatadan büsbütün ari bir eser vücuda getirmek mümkün değildir; çünkü kâinatta her şey daimî bir seyir ve tekâmüle tabidir. Bugün mükemmel görünen bir şey, yarın bu sıfatı kaybetmeğe mahkûmdur. Fakat bu, bizi çalışmaktan ve bir eser vücuda getirmekten menedemez. Hadiseler seyr-i tekâmüllerini takip ederken, bir zincirin halkaları gibi yekdiğerine merbut oldukları hâlde tevali ederler [birbiri ardınca devam ederler]. Binaenaleyh bugünkü “mükemmel” herhangi bir şeyin köklerini dünkü “nakıs” falan şeyde aramak icap eder. İstenilir ki herkes kudret-i ilmiye ve fikriyesi nispetinde bir eser vücuda getirsin. Ve bu eserin zayıf veyahut hatalı cihetlerini görenler de diğer daha kuvvetli ve daha mükemmel numunelerini vücuda getirsinler hatta bu eserler sırf ilmî ve gayr-i şahsi surette tenkit de olunsun; fakat hiçbir eser tezyif ve istihfaf olunmasın ve hiçbir mahsul-ı say, silk-i nazma [nazım ipliğine] girmiş birkaç kelime-i temeshur-kârane [maskaraca kelime] ile tehzil edilmesin [alaya alınmasın]. Bir kudret ve say ile vücuda getirilmiş olan herhangi bir şey, tezyife değil hürmete, takdir ve tevkire [saygıya] şayandır.

3- Diğer bazı zevat da eserin ismi ile muhteviyatı arasında bir mutabakat bulunmadığını iddia ediyorlar. Bu zevat tamamen değil kısmen haklıdırlar. Eserin birinci kısmı ikiye ayrılabilir: Halk şairleri ve hars şairleri. Bu nokta-i nazardan eser, her iki kısmı da tamamıyla ihata edememiştir; fakat bu, yukarıda arz ettiğimiz sebeplerden ileri gelmiştir. Eserin ikinci kısmına gelince; bunlar hemen tamamıyla halkiyatın mevzuunu teşkil eder ki halkiyat, bu eserde görülen şeylerden ibaret değildir. Şu kadar var ki eserin bu nokta-i nazardan noksan olması, ismi ile müsemması arasında mutabakat bulunmadığı iddiasına hak kazandıramaz.

Velhâsıl Ferit ve Sadeddin beylerin vücuda getirdikleri bu mahsul-ı say, iddia edildiği gibi birçok noksanları da ihtiva etse bile, yine herkesin, hepimizin istifade edeceğimiz kıymetli ve mühim bir eserdir. Bu hakikat, ancak bu sahada birtakım ihtiyaçlarla karşılaşıldığı zaman anlaşılır.

Naci Fikret (1926/1345: 2) (Nu. 4)

(Devamı var)