KONYA FOLKLORUNDA ÖLÜM İLE İLGİLİ
İNANIŞ VE UYGULAMALAR
ÖZET
İnsan hayatının
sonu olan ölüm, insanın fiziki dünyadan metafizik dünyaya geçişini sağlayan bir
olgudur. İnancımıza göre insan öldükten sonra metafizik dünyada ruh olarak
yaşamasını sürdürür. Ölenin öbür dünyaya rahat geçmesi ve orada huzurlu
yaşaması için örf ve adetlere, dinî kurallara uygun bir şekilde uğurlanması ve
defnedilmesi gerekmektedir. Köklü bir kültüre sahip Konya’da, hayatın bu son
geçiş dönemine dair de oldukça zengin örf ve âdet mevcuttur. Bu makalede insanın
bu dünyadaki hayatının sonu olan ölüm çevresinde toplanarak ona bir kurum
niteliği kazandıran âdet, inanma ve işlemlerin sistemli bir serimi ve yorumu
yapılacaktır.
Anahtar
Kelimeler: Konya, ölüm, ölü,
mezar, âdet, folklor.
APPLICATIONS AND BELIEF RELATED TO DEATH AT KONYA
FOLKLORE
ABSTRACT
Death, the end of human life, is a phenomenon that enables the transition
of human from the physical world to the metaphysical world. According to our
belief, after the death of a person, he lives in the metaphysical world as a
soul. In order for the deceased to live comfortably in the other world and live
there peacefully, customs must be tolerated according to religious rules and
buried. In Konya, which has a deep-rooted culture, there is a wide range of
customs and customs in this last transition period of life. In this article, a
systematic laying and interpretation of the manners, beliefs and processes that
gathered around death, which is the end of his life in this world and gave him
an institution character, will be made.
Key Words: Konya, death, dead, tomb, menstruation, folklore.
Giriş
“Her canlı ölümü tadacaktır (Âl-i
İmrân/185, Enbiyâ/35, Ankebut/57).”[1], “Nerede
olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm
size ulaşacaktır (Nisâ/78).” ilahi fermanları gereği ölüm, hayatın tabii
sonucudur. Bütün milletlerin kültürlerinde, hayatın bu son ana geçiş döneminde
ölümle ilgili âdetler oluşmuştur. Her şeyden önce her Türk insanının ölmek
üzerine ortak dileği “Üç gün yatak, dördüncü gün toprak”tır. Uzun süren
hastalık, felç/yatalak olmak hiç arzu edilmez. Şehit olarak ölmeye ise âdeta
can atılır. Zira şehitlerin cennete gidecekleri ilahi bir müjdedir.
Konya’da
yaşlılar, hatta orta yaşlılar duygu ve düşünce olarak kendilerini ölüme
hazırlarlar. Bunlar arasında cenaze masraflarını bir kenara, kefenini bir
sandığa koyan, hatta gömülmeyi arzuladığı mezarlıkta mezar yerini belirleyip
mezarını yaptıran ve vasiyetini hazırlayanların sayısı oldukça fazladır.
Ölüm
ve mezar çevresinde gelişen kültür, köklü bir milletin binlerce yıllık
yaşantısının bugüne yansımasıdır. Binlerce yıllık hayatın son bin yılı
İslâmiyet’in denetim ve gözetimi altında olmasına ve bu denetim ve gözetim,
olanca hassasiyetine rağmen, eski dinlerin etkilerini tamamen ortadan
kaldıramamıştır. Tabiatıyla ölüm ve mezarla ilgili âdet ve uygulamalarda İslâmî
olanlarla olmayanlar iç içedir. Bizim bu başlık altında ortaya koyacaklarımız
ne birtakım hurafelerin canlandırılması ne de bu hususlarda fıkhi bilgileri
aktarmak olacaktır. Biz meseleye tamamen halk biliminin penceresinden
bakacağız.
I. Ölüm Öncesi
A. Ölümü Düşündüren Ön Belirtiler
Ölüm korkusunun bilinçaltındaki baskısıyla
tedirgin olan halk düşüncesi, geleceği bilmek isteğinin de etkisiyle,
alışılagelmişin dışındaki birtakım davranışları; araç-gereçlerin şu ya da bu
biçimdeki kullanılışlarını; meteorolojik olayları; hayvanların hareket ve
seslerini; düşlerdeki görüntülerle hastadaki psikolojik ve fizyolojik
değişiklikleri çoğu zaman ölümün bir işareti, bir ön belirtisi saymaktadır.
1.
Hayvanlarla ilgili olanlar
Halk
inanmalarında, ölümü önceden haber veren belirtiler arasında, hayvanlarla
ilgili olanlar büyük bir yer tutmaktadır. Hayvanların insanlarda bulunmayan
kimi yetenekleri, sezi güçleri, biçimsel özellikleri, uğurlu ya da uğursuz
sayılmaları bu tür inanmaların oluşmasında ve evrensel bir çizgiye erişmesinde
büyük bir rol oynamaktadır. Evcil ve yabanıl hayvanların ötüşleri, ulumaları,
kişnemeleri, böğürmeleri, belli hareketleri, uçuş yönleri, alışılmışın
dışındaki davranışları yaklaşan bir ölümün ön belirtisi ve işareti olarak
yorumlanmaktadır (Örnek 1971: 15).
Horozun
vakitsiz ötmesi (Örnek 1971: 18).
Baykuşun
geceleyin ötmesi (N.I.; ayrıca bk. Örnek 1971: 19).
Köpek
uluması, evin çeleninde baykuş ötmesi, hayvanlardan ayrı olarak, bir çocuğun
sürekli ağlaması da o evden bir ölü çıkacağına işarettir (N.I.).
2. Ev, ev
eşyası, araç-gereç ve yiyecekle ilgili olanlar
Ev,
ev eşyası, araç-gereç ve yiyecek çevresinde kümelenen birtakım inanmaların
temelinde de ölüm korkusu yatmakta, bunlar halk tarafından çoğu zaman ölümün ön
belirtileri ya da ölüm getirecek eylemler olarak nitelenmektedir (Örnek 1971:
20).
Kapı
ya da tahtanın kendiliğinden gıcırdaması (Örnek 1971: 21).
Beklenmedik
anda kapı çalınışı (Örnek 1971: 21).
Geceleyin
soğan-sarımsak verme (Örnek 1971: 23).
Altı
kara kaplar, “kara haber” için birer işarettirler (Örnek 1971: 23).
Ayakkabı
çıkarıldığında ters dönerse, ayakkabı sahibinin tez vakitte öleceğine inanılır
(N.I.).
3.
Astronomik, kozmik ve meteorolojik olaylarla ilgili olanlar
Ay
ve güneş tutulması, yıldız kaymaları, şimşek çakması ve gök gürlemesi gibi
olaylar da halk inanmalarında çoğu zaman ölüme ön belirti sayılmaktadırlar (Örnek
1971: 24).
Yıldız
kayması ölüm belirtisidir (N.I.; Örnek 1971: 25).
4.
Düşle ilgili olanlar
Bilinçaltında
biçimlenen çeşitli görüntülerin simgesel birtakım çağrışımlarla da
desteklenerek gerek düşü gören gerekse yakınları için, bir ölüm belirtisi
olarak yorumlanışı oldukça yaygındır (Örnek 1971: 25).
Sarı
renkli meyveler yemek ya da görmek.
Diş
çektirmek ya da dişlerin dökülmesi, kırılmasını görmek (N.I.; Örnek 1971: 26).
Diş
acıyarak çıkar, çekilir ya da kırılırsa düşü görenin yakınlarından biri; diş
acımadan çıkar, çekilir ya da kırılırsa uzaktan biri; ön diş çıkarsa aileden
biri; yan dişlerden biri çıkarsa komşu ve uzak tanıdıklardan biri ölür (N.I.; Örnek
1971: 27).
Manda[2] görmek (Örnek
1971: 27).
Ölmüş
birinin düşü göreni çağırması ya da bir yere götürmesi (N.I.; Örnek 1971: 28).
Duman
görmek (Örnek 1971: 28).
5.
Hastadaki psikolojik ve fizyolojik değişikliklerle ilgili olanlar
Hastada
görülen birtakım psikolojik ve fizyolojik değişiklikler hastanın yakınları
tarafından dikkatle izlenerek değerlendirilmektedir. Hastanın “gidici”
olduğuna, artık sonunun yaklaştığına birer işaret sayılan bu değişikliklere ve
isteklere önem verilmekte, ona göre hazırlığa girişilmektedir (Örnek 1971: 30).
a. Psikolojik değişikliklerle ilgili olanlar:
Hasta
ayağa kalkmayı deneyerek, “gitmem gerek” derse (A.I.; Örnek 1971: 30).
Gaipten
ses duyduğunu, birtakım kimseleri gördüğünü söylerse; sayıklarsa (Örnek 1971:
31).
a. Fizyolojik değişikliklerle ilgili olanlar:
Elleri,
ayakları, tırnakları beyazlaşırsa (Örnek 1971: 31).
İştahı
birdenbire açılırsa, güçlükle nefes alıp verirse, dalgınlaşırsa, bedeni sararır
veya morarırsa, bedeni şişerse[3], ağzından
köpük veya kan gelirse (Örnek 1971: 32); uzuvları katılaşmaya başlarsa (Örnek
1971: 33).
Gözünün
nuru dökülüyorsa [gözünden yaş gelmesi]; çenesi ve burnu sivrilip burun
delikleri örümceklenir gibi olursa; soğuk soğuk ecel terleri döküyorsa (N.I.).
Bu
ön belirtilerin görüldüğü ve sekaratülmevte[4] düşen
kişinin başında Kur’an okunur, yanı sıra sık sık Kelime-i Şahadet ve
Tevhit getirilir (A.I.).
B.
Kaçınmalar
Çağrışım
yoluyla ölümü hatırlatan, başka bir söyleyişle ölüm için ön belirti sayılan
belli olayların, eşyanın, düşlerin, psikolojik ve fizyolojik değişikliklerin
yanında, yerine getirilmediği zaman ölüm getireceğine inanılan birtakım
işlemler ve davranışlar da görülmektedir (Örnek 1971: 37).
Bir
evde ölen olursa su dolu kaplar boşaltılır; yeri okununcaya kadar da
doldurulmaz (N.I.).
Bir
mahallede ölen olursa, o mahalledeki su dolu kaplar boşaltılır (Örnek 1971: 37).
Cenaze
geçerken uyuyan kimseler uyandırılır (Örnek 1971: 38).
Cenaze
geçerken ayaktaki çocuklar oturtulur (N.I.).
Ölü
yıkandıktan sonra su ısıtılan kazan ters çevrilir (N.I.; Örnek 1971: 39) ve
kazan üstünde mum yakılır (Örnek 1971: 39; 49 numaralı dipnot)
Cenaze
için su ısıtılan kazanın isi cemaat mezardan dönünceye kadar sürtülmez, çoğu
kez de ertesi günü sürtülür (N.I.).
Eve
ölü girmesi iyi değildir, eve dışarıdan ölü getirilirse o evden birbiri ardı
sıra üç ölü çıkar (N.I.).
Ölü
yıkanmak için yattığı yerden kaldırılınca oraya bir taş parçası konur (N.I.).
Ölü
gömülene kadar ev süpürülmez, çamaşır yıkanmaz, eve su getirilmez (N.I.).
Kefen
makasla veya bıçakla kesilmez (N.I.).
Ölü
evden çıkarılmadan üzerinden kedi atlarsa ölünün hortlayacağına inanılır. Sıcak
havalarda ölünün yattığı yerin kapısı, penceresi açıldığında içeri kedi köpek
girmemesine dikkat edilir (N.I.).
Baş
sağlığına gelen kişilerin ayakkabıları, misafirliğe gelenlerin ayakkabıları
gibi, ters çevrilip düzeltilmez (N.I.).
Yatak
katlanırken baş taraftan katlanmaz, ayak tarafı önce katlanır. Baş tarafından
yalnız ölünün yatağı katlandığı için o yatakta yatan kimse ölür (N.I.).
Ölüyü
yıkama suyunun üstünden atlamak iyi olmaz N.I.).
Ölünün
kefeninden parça artarsa ilaç[5] yapılır,
diye kimseye verilmez (N.I.).
Ölümden hemen sonra
yapılan işlemlerin bir bölümü doğrudan doğruya cesetle ilgiliyken, bir bölümü
de ceset çevresinde toplanmaktadır. Ölünün öte dünyaya gönderilişine ön
hazırlık niteliğindeki bu işlemlerin kimilerinin temelinde ölene “canlı”
gözüyle bakmanın ve ondan korkmanın tipik belirtileri yatarken, kimilerinde de
hijyenik düşünceler ve dinsel gelenekler rol oynamaktadır (Örnek 1971: 44).
Ölüm
vukuunda kişinin öldüğünden emin olmak için gözlerini kontrol edip ağzına ayna
tutulur. Aynanın yüzü buğulanmıyorsa öldüğüne karar verilir. Ölen kadınsa,
artık namahrem olduğu için kocası ve odada bulunan diğer erkekler; erkekse,
aynı düşünceyle hanımı ve diğer kadınlar dışarı çıkarılır. İnsan öldüğünde
çenesinin düştüğüne inanıldığı için bir yakını tarafından çenesi çekilir
(bağlanır). Sonra cenazenin elbiseleri, varsa ağzındaki takma dişi çıkartılır,
altın kaplama dişi varsa ölene zarar vermeden sökülür. Yatağında sekaratülmevte
düşenlerin koltuk altı ve etek tıraşları yapılır. Şayet bu temizlik yapılmadan
ölüm gerçekleşmişse “kefeni ayağı dikilir” diyerek bu temizlikleri yapılır
(N.I.).
Ölünün
rahat yıkanması, tabuta kolay konması ve mezara düzgün yatırılabilmesi için
bedeninin bir düzene sokulması gerekmektedir. Bacakları uzatılarak iki ayağı
yan yana getirilir ve ince bir iple başparmakları birbirine bağlanır. Ölenin
ayakları üst üste binerse ölen kişinin arkasından ailelerindeki kişilerin de
sırayla öleceğine inanılır. Bu işi zamanında yapmazlarsa, ölünün vücudu
katılaşır. Açılması da zor olacağından mezara böylece konur. Kolları iki
yanında olmak üzere düzgünce uzatılır. Gözleri açık kalmış ise kapatılır. Bazen
açık kalan göz bir türlü kapanmaz. Bunun üzerine ölüye namahrem olmayan biri,
ellerinin başparmağını toprağa sürdükten sonra “Gözünü toprak kapatsın”
temennisiyle bu parmaklarıyla ölünün gözlerini sıvazlar. Gözü yine kapanmazsa,
“Bu arkasından birini götürecek” derler. Ölen genç ise bu durumu muradını
alamadığına yorarlar. Bu hadise halk arasında “gözü açık gitme” deyiminin
doğmasına sebep olmuştur. Ölüm akşam
vuku bulmuşsa ölü “uzun yatağa/rahat döşeğe” alınır. Karnı şişmesin diye
üzerine bir makas veya bıçak konularak ölü odasında yalnız bırakılıp kapısı çekilir.
Yaz olsun, kış olsun ölünün yattığı odanın penceresi açılır ve ışığı yanık
bırakılır. Yalnız kedi pencereden girip ölünün burnunu, kulağını yemesin diye
dikkatle gözetlenir. Bu arada gece boyunca gerek ölünün odasında gerekse evin
bazı yerlerinde günlük yakılır (N.I.).
Cenaze
rahat döşeğinde yatarken evdeki kadınlar Kelime-i Tevhit çekip Salat-ı Nariye okurlar.
Bunların toplamı dört bin dört yüzü bulunca Yasin, Amme, Tebareke
sureleri okunup duası yapılır (N.I).
Cenazenin
yıkanıp kefenlenmesinden defnine kadar geçen süreç, Konyalı dayanışmasının
tipik örneklerindendir. Doğum, düğün işlerinde olduğu gibi ölüm vukuunda da
konu komşu hemen toplanıp kendi aralarında iş bölümü yaparlar. Komşuların
tecrübeli olanları, mezarın kazdırılması, kefenin sağlanması, gasil işleri…
gibi işleri hemencecik organize ederler. Cenaze defnedildikten sonra evde
yapılacak dinî merasim ve diğer işler yine mahallenin yaşlı ve tecrübeli
kişileri tarafından yapılır. Yapılan bu işlerde yalnızca Allah’ın sevabı
gözetilir, hiçbir karşılık beklenmez (Odabaşı 1999: 74).
Konya’da -gurbetteki bir yakının
gelmesini beklemek- dışında cenazenin defni geciktirilmez. Öğle veya ikindi
namazlarına yetiştirilecek şekilde aceleyle cenazelerin defin hazırlıkları
başlar.
1. Ölünün Yıkanması ve Defne Hazırlanması
Eski
Konyalılar ölünün kendi evinde yıkanmasını makbul tutarlardı. Bugün bu anlayış
değiştiğinden mahalle camilerinde modern gasilhaneler yapılmıştır. Biz burada
evde yıkamayı anlatacağız.
Evin
bahçesinde ölünün yıkanacağı yer ottan çöpten temizlenir. Bahçe kuytu değilse
yıkanacak alana çadır kurulur. Mahalle camiinden teneşir tahtası, tabut ve su
kazanları getirilir. Kazanlardan biri ocağa konulup suyla doldurulur. Diğer
kazan soğuk su için ayrılır. Teneşir tahtası deliklerinden akacak yıkanma
suyunun arıkları ve toplanacağı çukur hazırlanır. Ölü, teneşir tahtasına
ayakları kıbleye gelecek şekilde yatırılır. Ölüyü yakınlarının yıkaması
makbuldür. Şayet cesaret edemezlerse bu görevi kadın veya erkek hocalar yapar.
Ölüyü yıkama suyu türlü kokulu maddelerle kokulandırılır. Ölüyü yıkamaya
kazandan su almak için çömlek veya özel şekilde oyulmuş et [su] kabağı
kullanılır. Günümüzde bu âdetin yerini “kulplular [kulplu tas]” almıştır (N.I.).
Yıkama
işlemine geçmeden teneşir tahtasının üstünde ölü hafifçe doğrultulup
yatırılarak ve karnı sıvazlanarak taharetlendirilir. Tahareti tamamlandıktan
sonra üç kere ağzına, üç kere de burnuna su verilerek ölüye abdest aldırılır.
Sonra özel lifler, önceden rendelenmiş sabunla köpürtülerek bütün vücudu
sabunlanır. Üç kere bu işlem tekrar edilip ölünün hiçbir tarafı kuru kalmayacak
şekilde iyice yıkanır. Üçüncüde tekrar abdest aldırılır. Bu abdest aldırılmadan
önce ölüye su dökmek isteyenlere izin verilir. Bunun üzerine ölünün yakınları
ve sevap almak amacıyla bekleşen komşular “Gufraneke ya Rahîm” duasıyla ölüye
su dökerler (A.I.).
Ölü
yıkanırken yüzünde yoğun bir gülümseme hâkimse, o kişinin iman ehli,
dolayısıyla cennetlik olduğuna inanılır (S.K.).
Ölünün
yıkanması tamamlandıktan sonra kullanılmamış bir havluyla iyice kurulanıp el ve
ayak parmak araları, diz kapaklarının altı, kasıkları, koltuk altları,
kulaklarının arkası, burun delikleri ve gözleri pamuklanır. Zemzemle alnına
“Allah”, göğsüne besmele yazılır. Artık ölü yakasız, dikişsiz göyneği giymeye
hazırdır. Ölü kefenlenmeden, kefene zemzem ve kokulu maddeler serpiştirilip
–şayet kadınsa- içine çörek otu ve kına saçılır.
Ölü
kefenlendikten sonra baş, bel ve ayak tarafı uçkurlanır (bunlar ölü kabre
indirilirken gereklidir) ve üzerine temiz bir çarşaf atılarak tabuta konur.
Tabutun
üzerine örtülen örtü, varsa ölü evinden, komşulardan, yoksa camiden alınır. Bu
amaçla Hac’dan getirilmiş örtüler de vardır. Genellikle yeşil renkli olan ve
üzerlerinde Arapça yazılı dualarla kutsal kişilerin adları bulunan bu örtülere
“Tabut Örtüsü”, “Kâbe Örtüsü”, “Cenaze Örtüsü”, “Sal Örtüsü” denmektedir (Örnek
1971: 55). Hâli vakti yerinde olanlar tabutun üzerine bir halı seccade bağlarlar.
Ayrıca kadınlar için tülbent ve çember; ünlü din âlimleri ve hocalar için türlü
sarıklar; genç kız ve gelinler için tel duvak, çeyiz eşyası konulur. Tabut
üzerine ölü evinden serilenlerden değerli olanlar uygun kurum ve kişilere hayır
olarak bağışlanır. “Hayır”dan söz etmişken Konya’da cenaze daha evden kalkmadan
yapılan başka bir hayır da ölünün evinden kısmetiyle gitmesi içindir. Ölü daha
evinde yatarken kısmetiyle gitsin diye bir tas bulgur, bir tas yağ, bir tas
salça, bir tas tuz ve elbiseleri bir ihtiyaçlıya verilir (N.I.).
Osmanlının
son dönemlerine kadar cenaze evinde, cenaze evden çıkarılıncaya kadar ağıtlar
yakılırmış (Hatta söylentiye göre, o zamanlar, Konya’da bu işi meslek edinmiş
halkından dolayı bir mahallenin adı “Ölübenledi/Ölübekledi”[6]
kalmış). Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra bir kilim veya halıya sarılarak
merdiven şeklindeki sala konularak taşınırmış. Bu âdetler R 1315/1899 M yılına
kadar sürmüş. Bu tarihte zamanın Konya Valisi Ferid Paşa bir emirle bunları
yasaklamış. Sal yerine bugünkü tabutları yaptırtmış (Kendi 1959: 66).
Ölüyü
bir an önce defnetmek gerektiğinden hiç bekletilmeden defin için bekleyen konu
komşu, eş dost hemen tabutu omuzlarlar. Bu arada biri ölünün hane halkına
yüksek sesle: “Hak-hukuk helal edin” der. Bu, üç kere tekrarlanır. Yakınları ve
diğer konu komşu, eş dost yüksek sesle: “Helali hoş olsun” diye karşılık
verirler. Bu helallik alındıktan sonra “Allahaısmarladık” denilerek musallaya
doğru tabut yola çıkarılır. Bu esnada evde kalanlar giden tabutun arkasından:
“Allah rahmet eylesin! Sorgu suvalcı [sualci] sağ yanından gelsin! Dilin
dolaşmasın! Allah ahiret muradın versin! Haydi, git güle güle! Essah dünyaya
gidiyorsun!” der (S.K.).
Ölü,
evinden alınıp “musalla taşına” doğru götürülürken yakınları, bilhassa
evlatları, onu taşımak için gayret gösterirler. Cenaze namazı mahalle camiinde
kılınacaksa caminin musalla taşına, büyük bir merkez camiinde (Kapı veya
Selimiye) ya da mezarlıkta kılınacaksa –buralar da cenaze evine uzaksa- evinin
biraz ilerisinde bekletilen cenaze arabasına kadar tabut omuzlarda taşınır.
Cenazeye katılan cemaat çok kalabalık ise hemen sağlı sollu hizalanarak âdeta
bir insan koridoru oluşturularak tabut eller üstünde bir sandal gibi yüzer
gider. Cenaze taşınırken tabut ağır ise ölünün günahının çok, hafifse az
olduğuna yorulur.
Cenaze
musalla taşına konulduktan sonra –vakit namazından sonra veya hemen- cemaat
tabutun önünde duran imamın ardında saf tutmaya başlar. Cenaze namazı rükû ve
secdesiz olduğu için bu saflar normal namaz saflarından daha sıkıdır. Eskiden
safta yerini alanlar ayaklarını ayakkabılarından çıkarıp ayakkabılarının üzerine
basarlar ve namazı öylece kılarlardı. Şimdi bu âdet terkedilmiştir. Cemaat saf
sayısının tek rakamlı olmasına dikkat ederek saf tutar. Saf tutma işlemi
tamamlandıktan sonra cemaatten birisi: “Hoca efendi cemaat tamam” diyerek
hocaya namazı kıldırabilirsiniz, işareti gönderir. Bunun üzerine bir din
görevlisi yahut cemaatten yetkin birisi namaza nasıl niyet edileceğini ve
cenaze namazının nasıl kılınacağını cemaate tarif eder. Cenaze namazı
kılındıktan sonra imam cemaate dönüp: “Ey cemaat-i Müslimîn bu meyyiti/meyyiteyi
(veya merhumu/merhumeyi) nasıl bilirsiniz?” diye sorar. Cemaat de bir ağızdan
bu soruyu “Allah rahmet eylesin” diye cevaplandırır. Bunun üzerine imam
cemaatten ölü için helallik diler; cemaat de yine topluca haklarını helal
ettiklerini belirtirler. Bu dilek ve karşılık üç kere tekrarlanır (A.I.).
Tabut,
öncelikle ölünün yakınları tarafından musalla taşından kaldırılır. Bunlar
tabutu birkaç adım götürdükten sonra cemaat tabuta yaklaşır. Tabutu taşımaya
besmeleyle sağ ön koldan tutarak başlanır; dua ve salâvatlarla arka kolda
tamamlanır. Aynı uygulama bu kere sol taraftan yapılır. Bundan dolayı hızla
giden tabutun arkasında sağdan sola, soldan sağa bir koşuşturmaca yaşanır. Bu,
bir yakın, bir komşu, bir dost/arkadaş olan cenazeye cemaatin son görevidir
zira. Yalnız cemaat tabutun önüne geçmeyip arkasını takip eder. Şayet cemaat
çok kalabalıksa, cenazenin evden alınışındaki yöntem uygulanır.
Konya’da
mümkün olduğunca tabutu omuzda taşımanın daha “ecir”li [sevap] olduğuna
inanılırsa da şehrin çok büyümesi bunu imkânsız kıldığı için bu iş araçlarla yapılır
olmuştur (A.I.).
Konya’da
mezarlar genellikle sapmalı[7], bazen
de sandıklı (içi, harçsız tuğla/briket örgülü) olarak hazırlanmaktadır. Kazılıp
hazırlanan mezar, ölü gelinceye kadar bir kişi tarafından beklenir. Şayet beklenilmeyecekse
mezarın üzerine çapraz olarak iki kürek uzatılır. Bu uygulamadan maksat,
kazılan mezara şeytanın girmesini önlemektir (A.I.).
Konya’da
mezar kazılırken “sapma toprağı” diğer kazı toprağına karıştırılmaz; ayrı
yığılır. Bu toprak ölü sapmaya yatırıldığında yüzünün kıbleye yönelmesi için
sol yanına yastık yapılır. Artanı da diğer kazı toprağından önce mezara
atıldıktan sonra cenazeye katılanlar üçer kürek olmak şartıyla ölüyü gömmeye
başlarlar. Toprak atma hakkını yerine getiren insanlar, küreği yere bırakıp
çekilirler. İnsanların küreği elden ele aktarmaları hoş görülmez. Bu arada
cenazeye katılanlardan bazıları toprak yığının arasından seçtikleri yedi ufak
toprak keseğini Kelime-i Şehadet okuyarak mezarın başucuna doğru ara ara atar.
Bundan maksat bu toprak keseklerinin cehennemin yedi kapısına perde olmasıdır
(A.I.).
Toprak
tamamen mezarın üstüne yığıldıktan sonra baş ve ayakuçlarına iki geçici taş
dikilir ve bu işlerde tecrübeli birisi mezar toprağını kürek yardımıyla
düzenleyip sıkıştırır. Ardından mezarın üstünde ufak bir su yatağı oluşturur.
Cenazeyi gördüklerinde bahşiş almak için hemen bidon, bardak benzeri kaplarla
cenazeye su yetiştiren civar semt çocuklarının suları mezarın baş tarafından
başlamak suretiyle bu yatağa dökülür. Bu işlemden iki yarar umulur. Biri
cenazenin rahmet bulması, diğeri de mezar toprağının oturup pekişmesi… Bu arada
kavak, söğüt gibi ağaçlardan kesilip cenazeyle beraber getirilen dallar cenazenin
başucuna sokulur. Bunlara çaput, bez türü nişanlar bağlamak âdettendir. Bunlar
cenaze hakkında fikir verir. Meselâ al yazmanın genç gelini simgelemesi gibi.
Öte yandan, yine halk inanışına göre, dikilen dalın kurumaması yahut kuru
dikilenin yeşermesi ölünün ahiretteki ahvalinden iyi haberdir (A.I.).
Mezara
toprak atılmaya başladığında hoca ve bu konuda ehil olan diğer kişiler, mezarın
sağ yanına çömelerek okumağa başlar. Hocalar okumağa başladığında mezara toprak
atanlar dışında bütün cemaat ya oturur ya da çömelir. Cenaze defni esnasında en
çok Yasin-i Şerif, Bakara Suresi’nin son iki ayeti
(Âmene’r-rasûlü…), Haşr Suresi’nin son üç âyeti (Hüv’allahü’l-lezi…), İnşirah,
Tekasür, İhlâs (üç kere), Felak, Nas sureleri
okunur. Okunan bütün bu sureler sevgili Peygamberimiz ve bütün peygamberlerden
başlayarak –özellikle yeni defnedilen olmak üzere- bütün geçmişlerin ruhuna
bağışlanır ve Allah’ın onları yarlıgaması için niyazda bulunulur (A.I.).
Bu duadan
sonra cemaat mezarın başından uzaklaşırken hoca iki yanına cenazenin en
yakınından iki kişiyi çağırarak “dalkın [telkin]” verir. Bu kabrinde yeniden
hayat verilerek ilk sorguya alınacak ölüye, vereceği cevapların bir tür
hatırlatmasıdır.
Definden
sonra mezar başından ayrılan cemaat, mezarlık girişinde topluca bekleşirler.
Hoca ve cenaze yakınlarının dalkını tamamlayarak yanlarında yer almasıyla “ölünün
yeri okunur”. Ölünün yerinin okunması âdeti geçmişte bütün cemaatin katılımıyla
ölü evinde yapılırken, günümüz hayat şartları bu âdetin mezarlıkta veya
mezarlığa yakın bir camide yapılmasını doğurmuştur. Bir hafız/hoca ya da ehil bir kimse
tarafından Kur’an’dan
bir aşır okunup sevabı ölenin ruhuna bağışlandıktan sonra cemaat tek tek ölü
yakınlarıyla tokalaşırken sözlü olarak da taziyelerini sunarlar. Bu arada iki
genç veya çocuk sağlı sollu durarak cemaate gülsuyu ve şeker/çikolata ikram
ederler (A.I.).
Konya’da
sıklıkla kullanılan taziye sözleri şunlardır:
- İnna
lillahi ve inna ileyhi raciun.[8]
- El hükmü
lillah (Arapça bu söz Türkçe olarak “Hüküm Allah’ın/dır” biçiminde de
söylenir).
- El hükmü
lillah, başınız sağ olsun.
- Emir
Allah’ın.
- Emir
Allah’ın, başınız sağ olsun.
- Allah
rahmet eylesin.
- Allah
taksiratını affeylesin.
- Rabbim
cennetinde cem eylesin (A.I.).
Ölü
gömülüp gelince ya da aynı günün akşamı devrine oturulur. Bu işlemin tam adı
“ıskat-ı salât, ıskat-ı savm ve devir”dir. Iskat, üzerindeki borcu düşürmek
demektir. Iskat-ı salât ise, ölmüş bir insanın üzerinden, kazaya kalmış farz
namazlarıyla vitir namazları borçlarını düşürmek ve affettirmek ümidiyle
yapılan bir tasadduk muamelesidir. Iskat-ı savm da ölünün üzerindeki oruç
borçlarını düşürmek manasınadır. Ölünün ıskat için vasiyet ettiği mal veya
geride bıraktığı malın üçte biri, üzerinde olan namaz veya oruç borçlarını
ödemeye kâfi gelmiyorsa bu takdirde “devir” [kabultü-hebtü: kabul ettim-hibe
ettim] usulüne başvurulur. Devir, tek fakirle yapılabileceği gibi, birden fazla
fakirle de yapılabilir. Sonunda da devredilen para fakire/fakirlere bağışlanır.
Bu
günlerde ölü çıkan evde yemek yapılmaz. Daha doğrusu komşular buna fırsat
vermezler. Komşu kadınlar, kendi aralarındaki görüşmelerle ölü evine sini sini
farklı yemeklerle akın ederler. Bu akın bir hafta kadar sürer. Yemek götüren
komşu acılı komşusunun sofrasını da şenlendirir. Günümüzde etli ekmek
fırınlarının yaygınlaşması sonucu ölü evine daha çok etli ekmek ve çarşı böreği
götürülmektedir (A.I.).
Ölünün
gömüldüğü ilk akşam, ölü evinin bütün ışıkları yanar. Odasının ışığı ise sabaha
kadar açık bırakılır. Rivayete göre bunun sebebi, ölenin, gömüldüğünün ilk
gecesi ruhunun odasını ziyarete gelmesiymiş. Geldiğinde odasını karanlık görüp
üzülmesin, yıkandığı yeri bulsun, diye de odasını aydınlatırlarmış. Ölünün
ruhu, kırk gece boyunca odasını ziyaret etmeye devam edermiş (N.I.).
Konyalılarda
definden sonra yas tutma âdeti yoktur. Açıktan ağlayanı “Araya deniz korsanız
bir daha birbirinizi göremezsiniz; hatta rüyanızda bile…” diye uyardıklarından
herkes ağıt ve gözyaşını içine akıtır.
Hane
halkı, definden bir hafta kadar sonra topluca kabir ziyaretine giderler.
Cenazesinin
defninden sonra yapılacak en önemli görevler onu duadan unutmamak ve varsa
vasiyetini yerine getirmektir. Buna özellikle dikkat edilir (N.I.).
Ölünün
kırkıncı gününe gelmeden önce üçüncü veya yedinci günlerinde yahut ilk
cumasında bişi dağıtılır.
Özellikle
Konya kadınlarının inanışına göre, ölenin eti ile kemiği kırkıncı gün
ayrışırmış. Başka bir inanışa göre de ölü ruhu, kırkı çıkıncaya kadar
mezarlıkta yaşamakla birlikte ara sıra evine girmek istermiş. Kırkıncı gün
geldiğinde ölü, yeni yurdu mezara kalıcı olarak yerleşirmiş. Ölünün buradaki
günlerinin esenlikle geçmesi için hayır hasenatta bulunulur, Mevlid
okutulur ve konu komşuya helva ekmek/pide dağıtılır (N.I.).
Yaygın
inanışa göre, elli ikinci gece de
ölenin kemiği toprağa karışırmış. Bu günde ölü fazla acı çekmesin, acısı
hafiflesin diye Mevlid okutulur, fakir fukara, çoluk çocuk sevindirilir
(N.I.).
-
Rüyada ölü görmek diriye işarettir, misafir gelir (N.I.).
-
Ölünün yıkandığı evde üç gün ışık yanar (N.I.).
-
Ölü mezara konulunca eğer iman ehli değilse, bir yılan göğsünün üstüne
çöreklenip ölünün dilini ağzından çıkardıp[9] emermiş.
Ama yılan gelmeden önce “ossurgan böcü” gelirmiş. Ölüyü yemeğe başlarmış. O
anda kurbağa ellerini açarak yılanı çağırırmış:
“Uzun
yenge dal yenge
Meyyit
geldi gel yenge
Arap
yedi bitirdi
Bize
kalmadı yenge”
Yılan
kurbağanın bu çığlıkları üzerine gelirmiş.
-
Ölü gömüldükten sonra hoca yanına ölünün yakınlarını alıp telkin vermeğe
başlayınca ölü canlanıp kendine gelir. Birden doğrulmaya yeltenince başını
sapma taşına vurup: “Anovvv, ben ölmüssüm” deyip yeniden ölürmüş (S.K.).
-
Hak yiyen bir insana Konyalılar: “Yirmi dört kerpicin altına girince öde
hakkımı” derlermiş. Konyalılar mezar inşasında yirmi dört kerpiç kullanırlarmış
(S.K.).
-
Mezarları parmak ile işaret etmek iyi değildir. Parmakları ile işaret eden
kişilerin parmakları kurur (Başkuyu’da mezarlıkta dalgınlıkla bir mezarı parmağı
ile gösterenler, hemen parmaklarını ısırırlar. A.I.).
-
Bir kişi gömüldükten sonra ruhu yedi gün evini ziyaret eder “Çelenin başına
gelir” derler (N.I.).
-
Mezarlıkta yatılmaz (N.I.).
-
Mezar kazıcısına para verilmezse ölünün rahatsız olacağına inanılır (N.I.).
-
Mezarlıktan taş, toprak alınmaz (N.I.).
-
Mezarlıkta sigara içilmez (N.I.).
-
Bir evde ölüm vuku bulduğunda kapıya iyi bir ayakkabı veya terlik konulur. Bu o
evin ölü evi olduğunu gösterirmiş. Şayet biri bu ayakkabı veya terliği giyer
giderse iyi olurmuş (N.I.).
-
Mezarlıkta gezerken mezarlara basmamağa özen gösterilir. Mezarlık üstüne
oturulmaz, mezar üstünden atlanılmaz (N.I.).
-
Köpek kıbleye karşı işerse ölüm getirir (Odabaşı 1999: 88).
-
Bir aile üç cuma birbiri üzerine çamaşır yıkarsa o aileden birisi ölür (Odabaşı
1999: 88).
-
Bazı dilek sahiplerinin Üçler Mezarlığı’ndan yedi küçük taş alırlar. Dilekleri
gerçekleşenler bu taşları yerlerine korlar (N.I.).
-
Eski zamanlarda mezar taşının, kıyamet gününde sevapla birlikte tartılacağına
inanıldığından, kocaman kaya parçaları sökülerek mezarlara dikilmiştir (S.K.).
-
Ölülerle Bayramlaşma: Ramazan ve Kurban bayramlarında namazdan çıkan
Konyalılar ilkin mezarlıklara giderek ahirete göçmüş yakınlarını ziyaret eder.[10] Okuduğu
Kur’ân’la, yaptığı dualarla geçmişlerinin ruhlarını mesrur eder. Hatta,
eskiden, bir türbe içinde mumyalanmış olarak yatan büyük ataları olanlar,
türbenin mezar dehlizine inip bunların ellerini de öperlermiş. Merhum A. Sefa
Odabaşı, bu konuda şunları söyler: “Rahmetli Koyunoğlu İzzet Bey ile yaptığımız
bir sohbette, sülalesine mensup bulunduğu Sahip Ata dedesini bayramlarda
ziyaret ederek mumyalığa girip ellerini öptüğünü bana anlatmıştı. B. Celaleddin
Karatay’ın yakınlarından biri olan Namdar Rahmi Karatay Bey de bayramlarda dedesinin
kabrini ziyaret ederek elini öptüğünü bir hatırasında yazmıştır.” (Odabaşı
1999: 101)
IV.
Atasözleri, İlençler, Ağıtlar
- Öküzüm öldü, kanglım kırıldı.
-
Ölü ile deli sahibinin.
-
Ölü çömleği gibi kakalanmaktan mezara girmek yeğdir.
-
Ölünce geçineceği yorulunca ara (Ergun-Uğur 2002: 315).
-
Ölü arslana tavşan bile hücum eder.
-
Ölümü gören hastalığa mum olur.
-
Ölecek ile olacağa çare bulunmaz.
-
Ölmüş eşek kurttan korkmaz.
-
Ölüme sevinilmez.
-
Ölmüş merkep arar nalını sökmeye (Ergun-Uğur 2002: 316).
-
Adın sanın kalmasın!
-
Ahirete dinsiz, imansız gidesin!
-
Çenesi çekilsin [çekilesice]!
-
Hort düdüğü çalasıca!
-
Işığı sövünesice!
-
İki eli teneşir tahtasına gelesice!
-
Kapılarda ölüsü kalasıca!
-
Kapılarda ölüsü kalasıca!
-
Kavaklarla gidesice!
-
Naha! Yüzün tahtaya gelsin!
-
Ölünün körü!
-
Seydi vakkasına uğrayasıca [Sa’d ibn Vakkas’ın okuna uğrayasıca (?)]!
-
Şişe kalasıca!
Üleşi
[leşi] ellerde yıkanasıca! (Ergun-Uğur 2002: 344-346)
c.
Ağıtlar
Konya
folklorunda derlenip yazıya geçirilmiş pek çok ağıt bulunmaktadır. Aşağıda
birkaç örneğe yer verilecektir.
Aziziye aziziye
Duman çökmüş düz yazıya
Kurban olam Mehmet Beğim
Terkindeki mor kuzuya
El veriyor el veriyor
Orta direk bel veriyor
Şâhit olun efendiler
Benim yavrum can veriyor
Sular akar ılık ılık
Deste kâkül bölük bölük
Kuzum yok bağrıma basam
Koymadın bana tebrik
Çaktım şeleyi geçmeyor
Kırık kollarım kalkmayor
Getir oğlan martinimi
Kardaş kardaşa bakmayor
Sarı kaya Sarı kaya
Mehmet benzer doğan aya
Öldürmüşler Mehmet Beyi
Ağlayalım doya doya (Ergun-Uğur 2002: 267)
*
Bu diyarda ben bir kadı kızıyım
Ak kâğıt üstünde kara yazıyım
Anamın babamın iki gözüyüm
Katil yengem nasıl kıydın canıma
Koç Mehmed’im duysa komaz yanına
Altun tas içinde kınam ezdiler
Gümüş tarak ile zülfüm çözdüler
Gelinliğim odasına serdiler
Katil yengem nasıl kıydın canıma
Koç Mehmed’im duysa komaz yanına
Elime kınalı çamur ezdiler
Gözüme kömürden sürme çektiler
Yüzüm duvağına kefen biçtiler
Katil yengem nasıl kıydın canıma
Koç Mehmed’im duysa komaz yanına
Tas dolusu şerbet içtim kanmadım
Akar sular gibi aktım doymadım
Üç gecelik gelin oldum bilmedim
Katil yengem nasıl kıydın canıma
Koç Mehmed’im duysa komaz yanına (Ergun-Uğur 2002: 268)
*
Evimizin önü kavak
Kavaktan dökülür yaprak
Elim kına yüzüm duvak
Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu
Evimizin önü ceviz
Cevizin içini yeriz
Sanki biz de gelin miyiz
Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu
Evimizin önü iğde
İğdenin dalları yerde
Altun kemer ince belde
Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu
Evimizin önü fındık
Fındığın dalını kırdık
Sanki biz de gelin olduk
Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu
Evimizin önü meşe
Sana vardım koşa koşa
Ümitlerim çıktı boşa
Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu
Gökte yıldız beş yüz elli
Elim kına saçım telli
Gelin oldum nerden beli
Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu
Evimizin önü kamış
Uzar gider vermez yemiş
Allah seni bana vermiş
Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu
Ali’nin bindiği atlar
Gül menekşe kokan atlar
Koynuma girmesin yatlar
Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu
Evimizin önü yazı
Yazıdan gelir kuzu
Seccâdeden kaldır yüzü
Uyan Ali’m sabah oldu
Uyanmazsan güller soldu[12] (Ergun-Uğur 2002: 269)
*
Getirin kokulu anber
Kavaklara bağlan çenber
Fidan Ayşa’m gidiyor
Yuyan hoca hoşca dönder
*
Göçtü çınar dalı dalından
Kurtulmadı ecelin elinden
Hamaylısı asılı kaldı
Hoş tut hoca yiğit kolundan
*
Bülbül gibi şakırdı
Hafız oğlan okurdu
Göçtü gitti cennete
Ağlasın dünya ağlasın
*
Odası kapandı tütmez ocak
Misafire kahvesini kim sunacak
Bundan böyle tütmez bu düman
Ağamın yerini kimler tutacak
*
Adlanılmaz dünyanın alına
Sarığını bağlayın salına
Göçtü mahallenin direği
Dostlar gidin kabristanına
*
Ocağı yanar sofrası çıkardı
Sabah akşam aşları pişerdi
Acaba misafirleri gelir mi
Onlara güleç güleç karşı çıkardı (Kendi 1959: 67-68)
*
ç.
Ölüye Yakılan Bir İlahi: Yıkanırken Gülen Ölü
Bilinmez
geçmiş zamanlarda bir hoca, bir ölüyü yıkarken ölü gülüvermiş. Ölünün başında
bulunanlar korkuyla kaçmışlar. Hoca kaçmamış. Anlamlı anlamlı başını salamış.
Ölüye şu ilâhiyi söylemiş:
Gönül neşaz olup güldün
Gabire varıp mı geldin
Sorucular suvalin
Verip de ona mı güldün
Gördün mü mizan dartısını
Gördün mü hem gorkusunu
İnce Sırat Köprüsünü
Geçip de ona mı güldün
Cehennem yıkılmış mı
Yıkılıp varan olmuş mu
Zebaniler dağılmış mı
Dağılıp ona mı güldün
Göğden indi mi rahmet
Ya vasıl oldu mu cennet
Şefaat etti mi Muhammet
İ[şi]dip de ona mı güldün
Sordular mı selatını
Gabol olmuş zekatını
Sağ eline beratını
Alıp da ona mı güldün (Küçükbezirci 2006: 73)
Değerlendirme ve Sonuç
Bin
yıl önce Konya’yı yurt eden atalarımız, kültürlerini, dokuz bin yıllık bir
kültür birikimiyle mezcetmişlerdir. Dolayısıyla Konya, doğumdan ölüme hayatın
bütün evrelerini kapsayan zengin bir kültüre sahiptir. Biz bu makalemizde Konya
şehir merkezi sakinleri “Gonyalı”ların ölüm etrafındaki inanış, örf, âdet ve
uygulamalarını derlemeye çalıştık. Bu derlememiz esnasında bize kaynaklık eden
kişilerin yanı sıra merhum Sedat Veyis Örnek (1927-1980)’in Anadolu
Folklorunda Ölüm adlı alanında “başyapıt” sayılabilecek çalışmasından
oldukça yararlandık. Zaten makalemizin ara başlıklarını gören bir ilgili bu
etkilenmeyi hemen fark edecektir.
Bizim
kaynak kişilerimiz hem ana hem baba tarafından Konya’nın yerlisidirler.
Tabiatıyla naklettikleri bilgiler katışıksız, salt Konya’ya aittirler. Örnek
ise, kitabında listelediği kaynak kişilerin sadece soyadı, adı ve memleketini belirtmiştir.
Bu durumda Örnek’in Konyalı kaynak kişileri Hanım Halıcı ve Sare Obalar’dan
derledikleri -her ne kadar kendi kaynak kişimiz bazılarını teyit etmişse de-
bizimkine kıyasla biraz su götürür mahiyettedir.
Kaynakça
Altuntaş,
Halil-Muzaffer Şahin (hzl.) (2011), Kur’an-ı Kerim Meâli, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yay., Ankara (12. bs.).
Ergun,
Sadettin Nüzhet-Mehmet Ferit Uğur (2002), Konya Vilayeti Halkiyat ve
Harsiyatı, (Sadeleştiren: Prof. Dr. Hüseyin Ayan), T.C. Konya Valiliği İl Kültür
Müdürlüğü Yayın No: 28, Konya.
İloğlu,
Mustafa (ts.), Kenzü’l-ulûmü’m-mahfî/Gizli İlimler Hazinesi, I-VIII,
Seda Yay., İstanbul.
Kendi,
İbrahim Aczi (1959), Konya Mezar Folkloru, Yenikitap Basımevi, Konya.
Küçükbezirci,
Seyit (2006), Konya Halkbilimi -Folklor Güldestesi-, T.C. Konya Valiliği
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları: 115, Konya.
Odabaşı,
A. Sefa (1999), Geçmişten Günümüze Konya Kültürü, Selçuklu Belediyesi Kültür
Müdürlüğü Yayını No: 13, Konya.
Örnek,
Sedat Veyis (1971), Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara Üniversitesi
Basımevi, Ankara.
Uz,
M. Ali (2012), “Hacıfettah Mahallesi”, Konya Ansiklopedisi, C. IV, s.
77-81.
Kaynak Kişiler:
Seyit
Küçükbezirci (S.K.): Konya, 1942, yüksek okul mezunu.
Ali
Işık (A.I.): Başkuyu, 1954, üniversite mezunu (makale yazarı).
Neriman
Işık (N.I.): Konya, 1955, ilkokul mezunu.
(Kaynak
kişilerle Konya mezar taşlarını çalıştığımız 2002 ila 2004 yılları arasında
müteaddit defalar görüşülmüştür.)
[1] Ayet mealleri DİB
Kur’an-ı Kerim Meâli (hzl. Doç. Dr. Halil Altuntaş-Dr. Muzaffer Şahin,
Ankara, 2011)’nden alınmıştır.
[2] Doğduğum köy,
Kadınhanı-Başkuyu’da rüyada görülen deve Azrail olarak yorumlanmaktadır.
Dolayısıyla rüyada deve görülmesi yörede bir ölümün vukua geleceğine; şayet
deve, rüyayı gören kişinin avlusuna çökerse yakınlarından birisinin öleceğine
yorulur (A.I.).
[3] Bacak ve ayakları şişerse
(Başkuyu; A.I.).
[4] sekaratülmevt: Ölüm
sarhoşluğu, kişinin ruhunu teslim etmeden önceki son anı.
[5] ilaç: Büyü, kara
büyü. Kefen bezi; bir erkek veya kadının şehvetini bağlamak, evden kaçan asi
bir kız veya homoseksüel ve yüz karası kişileri uslandırmak (İloğlu ts.: VI/1367;
VIII/1805-1806); birbirini seven iki kişi ile kardeşleri birbirinden ayırmak ve
bir kişinin aklını kaybetmesi (papaz büyüsü) için büyü malzemesi olarak
kullanılmaktadır (https://www.mirbedirhanhoca.com/buyu-cesitleri-nelerdir/
Erişim: 19.11.2018/15.20).
[6] Konya’da eski bir
mahalleye de ad olan أولوبڭلدى/أولوباڭلدى (ölü bañladı/beñledi: “Ölüye seslendi/ağıt yaktı”) ibaresi zamanla
“Ölübenledi”, “Ölübekledi” biçimlerine dönüşmüştür (Uz 2012: 77).
[7] sapma: Mezarın
tabanında ölünün içine yatırılacağı yan oyuntu.
[8] Bakara Suresi, 156. ayet:
… “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz”...
[9] Kaynağın yazımı korunmuştur.
[10] Günümüzde mezarlık
ziyaretleri daha çok arife günleri yapılıyor olsa da eski Konya’da çalışan
erkek nüfus çoğunlukla esnaf ve zanaatkâr olduğundan, bunlar da arife günleri
-geç vakitlere kadar- çalıştıklarından mezarlık ziyaretleri bayram namazı
sonrası yapılırdı. Arife günü çalışan Konyalılar bu âdetlerini günümüzde de
sürdürmektedirler.
[11] İlençler tarafımızdan alfabetik
sıralanmıştır.
[12] Bu ağıt, “Uyan Alim”
adıyla meşhur olmuş Konya türkülerindendir. Bu ağıtın türkü olarak nitelenen
bir varyantı da Konyalı halk bilimci Seyit Küçükbezirci’nin Konya Halkbilimi
isimli kitabındadır. Seyit Küçükbezirci’nin kendi derlemesi olarak kitabında
yer alan türkünün hikâyesi şudur:
“Konya’nın eski, yaygın türkülerinden biri… Bir yeni gelinin
ağıdı… 1957 yılında, Konya şehir içinde derlediğimiz bu türkünün hikâyesi, o
zaman şöyle anlatılmıştı bize…
“Akşamüzeri düğün bitmiş. Güveği gerdeğe konulacak. Güveğinin
arkadaşlarının güveği girerken, hep birden üstüne üşüşüp sırtına yumruk
vurmaları bir âdet… Bu âdete göre, yumruklar güveğinin sırtına inmeğe başlar.
Güveğinin aldığı gızı daha önceleri başka bir delikanlı severmiş. Sevdiği kızı
alamayan delikanlı, önceden büyük bir temel çivisi hazırlamış. Güveğinin
arkadaşlarından olduğu için, yumruk vuracakların arasında o da varmış.
Yumruklar vurulurken o, elinde gizlediği temel çivisini saplamış. Heyecandan
vurulan yumrukların acısından güveği sırtına bir çivi saplandığını bilememiş.
Yarası sıcak olduğu için ilk önce tesirini göstermemiş. Gerdeğe girmiş, namaz
kılmaya durmuş. Secdeye eğilmiş, bir daha doğrulamamış. Gelin kocasının
seccadenin üzerinde uyuyakaldığını zannetmiş. Sonra öldüğünü anlamış. Kimseye
de haber vermemiş. Bu türküyü yakmış, sabaha kadar ağlaya ağlaya söylemiş.” (Küçükbezirci
2006: 41-42)